Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Sekiz genç, sekiz evlat, sekiz can… Hayatları da, ölümleri de farklı olabilirdi

Aslında bu konuda artık yazmak istemiyordum. Çünkü çok üzgünüm, çok öfkeliyim. Sadece devlete ve bu iktidara değil, bu ölümleri kutsayan herkese, her kesime…

Geçen hafta bir genç, bir can, bir evlat daha yitti. Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için Elazığ T Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan 22 yaşındaki Mahsum Pamay yaşamına son verdi.

Öylece resmine bakakaldım. Gencecik. Mahsum, Cizre’de ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında tutuklanmış ve ardından 28 yıl hapis cezası almış. Aklıma o günler düştü, yasak sonrası gittiğim yanık-yıkık Cizre düştü.

Mahsum’dan birkaç gün önce de Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için Osmaniye T2 Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Siraç Yüksek yaşamına son vermişti.

Siraç da Nusaybin’de sokağa çıkma yasakları sırasında mahallelerde tahliye edilenlerdendi ve ardından tutuklanıp, Nusaybin davasından yargılananlar arasında olduğunu öğreniyorum. Siraç’ın resmine bakınca, aklıma yasak sonrası Nusaybin düştü.  Şuan cezaevinde olan eski belediye başkanı Sara Kaya düştü.

Nusaybin’de yasaklı alanı çevreleyen tellerin yanında evlatlarının cenazesini almak için bekleşen analar düştü. Ağaçlarına dek sökülen Musa Anter Parkı düştü. Zihnimden üç yıldır gitmeyen görüntüler…

Yaşamlarına son veren bu gençler kimdir?

Medya Çınar, 24 yaşındaymış.  Nusaybin’de 2015 yılında sokağa çıkma yasakları sırasında gözaltına alınanlar arasında bulunuyor. Mayıs 2016’da 42 kişiyle birlikte tekrar tutuklanmış. İki hafta önce Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde yaşamına son verdi.

Zülküf Gezen, 33 yaşındaymış, 10 yıldır cezaevindeymiş. 17 Mart’ta Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yaşamına son verdi.

Ayten Beçet, 24 yaşındaymış. Güzeller güzeli bir genç kadın. Ayten, 2012’de Adana 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde “örgüt üyeliğinden” dokuz yıl ceza almıştı. Altı yıldır cezaevinde bulunuyormuş. Üç hafta önce Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde yaşamına son verdi.

4 Mart’ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevinde yaşamına son veren Zehra Sağlam ise 23 yaşındaydı. 16 Aralık’tan beri açlık grevindeymiş. 2016’da Bingöl’de tutuklanmış.

Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu olan Yonca Akıcı, 29 Mart’ta hayatına son verdi. Dört yıldır tutukluymuş. Haberlerden yaşını öğrenemiyorum ama fotoğraflarından oldukça genç olduğu anlaşılıyor.

Türkiye cezaevlerinin dışında, Almanya’nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren 40’lı yaşlardaki Dersimli Uğur Şakar da yaşamını yitirenlerden.

Leyla Güven tutuklulara “ölümü değil yaşamı önünüze koymalısınız” çağrısı yaptı. PKK de bu minvalde bir açıklama yaptı. Ancak bu açıklamalardan sonra da ölümler devam etti ve edecek görünüyor. Açlık grevleri bitene kadar kim bilir kaç insanı yitireceğiz.

Bu sekiz insan, sekiz genç nasıl büyüdüler? Kim bilir nasıl bir yaşamları oldu? Yıkılan kentleri, yiten sevdikleri, şiddet içindeki yaşamları onları hangi seçimleri yapmaya, hangi kararları almaya itti?

Bunları bilmiyorum; ama şunu biliyorum:  Eğer bu gençler, Kürtlerin, Türklerin, tüm halkların çocuklarının eşit ve özgür yaşadığı, eşit derecede korunduğu bir Türkiye’de doğmuş olsalardı, kaderleri farklı olacaktı.

Eğer, devlet Kürt vatandaşını huzurlu, güvenli, eşit haklara sahip bir yaşam sunmaya değer bulsaydı, yaşamları farklı olacaktı… Kentleri yıkılmamış olacaktı. Medya Çınar ve Siraç Yüksek, Nusaybin’de Musa Anter Parkı’nda arkadaşları ile güzel bir gün geçiriyor olacaklardı belki de.

Zülküf Gezen belki bir öğretmen olup çocuklara anadillerinde eğitim verecekti. Mahsum Pamay, bu güzel bahar günü,  Dicle kenarında bisiklet sürüyor olacaktı kim bilir… Dersimli Uğur Şakar bir mülteci yaşamı yerine, Dersim’in kırlarında özgürce gezebilecekti…

Çiçekler açacaktı memleketimin dağlarında. Newroz, gerçekten Newroz olacaktı. Çift dilli okullara gidecekti çocuklarımız, Türk arkadaşıyla eşit hissedecek, birlikte bu ülkenin gelişmesi için çabalayacaktı. Her türlü silaha harcanan para çocuklarımızın eğitimine harcanacaktı.

Evden çıktığınızda eli kaleşnikoflu adamlar, tanklar, TOMA’lar, barikatlar karşılamayacaktı bizi. Normal bir yaşam, herkesinki kadar normal bir yaşamımız olacaktı. Bugün çocuğumuz, sevdiklerimiz sağ salim eve dönecek mi, yarın gözaltına alınır mıyız, bunları değil, başka şeyleri dert ediyor olacaktık muhtemelen. Hayat, hayat olacaktı…

Eğer Türkiye’de bizler eşit vatandaşlar olarak kabul edilseydik, bu insanların ne yaşamları böyle olacaktı, ne de ölümleri…

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.