Bundan 9 yıl önce ülkelerinde savaşın patlak vermesi ile Türkiye’ye gelen Suriyeliler, hükümet tarafından misafir olarak tanımlandılar. Misafir tanımının herhangi bir ülkenin hukukunda ya da uluslararası hukukta bir yeri yok. Daha sonra Suriyelilerin misafir statüsü değişse de misafir oldukları düşüncesi yaygın bir toplumsal kanı olarak kaldı.
Türkiye mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin ve 1967 Protokülü’nün imzalayıcılarından olmasına rağmen diğer ülkelerin sonradan kaldırdığı ancak Türkiye’nin kaldırmağı bir coğrafi kısıtlama var. Bu coğrafi kısıtlama dünyada sadece dört ülkede bulunuyor. Bu kısıtlamaya göre, Türkiye Avrupa dışından gelenlere mülteci statüsü vermiyor. Türkiye’de Avrupa’dan gelen mülteci sayısı 50 kişiyi bile bulmadığı için, Türkiye’de resmi olarak mülteci yok denecek kadar az.
Türkiye Avrupa dışından Türkiye’ye gelen insanlara “şartlı mültecilik” statüsü veriyor. Avrupa dışından, yani İran, Afganistan, Irak ve Afrika ülkelerinden gelen göçmenler bu statüdeler. Şartlı mültecilik statüsü şu demek: Bu göçmenler Türkiye’ye geldikleri zaman İçişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler’e kayıt olup üçüncü bir ülkeye mülteci olarak kabul edilene kadar Türkiye’de bekliyorlar. Bekleme süresi yıllar sürebiliyor. Bu bekleme süresi içinde Türkiye’de uydu şehir denilen yerlere yerleştiriliyorlar ve kendi istedikleri yerlerde kalamıyorlar. Yerleştirildikleri yerlerde kalmak ve bunu kanıtlamak için buralarda valiliğin kararına göre ayda iki ya da üç defa emniyete gidip imza atmak zorundalar. Çalışma iznine başvurabilseler de çalışma izni almaları çok zor. Bununla beraber, sağlık hizmetlerine erişimleri var.
Türkiye’de göçmenler için üçüncü kategoriyse, ne olduğu ve kimlere verildiği çok net olmayan “ikincil koruma” denilen bir statü. Tanım olarak ilk iki kategoriye dahil olmayanlara ve ülkelerine dönme durumlarında hayati tehlikesi olabilecek kişilere veriliyor.
Ancak Suriyeliler geldikleri zaman bu üç kategorinin hiçbirine dahil edilmediler. Ve misafirlik söyleminin gölgesinde onlar için yeni bir kategori oluşturuldu: Geçici Koruma Statüsü. Geçici Koruma Yönetmeliği çerçevesinde sağlanan geçici koruma kapsamında “sınırları açma, geri göndermeme ve gelenlerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanması” gerekiyor. Bu statünün oluşturulmasının ardından, 2014 yılında, Türkiye’deki göçmenlerin bağlı olduğu göçmenlik durumuyla ilgilenen tek kurum olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kuruldu.
Aradan yıllar geçmesine rağmen Suriyelilerin bu statüsü, bir anlamda “misafirlikleri” değişmedi. Basında çıkan, sosyal medyada sık sık önümüze düşen “Suriyelilere vatandaşlık verildi” haberleri, Suriyelilere ilişkin çıkan birçok haber gibi gerçeği yansıtmıyor. Mayıs 2020 rakamlarına göre, Türkiye’deki Suriyeli göçmen sayısı 3 milyon 579 bin 332, bu rakamın artarak değil azalarak devam ettiğini de not düşelim. Ve bu Suriyelilerden sadece 63 bin 346’sı kamplarda yaşıyor.
İçişleri Bakanlığı verilerine göre Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı 110 bin ve ülkesine dönen Suriyeli sayısı 402 bin 11 kişi. Bu arada çoğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye 5 yıl burada yaşayınca otomatik vatandaşlık da vermiyor.
Çalışmalarını takdirle izlediğim Mülteciler Derneği’nin web sayfasından tüm bu rakamların detaylarına bakabilirsiniz. Dernek aynı zamanda Suriyelilerle ilgili “Doğru Bilinen Yanlışları” sık sık anlatıyor. Derneğin sayfasından aldığım birkaç doğru bilinen yanlışı buraya da koyayım:
“Suriyeli esnaflar vergi vermiyor”: Yanlış. Her ticari işletme vergi ödemekle yükümlü. Suriyelilerin bu konuda bir muafiyeti ya da ayrıcalığı yok.
“Suriyeliler çalışma izni alıp istediği yerde çalışıyor”: Yanlış. Çalışma izni işveren tarafından alınır. Bir yabancının çalışma izni alma gibi bir yetkisi yoktur. Bir işveren işyerinde bir yabancı çalıştırmak istiyorsa halihazırda 5 Türk vatandaşını istihdam etmelidir.
“Suriyeliler devletten maaş alıyor”: Yanlış. Türkiye devleti ne geçmişte ne de bugün Suriyelilere kendi kaynaklarından bir aylık bağlamamıştır.
“Suriyeliler istediği üniversiteye sınavsız giriyor”: Yanlış. Ne devlet üniversitelerinde ne de özel üniversitelerde Suriye uyruklu öğrenciler ile diğer yabancı uyruklu öğrenciler arasında bir fark yoktur.
Suriyelilerle ilgili bu gibi yanlış bilgiler özellikle de milliyetçi ırkçı kesimler tarafından yaygınlaştırılıyor. Toplumun ciddi bir kesimi maalesef bu yanlış bilgilere inanıyor ve bu “misafirliğin” bir an önce bitmesini istiyor. “Misafirse misafirliğini bilsin”, “bu ne bitmeyen misafirlikmiş” sözlerini toplumun her kesiminden sık sık duymak mümkün.
Bugün 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Yüzbinlerce Suriyeli, Afgan, İranlı… göçmen Türkiye’de güvencesiz koşullarda çalışır, insanı insanlığından utandıracak muamelelere, her türlü ırkçı ve ayrımcı muameleye maruz kalırken, Suriyeli kadınlar ve çocuklar her türlü istismar edilirken, Türkiye muhtemelen mültecilere ne cömert bir “ev sahipliği” yaptığını anlatacak birçok platformda. Oysa “ev sahibi” ona sığınmış olan “misafire” çoktan tecavüz etti. En düşük ücretlerle çalıştırdı, fahiş kiralarda oturttu, ikinci eş adı altında kadınlarını kızlarını alıp sattı. Artık bu kaypak “misafirlik” söylemini bırakıp, savaştan, ölümden, açlıktan kaçarak bu ülkeye sığınan göçmenlerin temel insan haklarına odaklanmak gerekiyor.