Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Yıkım, ‘inşa’, kayyum…

Sonbahar için oldukça güzel bir havada, toz duman içinde giriyorum Sur’a. Sur’daki toz-duman üç yıldır bitmiş değil. İki yıldır Sur’daki dükkânların ön cepheleri değiştiriliyor.

Ana cadde olan Gazi Caddesi’nden sonra şimdi sıra ara sokak ve caddelerdeki dükkânlara gelmiş durumda. Saraykapı Caddesi’ndeki güzelim dükkânları, butikleri, kafeleri artık tanıyabilene aşk olsun.

Tüm bu işyerlerine ahşap brandalar geriliyor, tüm binalar ve işyerleri tek renk, askeri nizamda beyaza boyanıyor. Demir Otel’in karşısındaki tarihi, hardal rengi bina ki sanırım Diyarbakır’da en sevdiğim binaydı, bu ‘inşa’ çalışmaları kapsamında beyaz renge boyanmış. Tarihi binanın o halini görünce içim sızlıyor.

Bu ucube ‘inşa’yı görmemek için kendimi Aydın Büfenin yanından Sur’un dar küçelerine atıyorum. Sur’un sokakları tarihinde hiç olmadığı kadar pislik içindeler. Belediye uzun bir süredir belli ki çöpleri toplamıyor.

Her taraf çöp, pislik, tarihi sokaklar kokudan geçilmiyor. Yanımdaki arkadaşım, “Kayyum, muhtemelen buralardan insanları çıkartmak için temizlik yaptırmıyor. Bu da Sur’u insansızlaştırmanın bir parçası” diyor.

Sokağa çıkma yasağının devam ettiği mahallelerin önünde barikatlar yükseliyor. Barikatların önünden yıkık alana bakıyorum. Yıkıntı ve ‘inşa’ iç içe ilerliyor. Bazı evler yıkılıyor, yeni ucube yapılar yapılıyor. Bu yeni evlerin 2018 sonundan itibaren satışa çıkacağı söyleniyor.

Sur’da evi yıkılanlara metrekaresi 2 bin TL, dışarıdan almak isteyenlere metrekaresi 3 bin TL’den satılacağını öğreniyorum çevredeki esnaftan. Evi yıkılan, yoksul Surluların bu evlerde oturamayacağı açık.

Fatihpaşa’nın arka taraflarından dolanarak şarkılara konu olmuş Arbedaş Mahallesi’ne çıkıyorum. Arbedaş’ın yerinde yeller esiyor.

Sur’u Koruma Planı’na aykırı olarak, yasaklı alanda yapılan 30 metre genişliğindeki koca cadde Arbedaş Mahallesi’ne açılacakmış. Bu nedenle mahallenin girişinde henüz yıkılmamış evlerin sakinlerine de evlerini boşaltma kararı yollanmış.

‘İnşa’ Sur’un caddelerinde de devam ediyor. Yüzlerce yıllık, elle tek tek yapılmış olan Sur’un kara bazalt taşları yollardan sökülüyor ve yerine gri, kaplama taşlarla yeni yollar döşeniyor. Bazı yerlerdeki Osmanlı motifleri gözden kaçmıyor.

Bu ‘inşa’ sadece fiziki yapıları kapsamıyor, belli ki iktidar burada yeni bir kültürü de inşa etmeye çalışıyor.  Melikahmet Caddesi’nde biten ‘inşa’ çalışmaları Kervansaray tarafına kaymış durumda. Çöp, pislik, toz, duman arasında insanlar yollarını bulmaya çalışıyor.

Dört Ayaklı Minare, yıkımdan dolayı etrafında yaratılan boşluk ve yerdeki korkunç gri kaplama ile daha da hüzünlü duruyor. Tahir Abi’nin sesi sanki kulağımda çınlıyor:

“Beni ayağımdan vurdular. Ne savaşlar gördüm, ne felaketler gördüm ama böyle ihanet görmedim…”

Sanki dün gibi, sanki burada yanı başımda gibi…

Tahir Abi’nin ölümünden beri kapalı olan Diyarbakır Evi henüz birkaç ay önce açıldı. Çatışmalar sırasında oldukça yıpranan kafenin tarihi binası uzun bir tadilat sürecinden geçti.

Şehirdeki herkes gibi, her yer gibi orası da toparlanmaya çalışıyor. İçeri giriyorum, terasına çıkıyorum. Terastan artık giremediğimiz, artık olmayan sokaklarımızın olduğu alan görünüyor. Her şey koca bir düzlük.

Akşama doğru bu sefer Sur’un İskenderpaşa Mahallesi’nde buluyorum kendimi. İskenderpaşa’da gittikçe artan Hüda-Par etkisi gözlerimden kaçmıyor.

Mahallede bol bol Kuran kursu açılıyor, küçük kız çocuklar başları kapalı sokak aralarında oynuyor. Aynı çöp ve pislik durumu buraya da hâkim.

Mahallede tarihi bir mekânı işleten bir esnaf, “Onlarca kez belediyeye gittik hiçbir şey yapmıyorlar, gelip çöpü toplamıyorlar, insanlar sokakta yürüyemez hale geldi. Eskiden bizim belediyelerimizdi, nazımız geçiyordu. Şimdi karşında taştan bir duvar var” diyor.

İskenderpaşa’da birkaç aileyi ziyaret ediyorum. Engelli genç bir kız annesi ile yaşıyor. Sadece verilen yardımlarla ayakta kaldıklarını öğreniyorum.

Mahalledeki sağlık ocağının karakola çevrilmesi herkesin, özellikle engelli, hasta ve yaşlıların hayatını oldukça zorlaştırmış. Aynı binada karşılaştığım çocuklar okula gitmediklerini söylüyorlar. Çoğu çatışmalardan sonra bırakmış okulu.

Geçen ay Melikahmet esnafının caddeyi trafiğe kapatarak protesto ettiğini öğreniyorum. Ama protesto bu yapılan ‘dönüşüm’ için değil, cadde üzerinde araçların park edilmesine izin verilmediği içinmiş. Doğrusu içim biraz burkuluyor.

Yine geçen ay HDP’lilere yönelik gerçekleşen büyük gözaltı operasyonuna ilişkin konuşmak istiyorum ama kimse konuşmak istemiyor. Devlete karşı büyük bir öfke, Kürt hareketine karşı büyük bir kırgınlık gözlemliyorum. Son seçimler ve seçilen vekillerin niteliği bu kırgınlığı üst boyutlara taşımış görünüyor.

Görüştüğüm Diyarbakırlılar, Erdoğan’ın yerel seçimlere ilişkin  “Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa anında gereğini yapıp kayyum tayinleri ile yolumuza devam edeceğiz” açıklamasından çok rahatsız olmuş durumdalar.

Bu açıklamadan sonra HDP’nin seçimleri protesto ederek yerel seçimlere girmemesi gerektiğini söyleyenler olduğu gibi, tam tersine yerel seçimlere dört elle sarılması gerektiğini söyleyenler de var. Ve yine HDP’nin işlevsiz olan bu Meclis’te neden kaldığı da halk arasında sorgulanan konulardan.

2 Aralık 2018’de, Sur’daki sokağa çıkma yasağı 3. yılını dolduracak. Üç koca yıldır bir memleketin göbeğinde, o kentin sakinlerine yasaklı bir alan var. Üç koca yıldır bu memlekette yıkım ve ‘inşa’ devam ediyor.

Daha yangın tüterken ‘inşa’ya giren bir kabalık var karşımızda. “Sur’u Toledo yapacağız” dediler. Bunu diyenlerin kendi sonunu gördük. Sur Toledo olmadı, ama gittikçe devlet-kayyum eliyle bir ucube mekâna dönüşüyor.

Eve dönüyorum. Kayyumların yaptığı çalışmaların reklamını yapan sosyal medyadaki “Kayyum Haber” hesabına bakıyorum. Kayyum atanan kentlerden ‘halk-kayyum el ele’ görüntülü resimler veriyor. Bir paylaşımında kayyumların kentte dolaşırken çekilen resimleri ile birlikte şu yazıyor:

“Halk kayyumları kabullenmiyormuş. Hadi oradan”.

O sırada telefonuma Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyumdan mesaj geliyor. Kayyum, zorla oturduğu koltukta 2. yılını kutluyor. 2. yılı kutlamasından dolayı Diyarbakır halkına müzikli bir mesaj yollamış.

Müzik eşliğinde “İşimiz Gücümüz Diyarbakır” yazısı ile Diyarbakır’dan ve yapılan çalışmalardan görüntüler geçiyor.
İçimden tek söz geçiyor:

“Hadi oradan! Hadi oradan!”