Kategoriler
Yazılar

Senin baban bir muhbirdi yavrum

Şarkıcı Mabel Matiz geçtiğimiz günlerde, ‘Ya Bu İşler Ne’ isimli klibinde ‘1 dolar’ kullanarak FETÖ’ye destek verdiği iddiasıyla savcılığa ifade verdi.

Haberlerden öğrendiğimiz bir muhbir vatandaşın Mabel Matiz’in BİMER üzerinden ihbar edildiği ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca ihbarı değerlendirip Matiz hakkında soruşturma başlattığı.

Mesele burada sadece bu muhbir vatandaş meselesi değil, böylesi komik, mesnetsiz iddiaları ciddiye alarak soruşturma açabilen savcıların varlığı aynı zamanda.

Mabel Matiz’in başına gelenler bana kendi muhbirlerimi hatırlattı.

Önce 10 ay ertelenmiş hapis cezası aldığım Cizre yazısını ihbar eden muhbir vatandaşları anlatayım: İki muhbir ihbar etmiş beni. İlkinin isminin baş harfleri B.O.Ö, Şükran’dan olma. Eskişehir’den ihbar etmiş beni.

İkinci muhbirim Y.Y., Gülfidan’dan olma, İstanbul Arnavutköy’den ihbar etmiş beni. Ben yine ailelerini düşünerek sadece isimlerinin baş harflerini yazıyorum, ne de olsa muhbirlerim kendilerini iyi biliyor, tabi ben de onları.

Bu iki muhbirin beni ihbar nedenleri “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılama”. Bu muhbirler benim ve yargının iki yılını aldıktan sonra, 10 ay ceza almama neden oldular.

Merak ediyorum bu muhbirler Cizre’yi hiç gördüler mi, Cizre neresidir bir fikirleri var mı, sokağa çıkma yasağı sırasında Cizre’de neler yaşandığını biliyorlar mı, ya da Cizre’de gerçekte ne yaşandığını hiç düşünüp araştırma gereği duydular mı? Tabi ki hayır!

Ya da ben ceza aldıktan sonra “Oh ne güzel oldu, bir terörist kaltağa daha haddini bildirdik” diyerek kutlama mı yaptılar, o gece bir kişiyi daha ihbar etmiş olmanın rahatlığı ile uyuyup güzel rüyalar mı gördüler?

Merak ettiğim bir diğer şey de, bu muhbirlerin anaları, babaları, varsa çocukları, eşleri, dostları, onların muhbir olduklarını biliyorlar mı? Suçsuz insanları ihbar ederek aldıkları para ile ‘vatan borcu’ mu ödediklerini düşünüyorlar?

Muhbirlik sadece bu dönemin Türkiye’sine özgü değil. Uzun yıllardır Türkiye’de geçer akçe. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de de kullanılan muhbirlik sistemi, 2011’de tekrar devreye girdi.

İçişleri Bakanlığı, “İşlenişine katılmamak şartıyla Terörle Mücadele Yasası kapsamına giren suç faillerinin yakalanabilmesine yardımcı olanlara ya da yerlerini, kimliklerini bildirenlere” para ödülü verileceğine ilişkin 2006 yılında kabul edilen 5532 sayılı yasanın 19. maddesindeki hükmü işleme koydu.

Kısaca, “İhbar et, para kazan” olarak özetlenebilecek uygulamaya göre suçluyu yakalatana ya da kimliğini bildirene para ödülü verilecekti.

Ancak son üç yılda iktidarın teşviki ile muhbirlik tavan yaptı. Aynı üniversitede birbirini ‘FETÖcü’ ya da ‘vatan haini’ diyerek ihbar edenler mi, bu işi bir gelir kalemine döndürenler mi, ne derseniz var.

Kimi zaman otobüste arkadaşı ile konuşan kadını takip ediyor muhbir vatandaş, kimi zaman bir taksi şoförü olarak karşımıza çıkıyor.

Kimi zaman bir düğünde Kürtçe şarkı söylenirse rahatsız olup “terör suçu işleniyor” diye ihbar ediyor, kimi zamansa emeğinin karşılığını vermek istemediği bir fındık işçisinden bu yolla kurtuluyor muhbir vatandaş. Kimi zaman da aynı gazetede çalıştığı dostlarını ihbar etmekten çekinmiyor.

İktidarın söylemlerine göre daldan dala atlıyor muhbir vatandaş. Baştaki “kızlı erkekli kim kalırsa haber verin” deyince, hemen işe başlıyor muhbir vatandaş. Ama iktidar için vatandaşı muhbir yapmak da yetmiyor. Sıra esnaflara, muhtarlara geliyor. Esnaflara muhtarlara bu süreçte çoook iş düşüyor.

Sadece batı değil, Kürt illeri de muhbir dolu. Bölgede birçok gence parayla ajanlık yaptırıldığı epeydir konuşulan konular arasında. Kürt kurumlarının ve sivil toplum örgütlerinin içine devlet tarafından yerleştirilen ajan-muhbirlerin listeleri kulaktan kulağa fısıldanıyor. Bugün birçok Kürt siyasetçi bu ajan-muhbirlerin asılsız ihbar ve iddialarından dolayı cezaevindeler.

Burada bir parantez açıp üçüncü ve benim de henüz iki ay önce öğrendiğim başka bir muhbirimden bahsetmek isterim. Bu muhbirim Dicle Üniversitesi’nden bir akademisyen.

Bir yazımdan dolayı beni ‘terörü desteklemek’ iddiasıyla savcılığa bir kez şikâyet etmiş, neyse ki düzgün bir savcıya denk gelmiş, savcı muhbirin yaptığı ihbarı reddetmiş. Bu durum, muhbirimin ağrına gitmiş olmalı ki beni ikinci kez tekrar şikâyet etmiş.

Yoğunluktan bu muhbirim ile henüz ilgilenemedim, en yakın zamanda kendisi ile özel ilgilenip, bir insana asılsız suçlamalar yaparak onun cezaevine girmesi için çaba gösteren kişinin ailesine ve öğrencilerine soracağım: “Eşinizin ya da hocanızın bir muhbir olduğunu biliyor musunuz?”

Tabi bu muhbirlerden çeken sadece ben değilim. Bölgede son üç yılda çatışmaların tekrar başlaması ile her gün savcı savcı dolaşıp barış, adalet, eşitlik için mücadele eden insanları şikayet eden bir grup var.

Daha entel görünen bu uyanık muhbirler bunu BİMER üzerinden değil bizzat savcıları ziyaret ederek, ‘uygun bir üslup’ içerisinde kentte kendilerince ‘teröre destek veren’ yazar, çizer, iş insanı, doktor, öğretmenleri ihbar ediyorlar. Bunlar ayrı bir yazının konusu elbet. Neyse ki küçük kentlerde yaşıyoruz, hiçbir şey dört duvar arasında kalmıyor. Tarih bu insanları da kaydediyor.

Muhbirlik meselesini konuşunca aklıma nedense Türk filmlerinden bir replik geliyor sürekli. Babasız büyümek zorunda kalmış çocuk sorar annesine:

-Anneciğim benim babam kimdi?

-Senin baban bir muhbirdi yavrum.