Önümde mor bir kitap var, bir kadın kitabı, kadınların mücadelesini anlatıyor. İki yıldır cezaevinde tutulan Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak’ın Dipnot Yayınevi’nden çıkan ‘Kürt Siyasetinin Mor Rengi’ isimli kitabı raflardaki yerini aldı.
Kitap cezaevindeki tutuklu kadın belediye başkanları ve milletvekillerinin mücadelesini ve nasıl tutuklandıklarını anlatıyor. Gültan Hanım yerel ve genel siyasette temsil görevi üstlenmiş kadın siyasetçilerin hikâyelerini, cezaevinden cezaevine mektuplar yollayarak toparlamış. Bu süreç başlı başına zor olmuş.
Kitabın girişinde Gültan Kışanak tarafından yazılan, Kürt kadın mücadelesini anlatan bölüm oldukça ufuk açıcı ve bu mücadelenin nereden nerelere geldiğini göstermesi açısından çok kıymetli.
Kadınların sokağa çıktığı 1990 HEP-DEP döneminden başlayarak, kadın kitlesinin nasıl kadın örgütlenmesine dönüştüğünü görüyoruz.
Kadın ilkelerinin ne kadar büyük zorluklarla oluşturulduğu, eş başkanlık uygulaması kararının alındığı 2005 dönemi, kadın kotasının parti içinde hayata geçirilmesi ve bu uygulamalara Kürt hareketi içinden gelen eleştiriler, kadınların bunlarla mücadelesi, özellikle parti içi mücadeleyi anlattığı bölümler çok çarpıcı.
O dönem sık sık söylenen sözler benim de hâlâ kulağımda: “Halk kadın başkan istemiyor”, “kadınlar da hak edip gelsin”, “kadın belediye başkanı olmaz”, “kadın belediye başkanı oy kaybına yol açar”, bitmeyen kadınların ‘nitelik’ tartışması, erkeklerin hatalarının kısa sürede unutulması ama kadınların yaptığı hataların yerden yere vurulması, erkek adaylarda aranmayan özelliklerin kadın adaylarda aranması, “kadınlara biraz yer açalım” dendiğinde demokrasiyi hatırlayan erkek siyasetçiler…
Nitekim Gültan Kışanak, Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterildiğinde de hem kadın hem Alevi kimliği üzerinden parti içi ve parti dışında Diyarbakır’da haksız birçok eleştiriye maruz kalmıştı.
Yerel yönetimlerde kadın belediye başkanları ile başlayan süreç benim için de kıymetli bir öğrenme süreciydi. O dönem Kürt kadın örgütlenmeleri kuruluyor, belediyeler kendi içlerinde kadın merkezleri açıyor, ben de bu örgütlenmelere dışarıdan yardım ediyordum.
Kadın örgütlenmelerine kapasite geliştirme eğitimleri veriyor, nasıl fon bulacakları konusunda ön ayak olmaya çalışıyordum. Gültan Hanım, Çağlar Demirel ve diğer arkadaşlarla o dönem bu örgütlenmeleri kurumsallaştırmak için yoğun mesai harcamıştık. Kürt kadın hareketi açısından iğneyle kuyu kazdığımız bir dönemdi 2000’lerin başları.
Kadın-erkek eşitliği konusunda asıl devrimci dönüşüm bence Kürt belediyeler bünyesinde yaşandı. Tüm belediyeler için uygulanabilecek bazı kararlar alındı.
En az bir başkan yardımcısının kadın olması, kadın personel ve kadın yönetici sayısının artırılması, kadın birimleri kurulması, meclis üyelerinden kadın grubu oluşturulması, belediye meclislerinde kadın-erkek eşitliği komisyonlarının kurulması, belediyeler ile sendikalar arasında yapılan toplu sözleşmelere, ‘eşine şiddet uygulayan erkeğin maaşının yarısının kadına verilmesi’ maddesinin eklenmesi…
Tüm bunlar muhafazakâr Kürt toplumu için devrimci dönüşümlerdi.
2014 seçimleri ile belediyelerde eş başkanlık uygulaması başladı. DBP 102 belediyesinin 96’sında eş başkanlarla seçime girdi. Bugün belediyelerde eş başkanlık hâlâ tartışılan bir konu olarak, Kürt hareketinin gündeminde duruyor.
Bu geniş girişten sonra, kitap cezaevindeki kadınlarla mektup yoluyla yapılan röportajlara odaklanıyor. Aysel Tuğluk, Burcu Çelik Özkan, Çağlar Demirel, Diba Keskin, Dilek Hatipoğlu, Edibe Şahin, Evin Keve, Fatma Doğan, Figen Yüksekdağ, Gülser Yıldırım, Leyla Güven, Mukaddes Kubilay, Sara Kaya, Nurhayat Altun, Sadiye Süer Baran, Sebahat Tuncel, Selma Irmak, Servin Karakoç, Yıldız Çetin, Zeynep Han, Zeynep Sipçik’in hikâyeleri, bu mücadeleci kadınların toplumla, aileyle, partiyle, erkek egemen zihniyetle, devletle mücadele ederek nasıl zorlu bir yoldan geçerek bu noktalara geldiklerini gösteriyor.
‘Yenge başkan’lardan, eş başkan olmaya giden yoldaki taşları kaldırmak hiç de kolay olmamış.
22 kadın siyasetçinin nasıl gözaltına alındıkları, cezaevinde yaşadıklarını da tarihe kaydetmiş Gültan Hanım. Böylece bu kadınların hangi saçma sapan iddialarla cezaevinde tutulduklarını da öğrenmiş oluyoruz.
Cezaevine çocuğuyla girmek zorunda kalanlar, cezaevindeyken yakınlarını kaybedenler, hastalananlar, ama tüm bunlara rağmen baş eğmeyen kadınlar…
Kitabı okurken bir ara bıraktım elimden, bir düş gördüm, Gültan Kışanak’ı düşledim. Bir üniversitede, elinde bu kitap, öğrencilere bu yılları anlatırken.
Bu düşüm gerçek olur mu bilmem ama yanında olup sarılmak istedim ona. Açılışlarda yaptığımız ‘kurdele kesmeye meraklı erkek’ dedikoduları ve egosu yüksek erkeklerin hal ve tavırlarına gülüşlerimiz geldi aklıma.
“Kalabalığı özlediğini biliyorum” demek istedim.
“Biz de seni özledik Gültan Başkan” demek istedim.
Biz de seni!