Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Kimse artık ‘barış’ı diline almıyor

Uzun bir aradan sonra memleketteyim. Memleket sıcak ve virüsle boğuşuyor. Konuştuğum herkesin bir yakını ya da komşusu kovid pozitif. Benim akrabaların da bir kısmı hastalıkla mücadele ediyor.

Diyarbakır’da hastanelerde yer bulmak neredeyse imkânsız. Kovid teşhisi konulan hastaların çoğunluğu evde, uzaktan doktor desteği ile tedavi olmaya çalışıyorlar.

Her gün ölüm haberleri geliyor. İnsanların çoğunluğu maskeli, kişisel önlemlerini almaya çalışıyorlar. Küçük oğlum gibi sınav yılı olan çocuklar için okullar part-time açıldı. Şu an için sınıfta 1 sıra dolu-1 sıra boş şekilde oturuyorlar.

Açılan okullarda önlemler alınmış olsa da, her hâlükârda çocuklar arasında temas oluyor.
Bizler de çocuklar da, diğer aileler gibi biraz Allah’a emanet gidiyoruz.

Şehirde her yer açık. Düğünler son hız devam ediyor. Düğün ve taziyeleri eleştiren birçok insan da, aile, toplum baskısıyla katılmak zorunda kaldığını söylüyor. Düğün ve taziyeler tamamen yasaklanmadıkça kovid ile mücadelede Diyarbakır’da ilerleme kaydetmek zor görünüyor.

En çok özlediğim yer olan Sur’a gidiyorum. Sur’da maske takan insanların daha az olduğu dikkatimi çekiyor. Esnafın da ciddi bir kısmında maske yok. Konuştuğum her esnaf çok zor durumda olduğundan, yakında dükkânı kapatmak zorunda kalabileceğinden bahsediyor.

2015 kent çatışmalarından beri çok kötü olan ekonomik durum felç olmuş durumda. İşsizlik çok yaygın. Kiminle konuşsam iş arıyor. Her gelen iktidarın büyük vaatlerle açtığı fabrikalar tek tek kapanıyor, Diyarbakır Organize Sanayi Sitesi kan ağlıyor.

Sur’da 6 mahallede yasak devam ediyor, bunu daha sonra ayrıntılı yazacağım. Yasaklı alanda yeni yapılan evlerin nasıl, kimlere verileceği hala bir muamma. Akşam çöküyor, Sur hızla tenhalaşıyor. Yerler çöp dolu. Çoğunluğu çocuk olan sokak satıcıları el arabalarını toparlıyor. 7000 yıllık kentimin çöp içindeki yoksul halini soluyarak yasaklı alana paralel yürüyorum.

Tanıyan biri durduruyor:

“Hoş geldin memlekete abla.”

“Hoşbulduk. Nasıl gidiyor?”

“Her geçen gün daha da kötü. Eve ekmek götüremiyoruz.”

Uzun uzun ekonomik kriz ve yoksulluğu konuşuyoruz. Barış kelimesinin artık sadece siyasetçilerin değil, halkın dilinde olmayışı da dikkatimi çekiyor. Sohbetin sonuna doğru soruyorum “ya barış?” diye. “Onu artık unuttuk be abla” diyor.

Bir 1 Eylül daha gelirken, barış Diyarbakır’da gittikçe eski bir rüyaya dönüyor.