2015’in kötü eylül günlerinden biriydi. Her yerde yasakların devam ettiği, çatışmaların kent merkezinde başladığı günler.
Cizre’de dokuz günlük yasak sonrası, horozuna buğday vermek için evin arkasına doğru yürüyen 12 yaşındaki Yusuf Şık, patlamamış bir bombanın patlaması sonucu sağ eli ve sol bacağını kaybetmişti Yusuf’un patlama anında çekilmiş, can hali içinde çığlık çığlığa görüntüleri çoğumuzun aklında kaldı.
Yusuf daha sonra Diyarbakır’a hastaneye kaldırıldı. Bir ekim günüydü onu ziyarete gittiğimde. Yusuf’a o gün hiçbir şey söyleyemedim. Zaten ne söyleyebilirdim ki…
Yusuf kimseyle konuşmuyor, hastane odasının penceresinden dışarı bakıyordu sürekli. Horozu hala kucağındaydı…
Mayınlar ve savaş atıkları kimlik sormuyorlar. Türkiye’de her yıl ortalama 100 kişi mayın ve savaş atıklarından dolayı yaralanıyor, bir uzvunu kaybediyor veya ölüyor. Ölenlerin çoğu Kürt çocukları.
Çocuklar çoğunlukla meraklarına yeniliyor, mayın ve savaş atıklarını oyuncak sanıp ellerine alıyorlar. 12 yaşındaki Yusuf da o çocuklardan biriydi.
Türkiye’deki kara mayını sayısının 1 milyon civarında olduğu belirtiliyor. Yine Türkiye’de depolarda da imha edilmesi gereken 3 milyon mayın bulunmakta. Türkiye’de mayını hem devlet güçleri hem PKK kullandı.
Kara Mayınları İzleme Komitesi’nin (Landmine Monitor) raporu, Türkiye devletinin 1957-1998 arasında 936 bin 663 mayın döşediğini bildirdiğini belirtiyor. Mayınların çoğunun Suriye sınırına döşendiğini düşünebilirsiniz. Oysa bölgede sadece sınırlar değil sınırların içi de mayınlarla doludur.
Türkiye devleti sadece 1989-1992 yılı arasındaki üç yıllık dönemde bölgedeki güvenlik tesislerinin (karakol, emniyet vs.) etrafına 39 bin mayın döşemiş durumda. Yine devlet, 1990’larda boşaltılan köylerin etrafına, geri dönüşü engellemek için mayın döşemiş.
Türkiye devleti mayınların temizlenmesi ve sivillerin korunmasıyla ilgili Ottawa Sözleşmesi’ni 2003 yılında imzaladı. Türkiye’nin Ottawa Sözleşmesi yükümlülüklerine göre stoklarda bulunan mayınları 2008 yılına kadar imha etmesi, toprağa döşeli mayınları da 2014 yılına kadar temizlemesi gerekiyordu.
Türkiye bu yükümlülüğünü yerine getirmedi, geçen yıl ek 10 yıllık süre istedi, Birleşmiş Milletler sekiz yıllık ek süre verdi. Kısacası 2022 yılına kadar Türkiye, sınırları içerisindeki mayınları imha etmekle yükümlü.
Henüz mayınlar temizlenmemişken bu sefer sokağa çıkma yasakları sırasında kullanılan savaş atıklarının kentlerde kalması sonucu insanlar ölmeye başladı. Ölenlerin çoğu elbette çocuktu yine. Bu çocuklardan birinin ailesini önceki yıl Nusaybin’de ziyaret etmiştim.
Hurda demir toplamaya giden Dilan ve kardeşi Zilan, hurdaların arasında patlamamış bir bomba bulmuş, bunu oyuncak sanarak ellerine almışlardı. Bomba patlayınca, Dilan yaralanarak kurtulmuş ama 11 yaşındaki kardeşi Zilan yanı başında parçalanarak ölmüştü.
Sokağa çıkma yasağının uygulandığı kentlerde ne kadar savaş atığı kaldı, bugün bile bunu bilmiyoruz. Çocuklarımız kırsalda ya da kentlerde hayvanlarını otlatırken, okula giderken, oyun oynarken bir mayın ve savaş atığına denk gelebilirler.
Bombalar, mayınlar, savaş atıkları, çocuklarımızın oyun alanlarında, okul bahçelerinde, köylerimizin etrafında, sokaklarımızda, hayvanlarımızı otlattığımız meralarda, yaşamımızın içindeler. Çocuklarımızın yaşamını bu kadar riske eden bu konu, maalesef bölgedeki birçok şey gibi sıradanlaştı, gündem bile olamıyor.
Devlet bu meseleye güvenlik meselesi olarak yaklaşıyor ve toplumda bu algıyı yaratıyor. Oysa bu bir insan hakları meselesidir ve bir insan hakkı olarak ele alınmalıdır. Bugün bölgede binlerce mayın ve çatışma atığı mağduru var. Mayın ve çatışma atıkları Kürt sorununun bir parçası haline gelmiş, mayın ve çatışma atığı mağduru olmak, Kürtlükle özdeşleşmiştir.
Bu patlamalardan sağ kurtulan çocuklar için yaşamaya devam etmek başlı başına bir sorun. Yanı başında sevdiklerinin ölümüne tanıklık etmek, uzuvlarını kaybetmek ve ondan sonraki yaşamları boyunca sağlık sorunları ile uğraşmanın yanı sıra, zihinlerini kaplayan suçluluk duygusu ile de bir ömür mücadele etmek durumunda kalıyorlar. Nusaybin’de evinde ziyaretine gittiğim Dilan gibi, “keşke dokunmasaydım” düşüncesi onlara bir ömür eşlik ediyor.
Bunları niye mi yazıyorum?
Biliyorum bu ülkenin gündeminde değil ama 4 Nisan Dünya Mayın Bilincini Geliştirme Günü’ydü. Dünyanın dört bir yanında mayın ve savaş atıklarının yarattığı tehlikelere dikkati çekmek için etkinlikler yapıldı.
Türkiye’de ise sürekli atılan savaş naralarının arasında, yaşam hakkına ilişkin bu önemli meseleler aradan kaynayıp gidiyor. Oysa çocuklar ölüyor, çocuklarımız ölüyor…