Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Türkiye’de mayın ve savaş atıkları sorunu

Dersim Ovacık’ta iki gün önce iki kardeş, dört yaşındaki Nupelda ve 10 yaşındaki Ayaz Güloğlu’nun hayvan otlattıkları sırada mayına basarak yaşamlarını kaybetmesi, mayın ve savaş atığı meselesini gündeme taşıdı. Her ay mayın ve savaş atıklarından dolayı birkaç çocuk ölüyor veya yaralanıyor. Temmuz başında bir patlama da Eruh’ta yaşanmış, 13 yaşındaki İsmet Kılıç arazide bulduğu bir cismin elinde patlaması sonucu ağır yaralanmıştı. 

On yıllardır mayın ve savaş atığından kaynaklı patlamalar nedeniyle ölmek veya uzuvlarını kaybetmek Kürt çocukların kaderi haline gelmiş durumda. Çocuklar mayın ve savaş atıklarını oyuncak sanarak ellerine almaktalar ve patlamalar çoğunlukla bu şekilde gerçekleşiyor.

Türkiye’deki mayın ve savaş atıkları meselesine ilişkin tartışmaların doğru bir zeminde yapılmasına belki katkısı olur düşüncesi ile bugün Türkiye’de mayın konusunu detaylı olarak yazmak istedim; konuya uzak okuyucular için biraz uzun ve sıkıcı bir yazı olabilir, şimdiden affola…

Öncelikle mayın tüm dünyada silahların en sinsi olanı olarak tanımlanır ve ulusal ve uluslararası yasalar ve sözleşmeler tarafından kullanımı kesinlikle yasaklanmıştır. Neden en sinsi silah olarak tanımlanır? Çünkü:

Kara mayını kimlik sormaz. Mayın savaşların en çirkin yüzüdür. Düşman ile oyun oynayan bir çocuğu ayırmaz. Kurbanları arasında fark gözetmez.

Bulunduğu yerde onlarca yıl ölüm saçmaya devam eder.  Kara mayınları 75-100 yıl boyunca, hiç bir şeyden etkilenmeden aktif olarak toprağın altında kalabilirler.

Mayının toprağa döşeli olması ve toprağın mevsim koşulları ile hareket etmesi (yağmur, kar, rüzgâr gibi) mayınların da hareket etmesine neden olmaktadır. Böylece; belirli bir araziye döşenen mayının, mevsim hareketleri ile başka bir alana kayması çok muhtemel bir sonuçtur. Mayını tekrar gömdüğünüz yerde bulmanız zordur.

Mayınlar barışı tanımayan silahlardır. Savaşlar bitse, barış ilan edilse bile öldürmeye devam ederler. Ne ateşkes ne barış anlaşması tanımazlar. Bu nedenle kalıcı ve sürekli bir barış için mayınların temizlenmesi gerekir. 

Bugün dünyada 64 ülkede 100 milyonu aşkın kara mayını bulunmaktadır. 1990’ların başlarında MAG (Mine Advisory Group) önderliğinde sivil toplumun başlattığı mayın yasaklama kampanyası Nobel Barış ödülü aldı ve kampanya sonucunda, 1997 yılında kısaca “Ottawa Sözleşmesi” olarak da bilinen “Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme” ülkelerin imzasına açıldı. Sözleşme 1999 yılında yürürlüğe girdi. Ottawa Sözleşmesi taraf devletlere, stoklarındaki mayınların dört yıl, döşenmiş mayınların da en geç on yıl içerisinde sökülerek imha edilmesi yükümlülüğünü getirmektedir. Sözleşme 131 ülke tarafından onaylanmış ve 146 ülke tarafından imzalanmıştır. Türkiye Sözleşme’ye 2003 yılında taraf oldu ve Sözleşme Türkiye açısından 1 Mart 2004’de yürürlüğe girdi. 

Dünyada mayın raporlarını hazırlayan Kara Mayınları İzleme Komitesi’nin (Landmine Monitor) 1999 yılı raporu; Türkiye devletinin 1957-1998 arasında 936.663 mayın döşediğini bildirdiğini belirtmektedir.  Türkiye devleti sadece 1989-1992 yılı arasındaki üç yıllık dönemde güvenlik gerekçesiyle, Doğu ve Güneydoğu’daki güvenlik tesislerinin (karakol,emniyet..vs.) etrafına 39 bin mayın döşemiştir. Yine 1990’larda devlet tarafından boşaltılan köylere, insanların geri dönmesini engellemek için köylerin etrafına mayın döşenmiştir.

Bu sinsi silahı Türkiye’de devlet kadar PKK de kullanmıştır. Temmuz 2006’da Cenevre Çağrısı Örgütü  (Geneva Call) , PKK’nin tek taraflı olarak anti personel mayınını yasaklayan bir anlaşmaya imza attığını belirtti. Bu anlaşma, askeri araçlara karşı kullanılan uzaktan kumandalı patlayıcıları kapsamıyor. (Maalesef Türkiye’de basın, haberlerinde, uzaktan kumandalı patlayıcıları, uzaktan kumandalı mayın şeklinde yanlış kullanıyor, bu nedenle insanlarda PKK’nin mayın kullandığı algısı yerleşiyor, uzaktan kumandalı patlayıcılar mayın değildir). Türkiye PKK’nin yaptığı bu anlaşma konusunda önceden bilgilendirilmediği ve rızası dışında yapıldığını, bu nedenle uygunsuz ve kabul edilmez olduğunu söyleyerek anlaşmaya karşı çıktı. Cenevre Çağrısı Örgütü’nün verilerine göre PKK anlaşmayı imzaladığından beri anti-personel mayın kullanmamış, uzaktan kumandalı patlayıcılar kullanmıştır. Bu patlatıcılar “belli bir hedefe yönelen saldırı” olarak değerlendirildiği için savaş hukuku açısından mayından farklıdır. 

Bugün Türkiye’deki kara mayını sayısının 1 milyon civarında olduğu belirtilmektedir. Yine Türkiye’de depolarda da imha edilmesi gereken 3 milyon mayın bulunmaktadır. Türkiye Ottawa sözleşmesine taraf devletlerarasında anti-personel mayın varlığı ile birinci sıradadır. 

Türkiye’nin 2 bin kilometrelik sınırında 3.5 milyon dönümlük arazi mayınla kaplıdır. Mayınlı arazilerin büyük çoğunluğu ise 600 kilometrelik alanla Suriye sınırında yer almaktadır. Suriye sınırındaki mayınlı sahanın temizlenmesi için, 1975’te ve 1996’da iki defa Meclis araştırma komisyonları kuruldu ve her iki komisyonun düzenledikleri raporlarda bu sahaların mayınlardan temizlenerek tarıma açılması önerildi. 2009 yılında “Mayın Yasası” çıkarıldı. Yasa, sadece Suriye sınırında bulunan mayınların temizliği ile ilgili düzenlemeleri kapsadı. Sınırların iç bölgelerinde bulunan mayınlar, İran ve Irak sınırı, mayından zarar gören sivillere yönelik hiçbir düzenleme içermedi. 2000 yılında Suriye sınırının temizliği bir şirkete ihale edildi ama çok az bir bölüm temizlenebildi, temizlik konusunda ilerleme sağlanmadı. 

Oysa Türkiye’de sınırlarda bulunan mayınlardan çok, sınırların iç bölgelerinde bulunan mayınlar siviller için tehlike arz etmektedir. Türkiye’de mayından kaynaklı yaralanma ve ölümlerin çoğu sınırda değil, sınır içlerinde yaşanmaktadır. Bir anlamda yerel halk mayınlarla iç içe yaşamaktadır. 

Henüz mayınlar temizlenmemişken bu sefer 2015’ten itibaren sokağa çıkma yasakları sırasında kullanılan savaş atıklarının kentlerde kalması sonucu insanlar, özellikle de bu savaş atıklarını oyuncak sanan çocuklar ölmeye başladı. Türkiye ne mayınları ne de savaş atıklarını temizlemeye gereken özeni göstermedi.  Oysa Ottawa Sözleşmesi yükümlülüklerine göre stoklarda bulunan mayınları 2008 yılına kadar imha etmesi, toprağa döşeli mayınları da 2014 yılına kadar temizlemesi gerekiyordu. Türkiye bu yükümlülüğünü yerine getirmediği gibi ek 10 yıllık süre istedi, Birleşmiş Milletler sekiz yıllık ek süre verdi. Kısacası 2022 yılına kadar Türkiye, sınırları içerisindeki mayınları imha etmekle yükümlü. Bu konuyla ilgili tek gelişme, 2015 Şubat ayında Milli Savunma Bakanlığı içerisinde Mayın Eylem Merkezi kuruldu, yönetmeliği oluşturuldu ama fiilen bir türlü çalışmaya başlamadı. Bir ara basında Genelkurmay’ın mayın haritasını kaybettiği haberleri çıktı. 2006 yılında ise bu haritaların bulunduğu haberi yayınlandı. Ancak devletin hiçbir zaman bir mayın haritası tutmadığını belirten Genelkurmay Başkanları da oldu. Görünen o ki Türkiye’de devlet bol bol mayın döşemiş, ama insanların yaşam hakkını o kadar önemsemiyor ki bunun kaydını bile tutmamış. 2022 yılına kadar da mayınların temizlenmesi konusunda önemli bir gelişme olmayacağı aşikâr. Çünkü devletin mayın meselesine bakış açısı sorunlu.  Devlet, mayın ve savaş atığı sorununa bir insan hakları meselesi olarak değil bir güvenlik meselesi olarak bakıyor. 

Bu durumda bizlere, sivil toplum örgütlerine, aktivistlere, hak savunucularına iş düşüyor. Mayın ve savaş atıklarını temizlemesi için kamuoyu oluşturmak; hem hükümete hem konuyla ilgili uluslararası örgütlere baskı yapmak gerekiyor. Yoksa Nupeldalar (Kürtçe yeni açan yaprak demek) açmadan kuruyacak, çocuklar korkunç bir şekilde ölmeye ya da uzuvlarını kaybetmeye devam edecekler. 


© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir