Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Koruculuk Sistemi: Nereden Nereye?

Uzun yıllar Tatvan’ın yakılmış, boşaltılmış ve kimi de koruculuğu kabul etmiş köylerinde çalıştım. Çalıştığım kimi köyler kendi içinde bölünmüşlerdi. Bir mahalle 90’larda koruculuğu kabul etmişken, aynı köyün içerisinde diğer mahalle ise kabul etmediği için boşaltılmış ve o mahallede oturan köylüler zorla göç ettirilmişlerdi.

Korucu köylerinde çalışmak korucularla ilgili birçok bilginin de hatalı olduğunu göstermişti bana. Öncelikle korucuların homojen ve tek tip olmadıklarını gözlemlemiştim. Nitekim ellerine silahı ilk nasıl aldıklarından da bunu anlayabiliyoruz. Korucuların bir kısmı silahı ellerine gönüllü almış bir kısmı ise zorla almıştı.

Kimi insanlar jandarma baskısı ve köylerini terk edemedikleri için istemeyerek koruculuğu kabul etmiş, bazıları yanlış bilgilendirme sonucu bunu bir bekçilik sistemi olarak değerlendirip eline silahı almış, kimisi PKK’ye karşı silahı almış, kimisi “düşman” ailelere karşı üstünlük sağlamak amacıyla eline silah almıştı.

Yine koruculuğu “memuriyet” gibi görerek, sağlayacağı maddi çıkar ve sosyal güvenceden dolayı alanlar olduğu gibi, yoksulluk ve geçim derdi nedeniyle silahı alanlar da olmuştu. Ancak özellikle çok büyük korucu grupları “devlet yanlısı” olan aşiretler tarafından oluşturulmuştu. Koruculuk, bu aşiretlere yaptıkları yasadışı işlere devlet tarafından göz yumulmasını sağladığı gibi silaha da yasal yoldan ulaşma imkânı da veriyordu.

2013 yılında, barış sürecinin başlamasıyla birlikte korucular arasında da silah bırakanlar artmaya başlamıştı. O dönem konuştuğumuz korucuların bir kısmı, özellikle de zorla korucu yapılanlar sistemin en kısa sürede kaldırılmasını istiyorlardı. Bir kısım korucu ise sistemin kaldırılması için önce can güvenliği, iş ve özlük haklar talep ediyordu. Diğer yandan, özellikle çeşitli suçlara bulaşmış, elindeki silahla insanlara zarar vermiş olanların bir kısmı ise silahı bırakmaya hiç niyetli değillerdi. Silahın verdiği nüfuz ve gücün devamını istiyorlardı. Ama bu farklı korucu gruplarının hepsinin ortak görüşü devletin onları kullandığı düşüncesine sahip olmalarıydı.

O yıl bu konuda DİSA koordinasyonunda, benim de ucundan bucağından destek verdiğim kıymetli bir çalışma yapıldı. Şemsa Özar, Nesrin Uçarlar ve Osman Aytar tarafından onlarca korucu ile görüşülerek yazılan “Geçmişten Günümüze Türkiye’de Paramiliter Bir Yapılanma Köy Koruculuğu Sistemi” isimli araştırma kitabı köy koruculuğu sistemine Osmanlı döneminden itibaren ışık tutuyordu. Kitapta görüşülen korucuların hemen hepsi  devletin bunca yıldır onları kullandığından şikayet ediyorlardı. Koruculuk yapmış olan Kürtlerin büyük çoğunluğu “devlet-asker-korucu ilişkisinde aldatıldıklarını” düşünüyordu.

Bir korucu bu durumu şöyle açıklıyordu:
“Askeriye yeri geldiğinde iyi davranıyor, yeri geldiğinde baskı yapıyor, hakaret ediyor. Koruculuğun bize hiç faydası olmadı, ama alıp götürdüğü çok şey oldu. Bu sistem batık durumda.”

2013’te kaldırılmasını umduğumuz köy koruculuğu sistemi, 2015-2016 kent savaşları ile başka bir boyuta geçti. Bu savaşa devlet korucuları da hazırladı. 25 Ağustos 2015 tarihinde dönemin Başbakanı Davutoğlu köy korucuları ile büyük bir toplantı yaptı. Toplantı sonucunda korucuların maaşlarının arttırılacağı ve 10 bin civarında yeni korucu kadrosu tahsis edileceği “müjdeleniyordu”.

Ocak 2016’da ise Diyarbakır Suriçi’nde korucuların kent savaşında kullanıldığı haberleri basına düşmeye başlamıştı. Bu korucuların Eğil’den getirildiği ve Sur’da özel timlerin giremediği sokaklara yollandıkları söyleniyordu. Yine özellikle hükümete yakın medyada, Sur’daki operasyonun “polis, asker, korucular el ele” yapıldığı sıklıkla vurgulanıyordu. Sur’dan Nusaybin’e askeri operasyonların yapıldığı yerlerde korucuların resimleri sık sık sosyal medyada yer almaya başlamıştı.

Kentlerdeki sıcak çatışmalardan hemen sonra, 2016-2017 yıllarında köy koruculuğunun yapısında ciddi değişimler yapıldı. Köy koruculuğu ismi “güvenlik koruculuğu” şeklinde değiştirildi. Yaşlı korucular emekli edildi, onların kardeş ve çocukları yeni korucu olarak alındı. Korucuların giyim, kuşam ve teçhizatları, görev parası, harcırah, ödül, operasyon tazminatı, sigorta primlerinin tamamı devlet tarafından karşılanmaya başlandı.

“Yeni Kimlik Kartları” verildi, yeni cep telefonları dağıtıldı. Korucu maaşları en düşük memur maaşına endekslendi.
Operasyonlara katılan koruculara günlük harcırah verilmeye başlandı. Koruculara kendi bölgelerinde uzman erbaş olma hakkı tanındı. Korucu istihdam edilebilen il sayısı genişletildi. En kritik değişim ise şu oldu: Görevlerinden dolayı suç işlemeleri halinde 3 avukata kadar avukatlık ücretleri valiliklerce ödenmeye başlandı. Bir bakıma korucuların işleyeceği suçlara karşı devlet tarafından korunacaklarının güvencesi verildi. En son 2019 yılında 25 bin yeni korucu daha alınacağı ilan edildi.

2019 yılında tam da yerel seçimler öncesi Şırnak’a gittiğimde bildiğimiz eski büyük korucu ailelerinin dışında, bazı Kürt gençlerinin de koruculuğa yöneldiğini gözlemlemiştim. Konuştuğum Şırnaklılar yoksulluğun ve işsizliğin bunda büyük bir etkisi olduğunu söylemişlerdi o dönem.

AKP 18 yıl önce iktidara geldiğinde koruculuğu kaldıracağını taahhüt etmişti. Kaldırmak bir yana koruculuğu kalıcı bir sistem haline getirdi ve kentlere taşıdı. 1985 yılında, çıkarıldığı dönemde “geçici” ve “köy koruculuğu” olarak oluşturulan bu paramiliter örgütlenme son yıllarda  yapılan düzenlemelerle birlikte Kürt köylülerinden oluşan yeni bir ordu görünümüne kavuştu. Eskiden köylerini korumak ya da dağlarda, PKK ile savaşta, Kürtçe bildikleri için kullanılan korucular, artık asker, jandarma ve polis ile birlikte şehirlerde ve hatta sınır ötesinde savaşmaktalar. Eskiden “yasadışı” olarak yapılan bu tarz şeyler, bu dönem kurumsallaştırılmış ve yasallaştırılmış oldu.

Koruculuğu eğer sadece PKK’ye karşı savaşta eli silahlı bir güç olarak algılarsak hata yapmış oluruz. Bu sistem, bir toplumun özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesini kırmanın yollarından biri olarak kullanılıyor aynı zamanda. Bu sistemle amaç sadece korucuları çatışmalarda kullanmak değil, her yönüyle, fikirsel, duygusal ve militer olarak bu insanları kendine bağlama çabası. Böylelikle, bir bölgede hakimiyeti sadece silahla değil, aynı zamanda bir halkı birbirine düşürerek, biat etme duygusunu yerleştirerek kurma çabası.

Peki bir gün bu savaş biter ve barış gelirse, o zaman eli silahlı bu yüzbinlerce insan, ki aileleriyle birlikte milyonları buluyor, ne olacak? Devlet bu insanlarla ne yapacak?  Ve çok daha önemlisi Kürt toplumu içerisinde toplumsal ilişkileri derinden sarsan, çocuğu babaya düşman eden bu sistemle Kürt toplumu ne yapacak?