Kategoriler
Yazılar

Enfal: ‘Güzel bir bahar günüydü ama gökten sanki kan yağıyordu’

Hepsini kimyasal silahlarla öldüreceğim! Kim bir şey diyebilir ki? Uluslararası toplum mu? Uluslararası toplum da onu dinleyenler de kahrolsun! Onlara… Onlara sadece bir gün kimyasal silahlarla saldırmayacağım; kimyasallarla saldırmaya on beş gün devam edeceğim… Sonra göreceksiniz ki onların hepsini taşımak için Allah’ın bütün taşıtları bile yetmeyecek. (Ali Hasan el-Mecid)

Kürtlerin “Kimyasal Ali” dedikleri Ali Hasan el-Mecid, Enfal öncesi bunları söylemişti. Nitekim de dediğini yaptı. Şubat-Eylül 1988’de düzenlediği sekiz farklı askeri operasyonla, sekiz ay içerisinde 182 bin Kürdü kimyasal silahlarla yok etti ve uluslararası toplum sesini çıkarmadı. Bugün de uluslararası toplumun Enfal soykırımı konusunda sessizliği devam etmekte.

Enfal, savaş ganimeti demek. Hz. Muhammed’in inanmayanlara karşı yaptığı ilk cihattan sonra indirilen, Kuran’ın sekizinci suresinin adı. Enfal, Kürtlerin Kuran okurken atladıkları, okumadıkları sure… Enfal, Tanrı’nın da Kürtleri unuttuğunun göstergesi…

Altı buçuk ay devam eden Enfal Katliamı sırasında yoğunlukla Kürtlerin yaşadığı kırsal alanlar seçildi. Her aşamanın başında öldürmek, korkutmak ve insanların moralini bozmak için kimyasal silahlara başvuruldu. Kimyasal silahlardan korkarak köylerinden kaçmaya çalışan köylüleri yolda Irak ordusu beklemekteydi. Herşey ayrıntılı bir şekilde planlanmıştı. Ana yola çıkarak kurtulduğunu sanan  köylüler, yolda ayrıştırılarak en yakın askeri kamplara, oradan da Enfal yolculuklarına başlayacaklardı. Ailelerin çoğunluğu birbirlerini en son bu ana yollarda gördüler.

Yollarda buldukları köylüleri ya da henüz köyünü terk edemeyenleri, erkekler, yaşlılar, kadın ve çocuklar diye ayırdılar. Her grubu farklı IFA kamyonlarına (Irak hükümetinin kullandığı askeri araçlar) tıka basa doldurdular. Erkekler, doğrudan ölüme götürüldü. Bir kısmı Kuveyt sınırında, çölde diri diri gömülerek öldürüldüler, bir kısmı yeni kazılmış mezarların yanına getirilerek kurşunlanarak öldürüldüler. Toplu mezarların kazılmasında ve üstlerinin kapatılmasında yer almış bir buldozer operatörü olan Abdul-Hasan Muhan Murad’ın yıllar sonraki açıklamaları, bu erkeklerin IFA kamyonlarından her seferinde 11 kişi indirilerek, önceden açılmış mezarların başında nasıl taranarak öldürüldüklerini detaylı anlatıyor.

Kadınlar genç, yaşlı diye ayrıştırıldılar ve çocuklarla birlikte farklı toplama kamplarına götürüldüler. Herşey en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı. Topzawa ve ve Dibs Kampı kadın ve çocuklar için planlanmış, Nugre Selman ise yaşlılar kampı olarak düzenlenmişti. Yaşlıların çoğu öldürüldü. Kadınların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı Arap zenginlerine satıldılar. Hiçbir zaman açık olarak konuşulmasa da ciddi bir kısmı da tecavüze uğradı. Binlerce kadın, çocuk ve yaşlı da kamp koşullarından dolayı öldü. Kamplarda insanlar aç bırakılıyor, tuzlu su veriliyor, hastalananlar da avluya atılarak ölmeleri bekleniyordu. Enfal’den kurtulan bazı tanıklar, Nugre Selman kampında ölenlerin kara bir köpek tarafından yenildiğini, insanların kol ve ayaklarının kara köpeğin ağzında gördüklerini söylüyorlardı. Ama Bağdat rejimi için Kürtlerin ölmesi de yeterli değildi. Amaç, Kürdistan’ı topyekûn yok etmekti.

1991’de ayaklanarak Irak hükümetinin ofisini basan Kürtler, bu bürolardan aldıkları 14 ton belgeyi bir insan hakları kuruluşu olan Middle East Watch’un (Ortadoğu İzleme Örgütü) desteği ile ABD’ye çuvallar, şeker kutuları içinde yollayabildiler. Ortadoğu İzleme Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve İnsan Hakları için Doktorlar Örgütü işbirliği içinde doktor, sosyolog, arkeolog, antropologlardan oluşturulan geniş bir ekip hayatta kalanlarla görüşerek, toplu mezarların izini sürerek, kemik incelemelerini yaparak, Enfal soykırımını insanlığa karşı işlenen bir suç olarak belgelediler. Avesta yayınlarından Türkçesi çıkan Irak’ta Soykırım-Kürtlere Karşı Yürütülen Enfal Askeri Harekatı kitabı, bu çabanın ilk iki kapsamlı raporunu ortaya koyuyor.

Bu çalışmadaki belgeler, Irak hükümetinin her bir Kürt köyünü nasıl yok edeceklerine ilişkin detaylı olarak çalıştığını gösteriyor. Irak hükümeti için Kürt köylülerinin ölmesi yeterli değildi. Bağdat rejimi Kürtlerin yaşadıkları topraklara geri dönmelerini olanaksız kılmak istiyordu. Rejime “yük” bindirmesine rağmen özel bir mühendislik ekibi kuruldu. Uzun tartışmalardan sonra, oldukça deneyimli elemanlar kullanarak, içeriye doğru yerleştirilen patlayıcılar ile, binaların çevreye moloz yaymayacak şekilde içeriye doğru yıkılmasına karar verdiler. Böylece Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kürdistan kırsalı geri dönüşü olmayacak şekilde yok edilecekti. Irak ordusundaki uzman timleri tarafından evleri, okulları, camileriyle bu köyler yüzeyden temellerine kadar yok edildi. Binlerce Kürt köyünden arta kalan taş yığını toprağa gömüldü. Bu köylerde yaşamın olmadığını kanıtlamak, işi sağlama almak için köy mezarlıkları bile yok edildi.

Irak hükümeti şöyle düşünmekteydi: Kürdistan olmazsa onun üzerinde baskı kurmaya da gerek kalmayacaktı. “Nihai Çözüm,” Kürdistan’ı insanı, doğası, evleri, köyleriyle tarihe gömmekti.

Enfal’de genç, yaşlı, kadın, erkek ve çocuk demeden 182 bin Kürt katledildi, 4 bin 500 köy yakılıp yıkıldı, 1 milyondan fazla insan mülteci durumuna düştü; ama Kürdistan tarihe gömülmedi.  Enfal, 14 Nisan 2008 yılında Irak ve Kürdistan Bölgesi parlamentoları tarafından “soykırım” olarak kabul edildi ve 14 Nisan da Enfal kurbanlarını anma günü olarak kabul edildi. 2008’den beri her 14 Nisan haftası, tüm hafta boyunca Enfal kurbanları anılır.

Bu hafta, tüm Kürdistan’da Enfal kurbanları siyahlar giyilerek anılacak. Sevdiklerinin bir mezar taşına sahip olabilen “şanslı” Kürtler mezarlıklarda, sevdiklerinden arta kalan hiçbir şey olmayanlar, isimsiz mezar taşlarında, tüm isimsiz ölüler adına ağlayacak, yas tutacaklar. Aradan geçen 34 yıla rağmen, bugün bile dul kadınlar, babasız çocuklar, çocukları katledilen analar sevdiklerinin resimlerini göstererek onların akıbetini soracaklar.

Enfal’den kurtulanlar için yaşama devam etmek kolay olmadı. Enfal çocuklarından biri olan Sirwe, Enfal sırasında 14 yaşındaydı. Yedi kardeşi ölürken o hayatta kaldı. Çünkü Caş kuvvetlerinden birinin üyesi onlara acımıştı ve Sirwe’ye ya kardeşlerinle ölümü seç ya da kardeşlerinle gitmezsen seni hayatta bırakacağım demişti. Sirwe, IFA kamyonlarından indirilen kardeşleri ile gitmedi. Kardeşleri ölüme götürüldü. Sirwe, şu anda ABD’de yaşıyor, kardeşleri götürüldüğünde sesini yükseltmediği ve onlarla gitmediği için hala kendisine kızıyor.  Sürekli çığlık atıyor, sinir nöbetleri geçiriyor, tedavisi yıllardır devam ediyor.  Sık sık helikopterleri, Arapça bağıran askerleri ve IFA kamyonlarını hatırlıyor. Şöyle dile getiriyor o günü: “Güzel bir bahar mevsimiydi ama gökten sanki kan yağdığını hissediyordunuz. Güneşe baktığınızda o gün büyük bir felaketin yaşanacağını sanki anlıyordunuz.”

Sirwe ve yüzbinlerce Kürt için 14 Nisan 1988 başka hiçbir güne benzemiyor. Sirwe’nin sözü ile bitirelim: “Her yıl o gün dünya karanlık, rüzgarlı ve korkunçtur.”