Kategoriler
Yazılar

“Kural ve kaide kalmadı, keyfiyet hakim!”

Raci Bilici İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şube Başkanı. 2004 yılından beri İHD’de çalışıyor. Aynı zamanda öğretmen(di). Hak savunuculuğu çalışmalarından dolayı mesleğini bırakmak durumunda kaldı.

Uzun yıllardır tanışıyor olsak da, benim kendisi ile dostluğum 2015 yılında Bölgede çatışmaların tekrar başlamasıyla pekişti. Kimi zaman birlikte Sur’a girmeye çalıştık, kimi zaman yerde bırakılan cenazeleri almaya çalıştık, bazen morglardaydık…

Bu son 2 yılda kişisel olarak sadece bana değil, hak ihlalline uğrayan yüzlerce insana kuvvet verdi.

Bazı röportajları yapmak çok zordur. Bu da öyle oldu. Kaybettiklerimizi anarak sık sık röportajı kesmek durumunda kaldım. Bölgede insan hakları savunuculuğu yapmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım. Tüm hak savunucuları önünde, İHD’nin önünde saygıyla eğiliyorum. İyi ki varlar…

Bugün ve 90’lar birçok açıdan sık sık kıyaslanıyor. İnsan hakları açısından bugünün 90’lardan farkı nedir?

90’lı yıllarda da bu bölgede yoğun çatışmalar, operasyonlar, baskılardan dolayı ciddi anlamda hak ihlalleri yaşanıyordu. Bugün de aynı şekilde hak ihlalleri yaşanıyor. Ancak bugünün 90’lı yıllardan şu temel farkı var: Bugün herhangi bir ilke ve kuralın olmadığını görüyoruz.

Bazı sorunlar, yaşadığınız kültüre ters düşer, çözersiniz, bazen geleneğinize terstir, daha duyarlı olursunuz, uluslararası hukuk normlarına, hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız o çerçevede yaklaşırsınız sorunlara, ya da kendi inancınıza göre hareket edersiniz. Fakat bugün hiçbir kural ve kaide yok artık.

Ciddi anlamda bir keyfilik söz konusu ve muhatap olmama sorunu var. Özellikle son 1 yıldır bu daha da vahim boyuta ulaştı. Biz insan hakları savunucuları olarak, son 1 yıldır, ne bir ilkenin, ne bir kuralın, ne bir kaidenin, ne bir geleneğin, ne bir göreneğin, ne bir yaşam tarzının, yani hiçbir şeye bağlı kalınmadığını ve tamamıyla keyfi hareket edildiğini söyleyebiliriz.

Mağdur olan insanların mağduriyetlerini giderme konusunda hiçbir şekilde muhatap bulamıyoruz ve sorunlar çözülemiyor.

Son 1 yılda her şey daha mı kötüye gitti? 2015-2016’da sokağa çıkma yasağının en kötü döneminde, şiddetli çatışmaların yaşandığı dönemde biz sizinle birlikte hak ihlalleri için mücadele ediyorduk. Sizle birlikte dönemin Valisi ve İçişleri Bakanına gidiyor ve yerde bırakılan cenazeler için sık sık görüşüyorduk yetkililerle. Bugün anladığım kadarıyla o muhataplık da yok, değil mi?

Evet, yok. 90lı yıllarda da yaşam hakkı ihlali yaşanıyordu. Biz bu noktada bir girişimde bulunurken, bir kesim bizi dinliyordu. Bazen siyasal iktidar, bazen yargı, bazen mülki amirler, ama bir şekilde dinleyen vardı.

Şimdi öyle bir şey yok. Şimdi askeri, polisi, emniyeti, mülki idari amirleri, yargı, ve siyasal iktidar hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Kime gidiyorsan aynı cevabı alıyorsun.

Gidebiliyor musunuz, size randevu veriyorlar mı?

Hayır, vermiyorlar. Bazen bir yerde, bir toplantıda gördüğümüzde aynı şeyi söylüyorlar. Dolayısıyla bir fark kalmamış aralarında. Yani tamamı aynı ses, aynı nakarat, aynı cevap. Bu ciddi anlamda sıkıntıdır. 90’larda da yaşam hakkı ihlal ediliyordu, insanlar öldürülüyordu, şimdi de öldürülüyor.

Ama 90’larda böylesi bir tek ses yoktu yine de.

Bir diğer farkı 90’lardan, bugün yargı ciddi anlamda keyfileşti. İnsanlar hiçbir iddianame yokken 1 yıldan fazla tutuklu kalabiliyorlar. Kolluk kuvvetlerinin inanılmaz derecede yetkileri arttırıldı. Kolluk kuvvetlerine hesap sorulamıyor da, çünkü yasa çıkarıldı.

Hatırlarsanız sokağa çıkma yasakları, şehirlerde meydana gelen bu çatışmalı dönem öncesi hükümet çok ciddi bir dokunulmazlık zırhı getirdi kolluk kuvvetlerine.

“Operasyon bölgesinde çatışma alanlarında ne yaparsanız yapın , asla yargılanmayacaksınız, dokunulmayacak sizlere” güvencesi verdi devlet. Bu da 90’lı yıllardan farklı bir şey.

90’larda yaşam hakkı ihlalli yapmış, ya da işkence kötü muameleye bulaşmış insanlar tespit edilebiliyordu. O insanlara yargı bir şekilde soruşturma açılabiliyordu. Şimdi o yapılmıyor, artı zamanaşımı getirildi. Bu insanlar yaşam hakkını ihlal etse de, işkence yapmış olsa da, 20 yıl yakalanmazsa, bir daha hiç yargılanmayacaklar. Hakikat yargı önüne çıkmayacak.

İHD bu süreçte raporlarını düzenli olarak tutmaya devam etti. Böylesi bir dönemde hala hak ihlallerine ilişkin raporları tutabilmek çok kıymetli. Birkaç hafta önce de 2017 Yılı Bölge İnsan Hakları İhlalleri Raporunu açıkladınız. 2015’ten beri Bölgede çok yoğun hak ihaleleri var. 2017 raporunuz neler söylüyor? Hak ihlalleri artıyor mu, azalıyor mu?

2017 raporu şunu söylüyor bize: İnsanlar artık hakkını arama noktasında ciddi anlamda kaygı ve endişe içerisindedir, çünkü hakkını aradığı zaman da yine hak ihlaline maruz kalıyor. Baskıya maruz kalıyor. Kendisini tehlikede hissediyor.

90’larda 3500 köy yakıldı, yıkıldı, boşaltıldı. 4 milyonun üzerinde insan zorla göç ettirildi. Binlerce “faili meçhul” yaşandı. Birçok insan yaşamını yitirdi. Ancak o dönem dahi insanlar şubelerimize gidebiliyorlardı. Bize hak ihlallerine ilişkin müracaatlarını yapıyorlardı. Biz o arşivi tutabiliyorduk.

Şimdi son dönemlerde, özellikle 2017 yılı itibariyle söyleyeyim, demin de bahsettiğim şeylerden kaynaklı olarak (kolluk kuvvetinin ciddi yetkisi var, mülki idare amirleri inanılmaz derece yetkilendirildi) insanlar, artık uğramış oldukları hak ihlallerini, kurumlara bildirmekten imtina ediyorlar.

İşkence vakalarında da aynı durum söz konusu sanırım. İşkencede yoğun artış var ama bildiren insan sayısı çok az.

Evet. 2017 yılı raporunun verilerine baktığımızda Bölgede 18-19 bine yakın hak ihlalli tespitimiz var. Oysa size çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, sadece Diyarbakır’a baksak 18-19 binden daha fazla hak ihlali yaşanmıştır.

Diyarbakır’da evi basılmayan kimse kalmadı, siz bunun en canlı tanığısınız, bunu deneyimlediniz. Binlerce eve baskın yapılıyor sabahın köründe, kapı kırılarak giriliyor, kapısı kırılmadan girilen evlerdeki insanlar şanslı insanlar, onu söyleyeyim.

O an itibarı ile ihlal başlıyor aslında. İşkence, kötü muamele başlıyor, ev dağıtılıyor, özel eşyalara el konuluyor, her taraf didik didik aranıyor. Gözaltı bazen oluyor, bazen olmuyor. Bazen 1 hafta 10 gün gözaltında kalıp çıkıyor.

Basına yansırsa ya da aile bize gelirse haberimiz oluyor. Onun dışında ulaşamıyoruz, haber alamıyoruz, öylece kalıyor. İnsanlar bize başvurmuyor. Bazı aileler ile görüştüğümüzde gelsek ne olur, bir şey değişmiyor ki diyorlar.

Kimi kime şikâyet edeceksin? Bunu ben de çok düşünüyorum.

Doğru ama bu veriler kayda alınmalıdır, bu ihlaller yazılmalıdır. Şuan çözüm alamayabiliriz, muhatap bulamayabiliriz, işkenceyi önleyemeyebiliriz, ya da düşünce, ifade özgürlüğü, örgütlenme, basın özgürlüğü…

Tüm bu ihlallerin önüne geçemeyebiliriz, önleyemeyebiliriz ama bunları not etmek gerekir. Vatandaş şunu söylüyor bize: Hak ihlalini şikayet ettiğimizde daha fazla mağdur oluyoruz diyor. Bu sefer “niye İHD’ye gittiniz, niye baroya gittiniz?” diyerek şiddet uyguluyorlar.

Bu dönemin iki önemli özelliği daha var.

İlki şu: Özellikle son 1 yıldır darbe girişimi sonrası, OHAL’in ilanı ile suç ve ceza şahsilikten çıktı. Suç ve ceza şahsilikten çıkınca kişi artık ister istemez mağdur olsa dahi sesini çıkaramıyor, çünkü çocuğu etkileniyor, ailesi etkileniyor, babası etkileniyor, kardeşi etkileniyor, varsa işyerleri kapanıyor ya da işlevsiz hale getiriliyor.

İkincisi de şu: Suç ve ceza çok orantısız oldu. Siz düşüncenizi ifade ediyorsunuz, örgüt yöneticisi oluyorsunuz; siz savaşa karşı geliyorsunuz, örgüt üyesi oluyorsunuz; siz çocuk istismarına karşı geliyorsunuz yine örgüt üyesi olabiliyorsunuz; ya da örgüt adına suç işlemiş oluyorsunuz, anadilinde eğitimi savunuyorsunuz, yine örgüt üyesi oluyorsunuz.

Dolayısıyla çok ciddi bir orantısızlık var. Tüm bunlar insanların uğramış olduğu mağduriyeti ihlalinin kayda geçmesini, ya da kamuoyuna açıklamasını engelliyor.

Cezaevlerinde durum nasıl?

Cezaevi başlı başına hak ihlallerinin yaratıldığı yerdir. Buralardan da biz sağlıklı bilgi alamıyoruz. Çünkü gidip incelememize izin verilmiyor.

90’larda izin veriliyor muydu?

Bazen özel heyetler girebiliyorlardı, şimdi hiç girilmiyor. Cezaevlerinde çok ciddi bir baskılar var. Gözaltına alınırken, tutuklama sırasında ihlaller var, çıplak aramadan geçirilmek, zorla sevk edilmek, kendi hakkını aradığında tecride maruz kalmak, görüş yasağı getirilmesi…

Bazı kişiler 1 yıl görüştürülmüyor aile ile, yasak getiriliyor, tek hücreye konuluyor, tüm bunlar ciddi ihlallerdir. Bu insanlara ulaşma noktasında sıkıntı yaşıyoruz.

Bir de hasta mahpusların durumu var. Şuanda cezaevlerinde bizim tespit ettiğimiz 1025 hasta tutuklu var. Bütün bu hastaların tamamı ağır hasta, ama bunun içerisinde 357 hasta mahpus var ki artık her an tabutları çıkabilir. Bunların durumu hastanelerin bilim kurullarına gidiyor, orada bir gün bile cezaevinde kalmamalı kararı çıkıyor.

Fakat bu kararın hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Devlet bunu ciddiye almıyor. Adli Tıp kurumunda muayene olsun diyor. Oksijen tüpüne bağlı, tüm organları iflas etmiş, bırakılsa dahi yaşama şansı olmayan, sadece ailesinin yanında yaşamını yitirecek olan hasta mahpus adli tıp kurumuna götürülüyor. Adli Tıp “cezaevinde kalması uygundur” diyor.

Bir dönem Adli Tıp kurumu FETÖ’cülerin elindeydi, onlar böyle kararlar veriyorlardı, bilimsellikten uzak, ideolojik davranıyorlardı ve ırkçı bir yaklaşımları vardı.

Darbe sürecinden sonra Adli Tıp kurumunun içindeki tüm o yapılanma tasfiye edildi, kimisi tutuklandı, kimisi ihraç edildi ama yerine gelenler de aynı şeyi yapıyorlar. O kadar keyfi raporlar, insani olmayan raporlar çıkıyor ki adli tıptan.

Diyelim ki sen tüm bu zorlukları aştın, rapor aldın, bu sefer savcı kişinin yaşadığı yerdeki terörle mücadele şubesine soruyor, “bu kişi bırakılırsa toplumun güvenliği için bir tehlike arz ediyor mu?” diye.

Mahpus açısından her şey bitmiş, sadece nefes alıyor, çıkarsa ailesinin yanında ölecek, yine de terörle mücadele “bırakılırsa toplumun güvenliği için tehlike arz ediyor” diyor ve mahpus bırakılmıyor. Celal Şeker’de bunu yaşadık. Çok uğraştık ama sonuç alamadık, öldü.

Dolayısıyla bu kadar keyfiliğin, hukukun çiğnendiği hiçbir dönem görmedik. Bırakın hukuku bir yana, hiçbir nançta, kültürde yoktur bunlar. Hangi kültür ya da inançta düşüncesinden dolayı 80-90 yaşındaki hasta bir anneyi cezaevinde tutma var?

Bu saydığım nedenlerden dolayı, bugün Türkiye’de hak ihlallerin sayısında bir düşüş görünse dahi bu ihlaller azaldığı için değil, baskının artmasından dolayı insanlar ihlal başvurusu yapmadığı içindir. Tam tersine her alanda bugün ihlaller tavan yapmış durumdadır.

Bu dönem birçok sivil toplum örgütü kapatıldı. İHD nasıl ayakta kalmayı beceriyor? Çalışma koşullarınız nasıl? İHD’ye yönelik özel bir tehdit var mı?

İHD’yi kapatmadılar ama İHD’yi çalışmama noktasına getiriyorlar, işlevsiz hale getiriyorlar, krimanilize etmeye çalışıyorlar. İHD her zaman bağımsız duruşunu korumuştur. Tarafsız olmamıştır. Mağdurdan yana, ezilenden yana, hakkı ihlal edilen, ötekileştirilen, yok sayılandan yana her zaman tavır almıştır, taraf olmuştur.

Bu da siyasal iktidarları inanılmaz derecede rahatsız ediyor. İHD bu ülkede toplu mezar gerçeğini açığa çıkardı, bu ülkede kayıpların olduğu gerçeğini açığa çıkardı. Faili meçhuller olduğunu ispatladı. İnsanlığa karşı işlenen suçları açığa çıkardı.

Bunları yaparken birçok baskılara maruz kaldı, hem sanık oldu, hem mağdur oldu, hem tanık oldu. Birçok yöneticimiz katledildi, birçoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, birçoğu cezaevine girdi. Siyasal iktidarların bugüne kadar raporlarımızda yer alan verilerle ilgili bir tek rakam dahi itirazları olamadı. Bu böyle değildir diyemediler.

Sadece ve sadece bir kez, “sizin raporda yazdığınız evde işkence olmamıştır” dediler. “İşkence evin içinde değil, dışında olmuştur” dediler. Gerçekle hiçbir şekilde oynayamadılar. Bu çalışmalar siyasal iktidarları ciddi anlamda rahatsız ediyor. Nerede bir operasyon olsa, İHD’yi bunun içine monte etmeye çalışıyorlar.

KCK’ye monte etmeye çalıştılar, tutmadı. Sonra DTK’ye monte etmeye çalıştılar. İHD ile sürekli uğraşıldı. Bizim başka yerlerdeki, başka ülkelerdeki insan hakları örgütlerinden şu farkımız var: Bizim kurumlarımızda yönetici olan, çalışan insanların tamamı mağdur olan insanlardır ve o inançla çalışıyorlar.

Yoksa bu zor koşullarda İHD faaliyetleri yürümezdi. Yönetici ve çalışanlarımızın kimisi kardeşini kaybetmiş bu savaşta, kimisi oğlunu kaybetmiş, kimisinin çocuğu müebbet yemiş, cezaevindedir. Bu insanlar İHD’yi ayakta tutuyorlar.

İHD gönüllü çalışılan bir kurumdur. Ekonomik anlamda ciddi sıkıntıları var. Bazı şubeler ekonomik nedenlerle bazen kapanma noktasına da geliyor.

Bu bölgede insan hakları savunucusu olmak ve tüm bu gördüklerinizle baş etmek hiç kolay değil. İHD çalışmalarından dolayı size açılmış davalar da var. Öte yandan öğretmendiniz ve hak savunuculuğu yaptığınız için mesleğinizi bırakmak zorunda kaldınız. Birçok tehdit aldığınızı da biliyorum. Tüm bunlarla nasıl baş ediyorsunuz?

İnsan hakları mücadelesi vermek gerçekten zordur, bu bölgede daha da zordur. 90’larda öğrenci dernekleri başkanıyım. O zaman da gözaltına alındım. Sonra mesleğimi bırakmak durumunda kaldım. Özel kurumlarda çalıştım. Ama şu inancımı hiç yitirmedim. Bu mücadeleyi sürdürmek gerekiyor.

Çünkü geçmişte yaşananları görüyorsun, gelecekte yaşanabilecek şeyleri tahmin edebiliyorsun. Hiç değilse çocuklarımızın kendi haklarıyla, özgürce yaşabilecekleri bir ortam yaratarak gönül rahatlığı ile gözlerimizi hayata yumalım.

Zordur bu mücadele. Bana en büyük destek eşim ve 2 çocuğumun bana olan inancı ve desteği oldu. Eşim de öğretmendir. Hep derim, en büyük hak savunucusu eşimdir. Çünkü benim gecem gündüzüm yok, gelecek miyim, gelmeyecek miyim hiç bunları dert etmeden sürekli yanımdadır. Bu acayip bir destektir.

Psikolojini nasıl koruyabiliyorsun? Ben kendimden biliyorum bunun çok zor olduğunu. Bazen çok öfkeli oluyorum, bazen nedensiz ağlama krizine giriyorum. 2015-2016’da yaşadıklarımız, yerde bırakılan cenazeler, bazı görüntüleri hiç unutamıyorum. Birçok zaman ne gördüğümüzü bile çok düşünemeden başka bir olaya atlıyoruz, çünkü her gün başka bir şeyle karşılaşıyoruz, her gün yeni bir şeyle uyanıyoruz. Bu ortamda psikolojiyi koruyabilmek çok zor, ben koruyamıyorum, senin durumun nedir?

Doğrusu ben de koruyamıyorum. Sadece aile ve çocuklarımız terapi işlevi görüyor, o kadar. İnanılmaz derecede yıpranıyoruz. Öyle başvurular alıyorsun ki burada, bazen aklın duruyor, ya da birebir seninle ilgili oluyor başvuru.

Birgün bir başvuru almıştım, başvuruyu alırken yazıyorum ama bir yandan da her şey tanıdık geliyor. Bir müddet sonra başvurunun üniversitede faili meçhule giden arkadaşım ile ilgili olduğunu anladım. Yani öyle şeyler yaşıyoruz. Psikolojik olarak bunu kaldırmak çok zor.

Bazen toplu mezardaki bir yakınınız çıkıyor. Biz çok mezar açtık. Mesela sen 2 kişi için mezarı açıyorsun, 22 kişi çıkıyor mezarda. Toplu mezarlar, başı kesik olanlar, gözü parçalanmış olanlar, morglar… bunu kaldırmak zordur. İnsan hakları savucuları hem tedavi görmeliler, hem arada dinlemeliler. Ve bence bu kurumlarda fazla çalışmamalılar.

Son olarak, tüm bunları gördükten sonra geleceğe dair umudun var mı?

Hiç umudumu yitirmedim. Ben yaşamımın her alanında bilime inanan bir insanım. Bu yaşananlar bilime, doğaya aykırıdır. Doğa, bilim bunu kabul etmez, hakikatler bir gün çıkar ortaya. Herkes doğada kendi yerini alır. Kim nerde duruyorsa orada yerini alır.

Siz bir canlıdan onun hakkını almışsanız, doğa onu teslim eder sana, kesinlikle eder.

100 yıldır kurumuş bir derede bile siz bir bina dikerseniz, bir gün bir sel kalkar, o su akar ve o binayı yerle bir eder. İnsanların bir gün haklarıyla, özgür bir biçimde yaşayacaklarına dair inancım hiçbir zaman bitmedi.

Çünkü doğa bunu gerektiriyor, hayat bunu gerektiriyor ve bu böyle de olacak.