Rüyalar kana bulanırken özgürce yürünmüyor…

Rüyalar kana bulanırken özgürce yürünmüyor…

Kar yağışı dolayısıyla 2 gündür Dublin’de mahsur kalmış durumdayım. Geçen hafta sonu Dublin’e uçarken aklımda henüz yeni katledilen Özgecan vardı.
Kalemi elime almayı birkaç gez denediysem de Özgecan için yazı yazmayı beceremedim, böylesine bir vahşetten sonra çok zor geldi…

Pazartesi sabah Dublin’de biz de siyahlar giyindik Özgecan için. Gece Dublin sokaklarında yürürken bir grup kadın olarak  en çok konuştuğumuz şey, rahat yürüyebilmenin ne büyük bir özgürlük olduğu idi. Buna resmen susamıştık. Her gece tabanlarımız ağrıyana kadar yürüdük. Rahatsız edilmeden, tacizci bakışlardan uzak, özgürce yürüyebilmek… Sorsalardı ne isterdin diye bu dünyadan, sanırım cevabım bu olacaktı: Özgürce, özgürce yürüyebilmek…
Beraber Dublin’e gittiğimiz kadın arkadaşlarımla yürüyüşler sırasında en çok konuştuğumuz konu bu oldu.  Herkesin Türkiye sokaklarında kötü tecrübeleri vardı, oysa istediğimiz çok basitti, sadece özgürce yürüyebilmek… Göğüslerini gizlemek zorunda kalmadan, dimdik; eteğini çekiştirmek zorunda kalmadan, güvenli adımlarla; başını öne eğmek durumunda olmadan, etrafındaki güzellikleri seyrederek; sürekli bir kaldırımdan diğerine yolunu değiştirmeden, sokak ışıklarının durumuna göre güzergahını belirlemeden, evine güvenlikle döneceğini bilerek, özgürce yürümek…

Bir insan kartopu oynarken nasıl öldürülür?

Dublin’de bulduğumuz her ortamda ilk sorumuz internetin olup olmadığıydı. Ülkeden sürekli felaket haberleri geliyordu. Aklımız hep Türkiye’deydi.
Dublin’in muhteşem parklarında gezerken, böyle başka bir hayat olduğunu görmek, bunu birkaç gün olsa da deneyimlemek, insanın içini acıtıyor. Biz çocuklarımıza kendilerini koruyabilmeleri için biber gazlarının çeşitlerini anlatırken, başka büyüyordu buralarda çocuklar, huzurla, güvenle… Parkta güvenle oynayan çocukları, yerlere uzanmış gençleri  izlerken, tekrar aklıma düşüyor Özgecan, elleri titreyerek kim bilir nasıl korktu yavrum o gazı katilinin yüzüne sıkmaya çalışırken …
Sonra bir haber daha düşüyor twittera. Gazeteci  Nuh Köklü kartopu oynarken öldürülmüş. Şaka olsun diye yalvaran bakışlarla bakıyoruz arkadaşlarımızla birbirimize. Öte yandan konu Türkiye ise şaka olmayacağını biliyoruz.
Katiller artık uzakta bir yerde değil, bindiğimiz minibüsün şoförü, her gün ekmek aldığımız esnaf olabilir… Ürküyorum. Katilin “2 ay sonra beni salıverirler” sözü ve bunun doğruluğunu bilmek canımı acıtıyor… Sürekli kafamda aynı soruyla dolaşıyorum Dublin sokaklarında: Bir insan kartopu oynarken nasıl öldürülür, nasıl?
“Bunun bir rüya olmasını” dileyen Nuh Köklü için içim yanarken, memleketten kadın cinayetleri haberleri gelmeye devam ediyor… İstanbul’dan memleketim Diyarbakır’a kadınlar katlediliyor.
Dışarıdan ülkenin içindeki kabus daha da net görünüyor!
Rüyalar kana bulanırken, artık yüksek sesle sormak durumundayız!
Katilleri 2 ayda salıveren sistemin, eteğimizin boyuyla, doğuracağımız çocuğun sayısıyla, “kızlı erkekli”  oturmamızla uğraşanların, 7 yaşındaki çocukla evlenilebilir diyenlerin, esnafı polisliğe özendirenlerin hiç mi suçu yok!
Doğrusu ülke bu haldeyken, İstanbul’daki kar yağışı dolayısıyla mahsur kaldığım Dublin’de özgürce yürümenin keyfini bile çıkaramıyorum…
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 20.02.2015