Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Duvar

Bundan 17 yıl önce Kamışlı’ya giderken ilk kez görmüştüm Nusaybin’i ve sınırı. OHAL dönemiydi, Kamışlı’ya gitmek pek kolay değildi.

Sınırdaki askerlerle uzun bir tartışmadan sonra, sınırda kendi arabamızı bırakmak zorunda kalıp, Kamışlı Ticaret Odası başkanının Türkiye sınırına yolladığı araca binmek durumunda kalmıştık.

Uzun tel örgüler ve mayınlı arazilerden hemen sonra Kamışlı görünüyordu.

Türkiye sınırından Kamışlı içlerine doğru ilerlerken bir kez daha fark etmiştim sınırın anlamsızlığını. Kamışlı Nusaybin’in bir devamı niteliğindeydi, çarşısı, pazarı, evleri, sokakları ve elbette insanlarıyla. Kamışlı’daki hemen herkesin bir akrabası Türkiye tarafındaydı.

Nitekim ziyaret ettiğimiz Kamışlı Valisi de o dönemki Mardin Belediye başkanı ile kuzendi. Akrabalar, kuzenler, hatta kardeşler bile sınırın öte iki yakasında kalmışlardı, mayın döşeli sınır ayırmıştı insanları.

Daha sonra Nusaybin ve Güney Kürdistan’a sık sık gittim. Her gidişimde Suriye sınırındaki tel örgülere, yanından geçen tren hattına ve hemen önündeki mayınlı bölgeye uzun uzun bakardım. Böyle basit bir telle bölünmüş olmak can yakıcı gelirdi.

Fiziki bölünmüşlüğe rağmen, sınırın her iki tarafında, Türkiye ve Suriye’de yaşayan Kürtlerin tahayyüllerinde ise bu topraklar hiç bölünmemişti.

Kürtler yüz yıldır sınırın Türkiye tarafına SerXet (tren hattının üstü), Suriye tarafına ise BinXet (hattın altı) demekteler. SerXet ve BinXet birbirine ne kadar yakın ve ne kadar uzak gelirdi bana…

Sınır boyunca ilerlerken Rojava’nın Cizire kantonundaki petrol kuyuları görünürdü. Suriye savaşından önce kamyon ve tırlardan ilerlemek mümkün değildi. On binlerce insan sınırdaki ticaretten ekmek yerdi.

Kimisi kamyonculukla, kimisi çay getirerek, kimisi kamyonculara kaset satarak… Kamyon ve tır kuyruğu kilometrelerce olurdu. Bazen kapıda 4-5 saat hatta bir gün beklemek gerekirdi.

Şimdi artık yolda ne kamyon, ne tır trafiği var. Ne de karşıdaki geniş arazileri ve Rojava’yı görmek mümkün değil. Artık yol boyunca Kürtler kocaman bir duvarla karşı karşıya.

Yıllar önce bir sivil toplum gezisi için gittiğim San Diego ziyaretinde, ABD-Meksika sınırındaki duvarın üzerine yapılan üst yoldan duvarın iki yakasını inceleme imkânım olmuştu. Duvarın ABD tarafında alışveriş merkezleri varken, Meksika tarafında, hemen duvarın dibinde çocuklar duvara vurarak top oynarken, işsiz ve yoksul Meksikalı gençler sırtlarını koca duvara vermişlerdi.

Daha sonra San Diego’daki sivil toplum merkezlerinden duvarı geçmek için çöllere düşen ve çoğunlukla çöldeki hayvanlara yem olan Meksikalıların hikâyelerini dinledim. Duvar çok insanın canını yakmıştı.

Aynı duvar Filistin’de de karşıma çıkacaktı. Orada bulunduğum 1998 yazında, İsrail’de patlayan bir bomba nedeniyle, İsrail, Batı Şeria’nın elektrik ve suyunu kesmişti.

Yahudi işadamı arkadaşım kara kara duvarın öte yanında kalan ve bir anlamda bombadan dolayı açlığa mahkûm edilen Filistinli işçilerine nasıl yemek ve su götürebileceğini düşünüyordu. Duvarı aşmanın yollarını tüm gece düşünmüştü, ama aşamadı. Yehuda’nın işçileri o ay açlığa mahkûm kaldılar.

Devletler, duvarlar ne çok ayrılığa, ne çok acıya neden oldular. Şimdi de Türkiye, insanlar ölmesin diye sınırdaki mayınları temizleyeceğine, koca bir duvar çekti halklar, kardeşler, aileler arasına.

Dünyanın üçüncü büyük duvarı, İran ve Suriye sınırına örüldü. Duvar, 7 tonluk seyyar bloklar, 22 kulekol ve 911 kilometreden oluşuyor.

Medyada “Türk Seddi” diye sunuluyor:

“Türk Seddinde sona gelindi. Tamamlanınca Çin Seddi ve Amerika ile Meksika sınırındaki duvarların ardından dünyanın en uzun üçüncü duvarı olma özelliğine taşıyacak olan Türk Seddi, düşmana da korku veriyor.”

Karşıda “düşman” dediği bu devletin vatandaşı olan Kürtlerin kardeşleri, amcaları, teyzeleri…

Devlet, Kürtler arasında duvarı öreyim, Kürt anasını görmesin derken aslında kendi Kürt vatandaşı ile arasına koca duvarı örüyor.

Kürtler kimi zaman bu devletin zulmünden hattın altına kaçtılar. Kimi zaman Baas zulmünden hattın üstüne geçtiler. Saddam’ın attığı kimyasallardan kaçtılar, dağlarda birbirlerine doğru yürüdüler. Ama duvarları yıkmanın yolunu hep buldular, hep buldular…