Kategoriler
Yazılar

‘HDP 1 Kasım oylarını yakalamış değil, baraj tehlikesi çok ciddi’

Reha Ruhavioğlu Bölgede hak mücadelesi verenlerin yakından tanıdığı bir isim. Uzun yıllar Mazlum-Der’de çeşitli görevlerde bulundu. Geçen yıl Mazlum-Der’deki tasfiye operasyonu sonrası, Mazlum-Der’den ayrılan ekipte bulunuyordu. Şimdi Hak İnisiyatifi bünyesinde hak mücadelesine devam ediyor.

Henüz geçen ay Diyarbakır’da kurulan Rawest isimli kamuoyu araştırma şirketinin de kurucularından. Reha ile hak mücadelesini, Rawest’in seçimlere ilişkin Kürt illerinde yaptığı kamuoyu araştırmasını, 24 Haziran seçimlerini ve elbette Kürtleri konuştuk.

Reha, seni tanımakla başlamak isterim. Buralı mısın?

Urfalıyım. Diyarbakır’a 2010 yılında geldim. Bireysel olarak, bir yerlerde yazarak hak mücadelesinin ucundan tutumaya çalışıyordum. Bu işlere tabiri caizse bulaşmam Roboski ile başladı. Roboski katliamından sonra Roboskililerin ağzından bir yazı yazmıştım. Sonra Mazlum-Der den bana ulaştılar ve dediler ki biz bu 34 insanın ağzından mektuplar şeklinde bir Roboski İçin Adalet Kampanyası yapmak istiyoruz.

Bu mektupların yazımında yardımcı olur musun dediler. Öyle başladım Mazlum-Der’e. Roboski Mektuplarını birlikte yazdık. Sonra Roboski İçin Adalet Platformunu kurduk.

Roboski İçin Adalet Platformu devam ediyor mu?

Hayır. 34 mektup yazdık ve birkaç farklı şehirde stantlar kurdu. Platformu Mazlum-Der kurdu. Artık Mazlum-Der’de olmadığımız için Mazlum-Der bünyesindeki tüm kampanyalar sonlandı. Ancak Roboski davasını yeniden başlatmak için elbette bir şeyler yapmak lazım.

Bunu konuşuyoruz kendi aramızda. 2012’den 2017’nin Mart ayına kadar beş tam yıl Mazlum-Der Diyarbakır’da üyelik, yöneticilik; merkezde üyelik ve yöneticilik gibi görevlerde bulundum. Sonra 2017’de Mazlum-Der’de bir tasfiye yaşadık. O zamandan beri de Hak İnisiyatifi adıyla bu çalışmaları yürütüyoruz. Bildiğim kadarıyla yakında Hak İnisiyatifi dernekleşti.

Daha önce Mazlum-Der’de yaptıklarımızı şimdi Hak İnisiyatifinde yapıyoruz. Mazlum-Der’den tasfiye edildikten sonra uzun süre bir tartışma süreci geçirdik. Bazı yeni arkadaşları aramıza davet ettik. Uzun tartışmalar neticesinde yeni bir kurumsallık ortaya çıktı. Resmi olarak Hak İnsiyatifi yeni bir yapı fakat gayri resmi olarak bir yıldan fazladır sürüyor. Bu anlamda ben Türkiye insan hakları mücadelesine başka bir koldan katkı yapacağını, bir kapı açacağını ümit ediyorum.

Geçenlerde de Rawest isminde bir araştırma şirketi kurdunuz. Neden böyle bir araştırma şirketine ihtiyaç duydunuz?

Aslında 2017’den beri Rawest var, fakat resmi bir tüzel kişiliği yoktu. İki üç arkadaş bu işi ne kadar yapabiliyoruzu görebilmek için bir yıl kadar denedik kendimizi. 16 Nisan referandumun Bölgedeki 14 şehirde bir yoklama yaptık. Ve şehir bazlı tahminlerde öngörülerde bulunduk. Sonra 2017 Kürdistan referandumunda Güney Kürdistan’a gidip orada kamuoyu yoklaması yaptık.

Bu kamuoyu yoklamalarını o dönem yayınladık. Kürdistan siyaseti ile ilgili sahadan edindiğimiz bazı izlenimler üzerinden bazı ön görülerde bulunduk. Bütün bu tecrübeleri ve denemeleri yaptıktan sonra bu işin mümkün olabileceğini düşündük ve 5 arakadaş Rawest araştırma şirketini kurduk.

Anladığım kadarıyla tüm Kürdistan genelinde çalışmalar yapacaksınız, değil mi?

Evet. Rawest’in çalışma kapsamı Kuzey ve Güney Kürdistan ağırlıklı olmak üzere territoryal olarak Kürdistan. Kuruluş aşamasında, “Türkiye kamuoyunu da sağlıklı bilgilendirecek sivil toplum kuruluşu mu kuralım, yoksa bir araştırma şirketi mi kuralım”ı tartıştık.

Şu sonuca vardık. Bölgede iyi kötü itibar edilebilir sivil toplum kuruluşları var. Fakat dört başı mağrur, bizim içimize sinecek bir araştırma şirketinin eksikliğini hissettik. Sivil topluma rakip olacak yeni bir sivil toplum örgütü yerine, onlarla kol kola girecek, onlara kolaylık sağlayacak bir kurumsallık ortaya koymak istedik.

Sadece seçime denk geldiği için seçim yoklamalarıyla anılıyoruz ancak biz sivil toplumun kapasitesini geliştirebilme ve sivil toplumla ortak işler yapabilmeyi umuyoruz. Sivil topluma yapabileceği işlerle ilgili fikirler götürebilme ve beraber işler yapma gibi bir niyet ve misyonla hareket ediyoruz. Bunun yanında elbette ekonomik araştırmalar yapıyoruz.

Muradımız şu: Bölgede nitelikli, rasyonel ve objektif bir bilgiyi, bizim de içimize sinecek , bizi de tatmin edecek güvenirlikte üretmek.Ve buradan hem sivil topluma, hem siyasete, hem de Türkiye kamuoyuna politika üretirken güvenebilecekleri, bizimde güvenebileceğimiz bir bilgi sunmak.

Türkiye’nin bütün büyük araştırma şirketleri ve merkezleri Ankara ve İstanbul merkezlidir. Biz bölge merkezli böyle bir kurumsallığın gerektiğini düşündük. Bunun için bölgeyi baz alıyoruz. İyi bildiğimiz, iyi tanıdığımız, bütün şehirlerine defalarca ayağımızın değdiği, dolayısıyla daha sağlıklı bilgi üretebildiğimiz, fikir üretebildiğimiz yerler.

Bölgeye ilişkin dışarıdan yapılmış araştırmalarda eksiklikleri sık sık görüyoruz. Hatta bazen ciddi yanılmalar görüyorum. Bunun bir nedeni bence şu: Kürt sorunu çok hislerle ilgili de bir durum. Bölgenin dışından insanlar o araştırmaları yapınca bunu hissedemeyebiliyorlar. Çünkü Kürt sorunu hislerle, hissiyatla çok ilgili bir şey. Burada yaşamış olmakla, bir dolu şeye şahitlik etmiş olmakla ilgili.

Evet, katılıyorum. Bölge deney alanı gibi oldu. Dışarıdan insanlar bir iki günlüğüne gelip, bir şeyler toparlayıp, çekip gidiyorlar. Biz böyle olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Buraya dair bir bilgi ihtiyaçları olduğunda, bunu burada yaşayan, buranın demografisine hakim, sosyolojisini bilen tanıyan kurumlarla yapıp, bu eksikliği onun üzerinden gidermelerinin daha anlamlı olacağını düşünüyoruz.

Öte yandan bizim Kuzeyi Güneyle (Kuzey Kürdistan-Güney Kürdistan), Güneyi Kuzeyle ilgili bilgilendirmek gibi bir derdimiz de var. Türkiye’deki erken seçim havası, atmosferi başladığı için bu konuda henüz bir şey yapamadık.

Güney ve Kuzey birbirini sosyolojik, ekonomik, başka faktörler açısından da tanıyabilsin istiyoruz. Örneğin oradaki referandum sürecinden sonra buradaki Kürtler neler yaşadı, ya da çözüm süreci başladı, bitti, savaş oldu. Güneyliler Kuzeyde bütün olan bitene nasıl baktılar. Birbirinden haberdar etmek istiyoruz.

Biz Kürtler birbirimizden haberdar değil miyiz?

Birbirimizi aslında pek tanımıyoruz. Kuzeyliler dört parçanın diğer üç parçasını bile çok iyi tanımıyorlar. 2012 yılına kadar Kobani’nin neresi olduğunu, Urfa Suruç’ta yaşamıyorsanız kimse bilmiyordu. Şimdi buradaki insanlara Güney Kürdistan meclisindeki en büyük dört partiyi sorsak, çoğu bilmez.

Güney’deki sivil toplum nasıldır, neler yapıyorlar burada bilinmiyor. Buradaki çözüm süreciyle ilgili Güneydeki halk ne düşünüyor? Bizler siyasetçilerin mesajlarını biliyoruz. Onlar üzerinden daha çok birbirimizle kavga ediyoruz. Ancak biz bunun yerine birbirimizin gündelik hayatlarını, toplumsal yapısını, oradaki ekonomik düzeni, politik düzeni, sivil toplum atmosferini, oradaki insanların yaşam tarzlarını insanlar daha yakından bilsinler istiyoruz.

Çünkü kabul edelim etmeyelim birbirinden uzak düşmüş iki parça Kuzey ve Güney Kürdistan. Birisi Irak ve onun kültürüyle yıllarca iç içe olmuş, Arapça ve Soranice gündelik yaşamda yaygın. Diğeri ise daha çok Türk modernleşmesinin etkisinde kalmış, Türkçe ve biraz Kürtçe bir hayat. Burası yüzünü daha Batıya dönmüş. Yani biz imkân el verdiğince iki tarafı birbiriyle ilgili bilgilendirmek ve daha rahat diyalog kurmalarını sağlamak istiyoruz.

Kürtlerin birliği çok tartışılan bir mesele. Güney Kürdistan’daki referandumdan sonra Kürtler arasındaki ayrışmalar ayyuka çıktı. Daha sonra ulusal birliğe yönelik bazı toplantılar yapıldı. Ben de katılmıştım, sen de. “Kürdün kendinden başka bir düşmana ihtiyacı yok” sözü iyice yerleşti bu topraklarda. Sence birlik olamamanın temel nedenleri neler?

Bunun temelinde siyasal hareketlerin kendi öncelikleri ve bu önceliklerden taviz vermemeleri geliyor. Bunu dört parçadaki birbirine benzeyen ya da farklılaşan tüm aktörler için söylüyorum. Başları sıkıştığında bir birlik meselesini seslendiriyorlar. Ancak ellerinin güçlü olduğu dönemde kendi görüşlerini sürekli diretiyorlar karşı tarafa. Bu siyasal aktörler farklı siyasal dünyalarda yaşıyorlar ve farklı topraklarda yaşıyorlar yani siyaset yaptıkları dengeler farklı.

İçinde bulundukları bloklar birbirinden farklı. Hem de kendi menfaatlerini çoğu zaman öncelikli koyuyorlar. Kobani sırasında da her iki gücün de, peşmerge ve YPG’nin kendilerinden taviz vermediği durumlar yaşandı maalesef.

Oysa benim gözlemim Kürt halkının genelinin Kürtler arası çatışmalardan rahatsız olduğu yönünde.

Evet. Özellikle Güney bu ulusal birlik meselesi ile daha ilgili. Çünkü gözü bir yandan Kuzeyde. Biz buradan kendi Batımıza daha çok bakıyoruz. Erbil’e çok bakmıyoruz. Diyarbakır çok politik bir kent. Burada bile Kürt partiler bir araya gelemiyorlar. Sürekli birbirlerini suçluyorlar ve birbirlerini Kürtlerin menfaatini ikinci plana atmakla suçluyorlar. Dolayısıyla bir kırgınlık, küskünlük var.

Ancak bütün bu yaşananlardan bir ders alınır mı bilmiyorum. ​Kuzey’de bir çatışma oldu. Yıkım yaşandı. Güneyde Kerkük elden gitti, Barzani başkanlığı bırakmak zorunda kaldı. İyi günlerin arkasından böyle kötü günler yaşadık. Acaba birbirimize karşı daha merhametli, daha tavizkar olamaz mıyız? Herkesin külahları önüne koyup düşünmesi gerekiyor. Kürtler arası bir çözümün moral motivasyonu arttıracağına inanıyorum.

Maalesef önümüzdeki seçimler için de Kürt partiler Kuzey’de bir birlik oluşturamadılar.

HDP mevcut seçimler özelinde batıda nasıl sol adaylarla, sol gruplarla bir sinerji yakalanıp bir ittifak yapılabildiyse, bölgedeki diğer Kürt gruplarıyla, hareketleriyle , partileriyle daha taviz kar ya da daha olumlu sonuçlanacak bir birliktelik kurabilmesi gerekiyordu. Burada kim suçlu, kim günahkar çok bilmiyoruz. Detaylara çok vakıf değiliz. Maalesef Kürtler arası bir ittifak gerçekleşmedi.

HAKPAR bağımsız adaylarla giriyor. Diğer bir kaç küçük AZADİ gibi, PAK gibi, PSK gibi partiler de ittifak kurulamadığını söylediler. HÜDA-PAR’la bir şey söz konusu olamadı.

HÜDA-PAR zaten AKP’yi destekleyeceğine ilişkin bir açıklama yaptı.

Başkanlık seçiminde Erdoğan’ı destekleyeceğini söyledi ama öncesinde biliyorsunuz bir ittifak söylentileri vardı. Olabilirliği düşük bir şeydi zaten, ancak belki bir araya gelinebilirdi. Şimdi biz barış meselesini de çalışan, buna kafa yoran insanlarız. Bunu sen de çok iyi biliyorsun, devletle PKK ya da hükümetle HDP arasında her şeyin kötü gittiği dönemde bile bir diyalog kanalının açık olması gerektiğini söyleyen insanlarız bizler. Böyle durumda tabi ki HDP ile HÜDAPAR arasında bir diyalogun olması çok önemli.

Biraz da Rawest’in 24 Haziran seçimleri için yaptığı kamuoyu yoklamasını konuşalım istiyorum. Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli, Urfa, Van’ı kapsayan bir araştırma bu. Ben epey detaylı okudum. Sonuçları doğrusu beni çok şaşırttı. Hem Bölgede kendini dindar-muhafazakar olarak tanımlayanların oranı çok yüksek çıkmış ve yine araştırmaya katılanlar en temel sorun olarak %57 işsizlik, %21 Kürt sorunu, %15 eğitimsizlik diye belirtmişler. Aynı şey oy kullanırken önceliklerde de ortaya çıkıyor.

Bizler politik insanlarız, sivil toplumcuyuz ve bazen bütün dünya böyleymiş gibi düşünebiliyoruz. Oysa mesela bölgede yaşamasına rağmen bir çözüm sürecinin yaşanıp yaşanmadığından haberdar olmayan bir kesim bile var. Evin içinde, apolitik, sizin kaynaklarınızla beslenmiyor. Araştırmada yaş ve meslek gurubu dağılımı oluyor. Sokaktan çevirdiklerinize sormuyorsunuz, hanelere girmişiz.

Araştırmanın sağlıklı sonuç vermesi açısından bunların çalışan olması , ev hanımı olması gibi kotaları var. Bu araştırmaya katılan insanların %51’i herhangi bir işte çalışmadığını söylemiş.Bu çok büyük bir rakam. Eğer herhangi bir işte çalışmıyorsanız ve maddi yoksunluk çekiyorsanız, sizin için ekonomik sorun anadilden daha önemli bir hale gelebilir.

Ancak şundan eminiz ki Kürt meselesi önemsiz değil. Çünkü insanlar birden fazla seçenek işaretliyorlar.Bir ekonomi diyor, iki Kürt sorunu diyor, anadilde eğitim diyor…vs.

Ama yine de sizin araştırmada belirleyici bir şekilde ekonomi temel sorun olarak ortaya çıkmış.

Ben onu şöyle okuyorum. Şimdi bir çözüm süreci vardı ve Kürt meselesi bütün hayatımızın odağındaydı, merkezindeydi. Ekonomiden de, başka şeylerden de daha merkezdeydi. Sonra bunun üzerine bir çatışma hali yaşandı. İnsanlar çok ciddi manada mağdur oldular. Şimdi bu çatışma bitti, yaralarının sarılması gerekiyor. İşin duygusal olarak yara sarma kısmını zaten her iki taraf da yapamadı, yapmadı.

İkincisi ekonomik rehabilitasyon. Ekonomik düzeltmeyi hükümetten beklersiniz. İnsanların evleri yıkılmış.

Evlerinin karşılığında çok cüzzi paralar teklif ediliyor. Devlet bunların karşılığını vermiyor. İşsizlik bölgede Türkiye ortalamasının nerdeyse iki katı. Fakat görüyoruz ki bu çatışmadan sonra üçe katlanmış. Çatışma dönemindeki kayıplardan kaynaklı bu borçlar, ekonomik geçimsizlik ister istemez Kürt meselesinin önüne geçmiş oldu.

Bizler iyi kötü orta sınıf ya da üstü insanlarız. Biz bile artık bazı şeylerden kısıyoruz.Örneğin ayın sonunu rahat olarak getirebilen bir insan olarak, kendimi söyleyeyim, işte buraya çocuğu göndermesem mi , onu şöyle yapmasam mı diye hesap kitaplara girdik. Çünkü düzenli ödeyebildiğimiz borçlar düzensizleşti. Bir ödüyorken üç ödemeye başladık.

Halk hükümetin bununla ilgili sağlıklı adımlar atmasını bekliyor, hükümet ise atmıyor. İkincisi de genel olarak da ekonomi kötüye gidiyor. Hepimizin yoksullaşmasının üstüne bölgenin yoksulluğunu ekliyoruz, bir de bölgede ki çatışma halinin sonucunda ortaya çıkan yoksulluğu ekleyince durum vahimleşiyor. Bu nedenle Bölgede ekonomi en önemli sorun olarak ortaya çıkıyor. Politik insanlar öncelikli Kürt sorununu söylüyorlar. Ama ekonominin Kürt meselesinin önüne geçecek kadar büyük bir soruna dönüştüğünü söyleyebiliriz. Buna dair acil önlemler almak lazım.

Tüm Bölge her anlamda bir yıkım yaşadı. Sur’da yaşayanlar ve Sur’un esnafları hala kendilerine gelemediler. Bölgede yüz binlerce insan hala evsiz. TOKİ’ler yapılıyor bazı illerde, ama teslimatı bu yılın sonunu bulacak diyorlar.

Biliyorsunuz devlet insanları borçlandırıyor. Sur’da insanlar eskiden iyi, kötü yaşayabiliyordu. Şimdi diyor ki senin evin 20 bin lira ediyordu, biz sana TOKİ’den ev vereceğiz ama o ev pahallı, sen bize ayda 500 lira ödeyeceksin. Ya bu adamın evi yıkılmış zaten, adam şimdi ayda 500 TL’yi nasıl ödesin.

Sur’la ilgili yapılan bir iki araştırmada ben de çalıştım. İnsanların çoğunun 1000-1500 arası bir geliri var. Bu insanı şimdi götürüp nasıl TOKİ’ye koyacaksın. Ayda 500 TL. ödemek bu insanlar için çok büyük bir şey.

İnsanlar zaten yoksuldu şimdi daha büyük bir yoksulluğun içinde hissediyorlar kendilerini. Eskiden diyordu ki ben kendimi yoksul hissetmiyordum. Fakat şimdi hissediyor. Çünkü şimdi kira ödüyor. İş düzeni bozulmuş, iş bulamıyor. Ve büyük bir yıkım yaşıyorlar. Ekonomi bu yüzden bu araştırmada çok öncelikli bir sorun olarak ortaya çıktı.

Araştırmaya dönecek olursak, beni şaşırtan bir diğer sonuç, “başkanlık referandumu tekrar yapılsa, hangi seçeneğe oy verirdiniz?” sorusuna verilen yanıtta değişiklik çok az görünüyor. “Hayır” diyen yine hayıra verirdim diyor, “evet” diyen de yine evete verirdim diyor.

Referandumda “evet verdim yeni evet veririm” diyenlerin oranı %34. “Hayır verdim yine hayır veririm” diyenlerin oranı %42.6, kararsızlar %17,4. “Evet verdim, bugün olsa hayır verirdim” diyen %3.4. “Hayır verdim bugün olsa evet verirdim” diyenler %1.5. Bu son grubu nasıl açıklayacağız bilmiyorum.

Bunlar bazen anketörü yanıltmak için söylenebiliyor, bazen de ya lanet gelsin başkanlığa verelim ne oluyorsa olsun diye düşünenler var. Ama kararsız ve “evet verdim ama bugün hayır verirdim” diyen %20’lik bir kesim var. Bu az bir kesim değil. Bölgede ilk defa 7 Haziran’da HDP’ye oy vermiş, 1 Kasım’da da vermiş, sonra referandumda evete dönmüş muhafazakar, dindar Kürtler var.

Yani Bölgedeki AKP seçmeninin beşte biri şu anda kararsız. Bugün referandum olsa ne yapacağını kestiremeyen ya da evet dediği için pişman olmuş %20’lik bir kesim var. Bu kararsızların kahir ekseriyetinin biz evet verenler arasından olduğunu biliyoruz. Yani hayır ile evet arasında ki makas hayır lehine daha fazla açılmış görünüyor.

Araştırmanıza göre, HDP’nin bu şehirlerde en geriye düştüğü 16 Nisan 2017 sonuçları baz alınacak olursa, HDP, yükselen bir ivme kazanmış görünmekle birlikte bu şehirlerin genelinde hala 1 Kasım 2015 oyunun altında görünüyor, bunu açar mısın?

1 Kasım’dan sonra biz 16 Nisan referandumunu yaşadık.16 Nisan referandumuna kadar biz bir darbe yaşadık. Hükümet ve devlet buradaki toplumsal rızayı ya da meşrutiyeti iyi, kötü kendine biraz daha çekebildi. Yani HDP oyları 7 Haziran’dan 1 Kasım’a düştü ama 1 Kasım’dan 16 Nisan’a kadar da düşmeye devam etti. Bir kere bu noktada biz eminiz.

AKP oyları da Bölgede 16 Nisan referandumuna kadar yükselmeye devam etti. Bölgede 25 bin oy aldığı yerden oyları 75 bine çıktı. Katılım oranı da çok düştü. Bu sandığa gitmeyenlerin çoğu HDP seçmeniydi. Referandumda toplamda HDP’den evete geçmiş iki yüz bin kadar oydan bahsedebiliriz. Varto gibi yerlerde örneğin AKP 1 Kasım’da bile 25 bin oy almışken, 16 Nisan referandumunda bunun iki katı kadar oy aldı.

Bir kaç sebebi var bunun. Birincisi ilk kez HDP’ye oy vermiş insanlar hemen çatışmanın geri dönmesiyle birlikte bu oylarını geri çektiler. Çünkü bu insanlar daha önce AKP’ye oy veriyorlardı. İkincisi, bütün bu şiddetin üstüne bir de darbe geldi. Ve sürekli hedefte Tayip Erdoğan vardı. Yani odak kişiydi. Bir parti siyasetinden kişi siyasetine dönüşmüş oldu.

Ve bu adam şunu söyledi. Ben başkanlık sistemini getirmek ve işi çözmek istiyorum dedi İnsanlar belki olabilir diye düşündü. 16 Nisan referandumunda AKP’nin bölgedeki en temel propaganda argümanı şuydu: Başkanlık geldiğinde Kürt sorununun çözümü daha kolay olacak. Ve o dönemde HDP nin üzerindeki baskılar çok yoğundu, sokağa çıkamadı. Burada HDP’nin müzik çalan otobüsü mühürlendi. Mikrofon alındı. Orantısız bir devlet gücü ile HDP susturuldu.

HDP bir barış projesiydi. Dolayısıyla barış ortamında insanlar oylarını AKP’den alıp HDP’ye getirdiler. Bölgede ki Kürtler açısından söylüyorum. Çatışma döndüğünde suçluya suçsuza belki bakmazsızın geri dönenler oldu.

Bir de istikrar kilit bir argümandı. İstikrar olmadığı için bunlar oluyor, istikrar olsa Bölgede beyaz toroslar dolaşmaz, bir daha ekonomi bozulmaz… vs. dendi.

Dolayısıyla 16 Nisan referandumuna kadar AKP oyları yükseldi. Ama 16 Nisan’dan sonra AKP oyları düşmeye, HDP oyları ise Bölgede yükselişe başladı. 5-6 Mayıs’ta yaptığımız araştırmaya göre HDP Bölgede %47-48 bandında, referandumdaki oylarının 3-4 puan üzerine çıkmış durumda.

HDP barajı geçecek mi, ne düşünüyorsun?

Şöyle bir durum var. HDP yükselmeye devam ediyor. AKP de düşmeye devam ediyor. Bu hafta sonu bir araştırma daha yapacağız farkı görebilmek için. Ama 5-6 Mayıs verileriyle konuşacak olursak, henüz HDP kendi 1 Kasım oylarını yakalamış değilken baraj tehlikesinin çok ciddi olduğunu söylemek mümkün. Yani bütün Türkiye sathında bir araştırma yapmadık. O yüzden net bir şey söylemek mümkün değil.

Ancak şunu söyleyebilirim. Türkiye sathında araştırma yapan güvendiğimiz kaynaklarla kendi verilerimizi karşılaştırdığımızda bizim HDP’nin baraj altında kalma olasılığı kaygımızın yerinde bir kaygı olduğunu görüyorum. Ama Bölgede bir 7 Haziran havası var, bu oylarda bir patlama yaratabilir. Ancak 7 Haziran aktörleri yok.

Yani 7 Haziran’ın HDP’si yok. Saadet muhafazakâr oylara oynuyor. Saadet ile HDP’nin toplamı o sinerjiye ulaşabilir mi bilmiyorum. Burada önemli olan ve belirleyici olan %20’lik kararsız muhafazakâr Kürt oyları.

AKP’nin giderek sertleşen politikası, OHAL’den sonra HDP’ye nefes aldırmayışı, referandum sırasında Barzani’ye karşı kullandıkları dil…

Bütün bu söylemin küstürdüğü ciddi bir kitle var. Bu kitle şuan AKP’den kopmuş, bir yerde bekliyor. Bu kopanların bir miktarı HDP’ye, bir miktarı da Saadet’e geçmiş durumda.

Diyelim ki kopan %20 ise bunun % 5-6’sı dağılmış durumda. Yalnız %14-15’i hala bekliyor, kararsız. AKP’nin, HDP’nin ve Saadet’in ve hatta HÜDA-PAR’ın ne yapacağını bekliyor. Şimdi AKP bunları iteklemeye devam ederse bunların doğal olarak Kürtlük üzerinden HDP’ye gelmeleri muhtemel. HDP bunlara muhafazakar tonu da içeren bir Kürtlükle hitap edebilirse, seçime kadar kalan sürede HDP bu kitleyi kendisine çekebilir.

Bu durumda son ay çok önemli oluyor sanırım.

Evet. Eğer HDP bu kararsızları kendine çekebilirse 1 Kasım oyunun üstüne de çıkabilir.

Birçok insan bu seçimleri Türkiye’nin son şansı olarak görüyor. Eğer AKP alırsa Türkiye artık tam bir karanlığa gömülecek düşüncesi sadece içerde değil, dışarıda da hâkim. Sen ne düşünüyorsun, bu artık son şans mı?

Bu kadar kötümser değilim. Türkiye kabul edelim, etmeyelim çok daha kötü zamanlar da yaşadı. Dersim tertelesi gibi. Ama şunu söyleyebilirim. AKP on altı yıldır bir sistem yürütüyor ve bu giderek daha merkezi, gücü tek adamın elinde toplayan bir sisteme dönüştü. Bütün devletin, ülkenin yönetimi bir adamın iki dudağı arasında.

Fakat AKP’nin bu sistemi kurarken seçtiği yöntem muhalefetin eline de güçlü bir argüman veriyor. Yani iki turlu seçim değil de, tek turlu seçim getirebilirlerdi ve bu meclisten ve de referandumdan geçebilirdi. Ve biz hiç bir şey yapamazdık bunun karşısında. Yine bu ittifak yasası mesela. MHP için getirildi ama bakın ne oldu. Saadet partisini, İyi partiyi meclise taşımanın garantisine dönüştü.

1 Kasım’da muhalefetin çoğunluğu alması mümkün değildi. Ancak bugün mümkün. Eğer HDP barajı geçerse çok büyük bir ihtimalle meclis çoğunluğu muhalefetin elinde olacak. Anlaşabilirlerse bu durumda seçim ikinci tura da kalmış olacak. İkinci tura kaldığında muhalefet kazanırsa zaten her şey başka olur.

Birinci ya da ikinci turda Tayip Erdoğan’ın kazanmasına rağmen meclis çoğunluğu muhalefetin elinde olursa öyle bakanlar kurulu kararnameleriyle ülkeyi istediği yönetemeyecekler. Çünkü bir meşrutiyet krizi doğacak. Ve bu bizi hemen başka bir seçime götürecektir.

Bu meşrutiyet krizinin bizi götüreceği yeni bir seçimin ben AKP ve Erdoğan’ın aleyhine olacağını düşünüyorum. Eğer meclis çoğunluğunu kaybetmişlerse, başkanlığı da kaybedebileceklerini düşünüyorum. Ancak devletin nasıl planları var. Elbette biz bunu bilmiyoruz. Biz doğal akıştan bahsederek bir öngörüde bulunuyoruz.

Bir de biz insan hakları savunucularıyız. Biz her şey yıkıldığında bile insanlara ümit olmak zorundayız.

Benim şahsen son yıllarda motivasyonum ümit ve inat. Israrla tekrar tekrar anlatacağız olumsuz gidişatı. Bizim ümitsizliğe kapılmak gibi bir lüksümüz de yok. Ne olursa olsun yiğit düştüğü yerden kalkar diyip o dönemki iktidarın karşısında kendi mücadelemizi, insan hakları mücadelemizi, insanlık mücadelemizi tekrar veririz. Kim çıkarsa çıksın biz bu mücadeleye devam edeceğiz.

Muhalefet elindeki şansı iyi kullanmalı. Ben psikolojik üstünlüğün şu anda muhalefette olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla yandı bitti söylemleri bir şey değişmeyeceğini düşünen seçmenin sandığa gitme motivasyonunu öldüren bir şeydir. Seçmen sandığa gitmeli, sandığa gidip kendi iradesini göstermeli, günaha ya da sevaba ortak olmalı. Bu kavgadan kaçmamalı.

Ve 25 Haziran günü nasıl bir ülkeye uyanırsak uyanalım, kişisel hayatlarımız çok büyük değişmeyecek. Biz yine haksızlığa, zulme karşı mücadele ediyorsak, buna devam edeceğiz. Zulüm işleyenler değil de, yeni bir düzen kuracak olanlar kazanmış olursa, işimiz zaten kolaylaşmış olacak.

Velhasıl Nurcan Hanım, biz 25 Haziran’da sizinle yine oturup çay içeceğiz. Ülkenin durumu daha zor ya da daha kolay bir hale dönüşmüş olabilir.

Biz o yeni hegemonyanın altında nasıl taktikler üreteceğimizi konuşacağız ve insan hakları mücadelemize devam edeceğiz. Ne zulüm biter, ne de mücadele biter.