Kürt kimliği ve Kürt diline ilişkin yasaklara her gün bir yenisi ekleniyor. Geçen gün de İstanbul Başakşehir’de Yapı&Yapı firmasının Kayaşehir Emlak Konut Kuzey Yaka Projesi inşaatında, Kürt işçilerin kendi aralarında Kürtçe konuşmasının yasaklandığını öğrenmiş olduk.
Yapı&Yapı İnşaat’a ait şantiyede, ana firma tarafından taşeron şirkete gönderilen yazıda, “Şantiyede çalışan personellerin farklı lisanlarda konuşmaları diğer taşeronların personelleri de dâhil olmak üzere tüm çalışanları rahatsız etmektedir” ifadelerine yer verilmiş.
Benim anadilim “tüm çalışanları” rahatsız ediyormuş meğer.
İstanbul’dan bir arkadaşımla telefonda konuşurken, konu bu olaya geldi. Arkadaşım dehşet içinde “bu nasıl terbiyesizliktir, bu ne cüret, bu cüreti nerden alıyorlar?” dediği zaman ikimizde sustuk. Çünkü cüreti nerden aldıklarını sanırım hepimiz biliyoruz.
Topluma kin ve düşmanlık tohumlarının ekilmesi, ırkçılık, faşizm ve milliyetçiliğin artması öyle bir günde olmuyor elbet. Bu tohumlar yavaş yavaş sulanıyor, hepimizin gözleri önünde. Gerçi Türkiye’de yüzyıldır uygulanan ayrımcı politikalardan dolayı daha hızlı oluyor.
Önce halkın seçilmişlerine “terörist” denmeye başlıyor. Sonra “terörist” ve “hain” listesi iyice genişletiliyor. Sadece bir iki yıl içerisinde artık barış isteyen herkes “teröriste, haine” dönüşüyor.
Bu cüret Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova yıkılırken ses çıkaramayışımızdan geliyor. Kötülük sürekli test eder. Silopi’de Taybet Ananın cenazesini 7 gün bulunduğu yerden kaldıramadığımızda, daha fazlasını yapıyor. Bu sefer yerde cenazeler aylarca kalıyor. Bazı bedenler 6 ay sonra bulunuyor, bazıları hiç bulunamıyor.
Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar. Nitekim öyle oluyor. Soma’daki madenciye tekmeyi atıyor, bir bakan vatandaşa “hadi takla at, sevindiğini göreyim”, ya da bir başka bakan “OHAL’imize kurban olsunlar” diyebiliyor.
Kötülük azarken Beyaz Toros’tan Ford Ranger’a çağ atlıyor. JİTEM, Jötem oluyor. Irkçı yemine karşı, X dili savaş veriyor. Mecliste milyonlarca insanın dili X’leniyor. Kürtlerin binlerce yıllık coğrafyası “Kürdistan” ağızlarda yasaklanıp, kalbe gömülmek zorunda bırakılıyor.
Kötülük azıyor, hakikati çarpıtmaktan hiç çekinmiyor. Daha dün Afrinlilerin söylediği “Biz Afrinliler rahattık, şimdi silahlı gruplar var. Bunları istemiyoruz. ÖSO, bildiğiniz özgür ordu değil. Hırsız, talancı ve teröristtir, malımızı talan ettiler, daha dün gece, 3 kız çocuğunu kaçırıp tecavüz ettiler. Yaşları 15’ti” cümlesindeki “ÖSO” kelimesi utanmadan “YPG” diye çevriliyor.
Bu cüret, sefilliği de yanında getiriyor. Bu sefilliğin içine sanatçısı, “aydını”, arabeskçisi, türkücüsü, yazarı, gazetecisi, futbolcusu, artisti… hepsi katılıyor.
Yüz binler yargısız, suçsuz cezaevinde yatarken, yüz binler ekmeğinden, işinden oluvermişken, içlerinden biri “ülkede baskı yok, aksine herkes fazla özgür diyerek” çocukluğumuzun Kınalı Yapıncağını yerle bir ediyor. Bir diğeri hayatı boyunca söylediği şarkılara inat “kula kulluk” ediyor. Yazıklar olsun! Bu sefilliği izlerken,Mahir Çayan’ın sözü aklıma geliyor. “Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere” toplanıyor.
Kötülük canilikten çekinmiyor, bu caniliği dinle sosluyor. Adli bir suç yüzünden girdiği cezaevinde Ulaş Yurdakul, Kürt kimliğinden dolayı dövülerek öldürülüyor. İç organları parçalanıyor, göğüs kafesi kırılıyor. Öldüren canilerden biri annesine telefonda bunu övünerek anlatırken “Allah razı olsun, sağlık olsun” gibi cümleler havada uçuşuyor.
Bazen de kötülük bir “domuz avcısı” şeklinde çıkıyor karşımıza. Perihan Akın, bir Kürt, kadın, yoksul, Urfa’dan Samsun’a çalışmaya gitmiş olan bir mevsimlik işçi…
Çalışmaya gittiği Samsun’da derme çatma bir çadırda, ırkçı bir güruhun saldırısı ile öldürülüyor. Ne doğru düzgün haber oluyor, ne de kimse duyuyor. Öldürenler “domuz avına” çıktıklarını söyleyecek kadar cüretkâr olabiliyor.
Kötülük utanmaz, utanmıyor. Yaşama en ufak bir saygı göstermiyor. Kimi zaman elini bir insanın biricik evladının tabutu üzerine koyup, insanlara sesleniyor; kimi zaman insanların öldüğü bombaların üzerine isim yazdırma yarışına giriyor.
Savaş, ölüm, kötülüğün elinde “Beyaz Şov” a dönüşürken; “50 küsur şehit” de (‘küsur’ kelimesine tekrar tekrar dikkat çekmek isterim) “büyük pastadan” alınacak ihaleye dönüşüyor. Kötülük ne öldürmeye, ne de paraya doyuyor!
Velhasıl kardeşim, çalışan işçilerin anadilinde konuşmalarını yasaklama cüreti etrafımızı sarıp sarmalayan bu kötülükten geliyor. Senden geliyor, benden geliyor. Bizim tüm bu yaşananları sessizlikle karşılamamızdan geliyor. Korkularımızdan geliyor.
Kendi hakkımızı bile savunamadığımızdan geliyor. Kürtçe şarkı çaldığı için gözaltına alınanlara ses çıkarmayışımızdan, anadilimiz X’lendiğinde ayağa kalkmamızdan, yıkılan Sur’dan, tellerin arkasındaki yasaklı Nusaybin’den, Cizre’de çocuk mezarlığındaki numaralandırılmış mezarlardan geliyor.
Kim bilir belki yarın sıra sana gelecek.
Dilin X’lenecek; iradene kayyum atanacak; şehrin sana yasaklı olacak; olur da yıkılacak evini terk etmek istemezsen, eşinin yanında sana bir tokat atılacak; “komünist” çocuğunun eğitim hakkı olmayacak; bombaların üzerine “şehit” ismin yazılacak; belki de Meriç’in sularında ya da bir “domuz avcısı” nın kurşununda bitecek hayatın; olur da “hain, terörist” değilsen, tabutuna şöyle bir yaslanılıp savaş naraları atılacak…
Buna dur demeli, dur demeli…