Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Kadınlar aşağı bakmıyor

Diyarbakır Lise Caddesinde bir sokak, hemen karşısında Adliye var. Biraz ötesi Büyükşehir Belediyesi. Polislerin ve güvenliğin yoğun olduğu bir bölge.

Kamera görüntülerinde bir kadın ve bir adamın yan yana yürüdüğü görülüyor. Sonrasında genç adamın koşarak uzaklaştığı  kameraya takılmış.

Genç adam Abdullah Şaylemez, 34 yaşındaki ablası Gülistan Şaylemez’i sırtından beş el ateş ederek öldürüyor ve koşar adım sokaktan ayrılıyor.

Gülistan Şaylemez öldürülmeden 10 gün önce emniyete başvurmuş, babası ve bir akrabalarının kendisini öldüreceğini belirtmiş, şikayetçi olmuş. Öldürülmeden bir gün önce de Sur Emniyet Müdürlüğü’nde şikayetiyle ilgili ek ifade vermiş. Ama ne bu başvurular, ne de devlet koruması talep etme, Gülistan’ı koruyamadı.

Sadece Gülistan’ı değil, Kadın Cinayetleri Platformunun rakamlarına göre bu yılın Ocak ayında öldürülen 37 kadını da korumadı (23 kadın cinayeti, 14 şüpheli kadın ölümü). Türkiye’nin de taraf olduğu İstanbul Sözleşmesinin koruma hükümleri uygulansa bugün muhtemelen bu kadınların bir kısmı hayatta olacaklardı.

Oysa korumak şöyle dursun, kadına yönelik şiddetle mücadele için böylesi önemli bir sözleşmeden çekilmeyi iktidar bu yıl gündemine aldı. Yaz ayları İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ile geçti. Öyle bir hale geldi ki İstanbul Sözleşmesinin aileleri yıktığı bile dile getirildi.

Birkaç hafta önce sağ kanattan bir siyasi partinin kadın kolları ziyaretime geldi. Partinin kadın-erkek eşitliği meselesine yaklaşımı konusunu tartışırken, partiden kadınlar “İstanbul Sözleşmesine karşı olmadıklarını ancak İstanbul Sözleşmesinin LGBT olmayı özendirdiğini ve buna karşı olduklarını” ifade ettiler.

Onlara İstanbul Sözleşmesinde böyle bir madde olmadığını, sözleşmenin sadece  mağdurun “cinsel yönelim” ve  “toplumsal cinsiyet kimliği” ayrımı yapılmaksızın haklarının korunmasını amaçladığını söyledim. İstanbul Sözleşmesine dair öyle bir algı yönetimi yapılmış durumdaki sözleşmeyi hiç okumamış bir sürü insan sözleşmenin aileleri yıktığını bile dile getirebiliyor.

Bu yıl kadınlar olarak enerjimizin çoğu başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere  kazanımlarımızı kaybetmemek için mücadele ile geçti. Kadınların kazanımları son yıllarda bu ülkede büyük bir tehlike altına girdi. Kendi kentim ve bölgemden örnek verecek olursam:

HDP/BDP belediyeleri döneminde Bölgede kadın-erkek eşitliğinde ciddi bir aşama kaydedilmişti. Belediyeler bir yandan kadın merkezleri açıyor, bir yandan kadınların ürünlerini pazarlayacakları yerler açıyor, bir yandan da tüm bu kadın politikalarını koordine edecek kadın daire başkanlıkları kuruyorlardı.

Kadının toplumun birçok alanında görünür olması için bir çaba vardı. Kadın otobüs şoförleri işe alınıyor, her yerde eş-başkanlık uygulamasına geçiliyor, birçok belediye iş sözleşmelerine “kadına karşı şiddet uygulanırsa iş akdi feshedilir” maddesi ekliyorlardı. Tüm bu politikaların toplumsal cinsiyet eşitliğine olumlu katkısını toplumun içinde görmek mümkündü.

Ancak bu kazanımların çoğu  2016’da çıkarılan KHK’lar ve ardından belediyelere kayyımların atanması ile  kaybedildi. Bölgedeki kadın sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu KHK’larla  kapatıldı. Kayyımların atanmasından sonra belediyeler içindeki kadın politikaları daireleri kapatıldı. Belediyelere bağlı DİKASUM, KARDELEN…

gibi kadın merkezlerinin çoğu kapatıldı. Belediye otobüslerinde şoförlük yapan kadınlar görevden alındı, kadınlara psikolojik ve sosyal destek veren Alo Şiddet Hatları kapatıldı. Yıllarca sebatla çalışılarak elde edilen birçok kazanım son 4-5 yılda yok edildi.

Kayyım atanmamış olsa da ülkenin batısında da bu yıllar toplumsal cinsiyet eşitliği açısından parlak geçmedi. Kadın örgütlerine baskılar artarak devam etti. Tüm bunlar olurken, kadınlar da pes etmedi elbet.

Onlar da dayanışmayı arttırarak, daha güçlü bir şekilde mücadele edecekleri zeminler yaratma yoluna gittiler. Örneğin, 310’u aşkın kadın ve LGBTİ+ örgütü biraraya gelerek Eşitlik için Kadın Platformu’nu (EŞİK) oluşturdu ve İstanbul Sözleşmesi’ni kamuoyuna ve siyasi partilere anlatmak için güçlü bir mücadele verdiler.

Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun toplumda kadın erkek eşitliğinin fiilen sağlanması için beş temel alandaki acil taleplerini buraya aynen aktarıyorum:

1. Eşit yurttaşlık hakkımızı aşındırmaktan vazgeçin.

2. Kazanılmış haklarımızı tehdit eden söylem ve girişimlere son verin.

3. Evde, işte, sokakta, tüm toplumsal yaşamda şiddetsiz bir yaşam sürme hakkımız için acil eylem planı uygulayın.

4. Eğitimi eşitlikçi, ayrımcılıktan uzak, bilimsel, parasız hale getirin.

5. Eşit istihdam, kreş ve işyerinde şiddeti önleme mekanizmaları için etkin politikalar uygulayın.

Bu beş madde o kadar önemli ki. Her siyasi parti bu 5 maddeyi dikkatlice ele alıp hayata geçirmek için gerekli girişimleri yapmalı. Kadınların bu taleplerini dikkate almayan partilere de “kadınlar olarak bizden size oy yok” diyebilmek gerekiyor.

Ben kendi adıma gelecek seçimlerde bu beş madde için hangi parti ne yapıyor dikkatlice takip edeceğim, “neden kadınlar olarak size oy verelim?” sorusunu sık sık dile getireceğim.

Sadece “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” maskesini takmakla olmuyor, her alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleşmesi için partiler ve yerel yönetimler somut olarak neler yapıyor  görmek istiyoruz.

Bu 8 Mart’ta da mücadelemiz devam ediyor. Bir yandan liselerde kadın meclisleri kuruluyor, diğer yandan İstanbul Sözleşmesini kadınlar her yerde anlatıyor. Kadın cinayetleri karşısında örgütleniliyor, cinayetler şüpheli bırakılmıyor.

Kadınlar eşitlik ve özgürlük için evde, işte, sendikada, siyasi partilerde, üniversitelerde, her alanda mücadeleye devam ediyor. Hiçbir kadının haklarının ihlal edilmediği günlere kavuşmak için mücadele devam ediyor.

Kadınlar aşağı bakmıyor!