Hürriyet’in sayfalarını Abdülkadir Selvi’nin açıklamaları süslüyordu yine. Sayın Selvi kısaca önümüzdeki yerel seçimlerde HDP’nin kazanacağı belediyelere tekrar kayyum atanabileceğini söylüyordu. Yerel seçimler demokrasinin temel taşlarıdır, hatta en önemli ayağıdır, içinde yaşadığın kentin yönetimine ortak olmak, o yönetimi belirlemektir.
Ama biz Kürtlerin bu en temel demokrasi hakkı iki yıldır elimizden alınmış durumda. Yaklaşık iki yıldır kayyumlu bir hayat yaşıyoruz bölgede. Bu hayat nasıl bir hayat kısaca bakalım birlikte:
Öncelikle kayyumların gelişini hatırlayalım. Kayyumlar bu kentlere ve belediyelere asker, polis, tank, zırhlı araçlarla girdiler. Kayyumların gelişi ile bir yandan belediyeler devasa Türk bayrakları ile donatıldı, öte yandan halkın seçtiği belediye başkanları birçok kentte elleri kelepçeli belediyelerden çıkarıldı.
Diyadin Belediyesi’nin her camından Türk bayraklarının sarkıtıldığı o görüntüsü hala aklımda, sanırım ne ben ne de başka bir Kürt o görüntüyü bir ömür unutmayacak.
Sonra ne yaptı kayyumlar? İlk olarak belediye meclislerini işlevsizleştirdiler. Bugüne kadar kayyumların atandığı hiçbir belediyede meclis toplantısı gerçekleştirilmedi. Halka ait olan bütçeler şuan kayyumların keyfine göre harcanmakta.
Kayyumların harcamalarını denetleyen bir mekanizma bulunmuyor. Belediye meclislerinin işlevsizleştirilmesine paralel, belediyelerin tüm çalışanları, daire başkanları, hizmet alımında çalışan emekçilerine kadar herkes işten atıldı.
Sonra sıra bunca yıl kadın ve çocuk olarak, çok dillilik ve çok kültürlülük açısından edindiğimiz kazanımları yok etmeye geldi. Kayyumlar çok dilli tabelaları kaldırıp yerine tek dilli tabelalar astılar. Amed Diyarbakır’a, Dersim Tunceli’ye döndü.
Bölgedeki 21 kültür merkezi kapatıldı. Parkların, caddelerin isimleri değiştirildi, anıtlar kaldırıldı. Orhan Doğan’dan, Ehmedê Xanî’ye, Roboski’ye, Tahir Elçi’ye, Uğur Kaymaz’a kadar bölgede Kürt kültürüne ve devletin yaptığı katliamlara dair ne kadar anıt, heykel varsa ortadan kaldırıldı.
Kürt halkına ait toplumsal sembol ve değerlere karşı neredeyse savaş açıldı. Tiyatrolar, çok dilli çocuk kreşleri, kütüphaneler, müzik akademileri… Kürt kültürünü yaşatmaya yönelik ne varsa kapatıldı. Bazı taziye evleri yıkıldı.
Kayyumların yöneldiği bir diğer alan kadın merkezleri oldu. Kayyumlar geldikten sonra 43 kadın merkezi, iki sığınma evi kapatıldı. Kayyumlar kadın politikaları daire başkanlıklarını, “Alo şiddet” hattını, kadın otobüs şoförlerini işten çıkardılar, kamusal alanda kadına dair ne varsa silmeye çalıştılar. DBP belediyelerinin hayata geçirmeye çalıştığı çok dilli, çok kültürlü hayat çabalarına ket vuruldu. Ermenice, Süryanice yön işaretleri, hoş geldin yazıları, kurslar, hepsi kaldırıldı ya da kapatıldı.
Elbette DBP belediyelerinin de birçok sorunu vardı, bu belediyelerde de eleştirdiğimiz noktalar vardı, ama gerçek şu ki, DBP’li belediyeler ile her açıdan daha eşitlikçi bir toplum yapısına doğru gidişat vardı. Bu gidişata kayyumlar eliyle ket vuruldu.
Bu yazıyı okuyan birçok kişinin “ama kayyumlar yol yaptı, refüjlere çiçek ekti, birçok ana cadde yenilendi vs…” diyeceklerini biliyorum. Bunları yapmış olabilirler ki, bunlar zaten belediyelerin görevleridir.
Nitekim Diyarbakır’da gerçekleşen harika TÜYAP Kitap Fuarı’na da belediyenin desteği olmuştur. Ama bu yapılan “iyi çalışmalar”ın hiçbiri o koltukların işgal edildiği gerçeğini değiştirmez. Eğer devlet ve kayyumlar bu kadar kendilerine güveniyorlarsa kayyumlar AKP’nin adayı olarak yerel seçimlere girebilirler.
Şimdi “tekrar kayyumlar atanacak” söylemi ile belli ki bir mesaj verilmeye çalışılıyor Kürt halkına. DBP’nin adayını baştan seçmeyin ya da oy kullanmayın mesajı olabilir bu, doğrusu bilmiyorum. Ancak devletin ve kayyumların anlamadığı şey şu:
Kürtler için kendi temsilcisini seçmek bir hayatta kalma meselesi, ayakta kalma mücadelesi, varlığını kabul ettirme meselesi. O yüzden o sandığa gidecek ve kentinin belediye başkanını seçecek. Bir zamanlar ne diyordu Sayın Cumhurbaşkanı: “Seçilmişleri atanmışlara yedirmem”. Şimdiye kadar yedirdi. Bundan sonra da yedirirse bu Cumhurbaşkanı’nın ve bu ülkenin utancı olarak tarihe geçecek.