Diyarbakır İnsan Hakları Derneği bugün sokağa çıkma yasakları sırasında meydana gelen yaşam hakkı ihlallerine ilişkin önemli bir rapor açıkladı. Rapor 16 Ağustos 2015-10 Ocak 2016 arası dönemi kapsıyor. Rapora göre:
- Bölgede 7 kente bağlı 19 ilçede 59 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Silvan’da 6 kez, Lice’de 9 kez, Cizre’de 5 kez, Sur’da 6 kez, Nusaybin’de 7 kez, Yüksekova’da 4 kez… gibi rapor bu yasakların detaylı listesini veriyor.
- Tüm bu sokağa çıkma yasakları sırasında yaşamını yitiren sivillerin sayısı 170. Bu sadece sivil rakamlar. Bu rakamların içerisinde asker, polis, YDG-H üyesi ya da PKK’li yok. Bu 170 sivilin 29’u çocuk, 39’u kadın.
- Sokağa çıkma yasakları sırasında yaralanan sivillerin sayısı 145. Bunların bir kısmı ağır yaralı.
Memleketim Diyarbakır’ın rakamlarına baktığımızda, bu süre içerisinde sadece Diyarbakır’da 38 sivilin yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Bunların 10’u çocuk.
Sadece bu rakamlar, öldürülen bu sivillerin yaş aralığına baktığınız zaman bile işin vahameti ortaya çıkıyor.
Hala bilmeyen varsa tekrar edelim. Bu ülkede SAVAŞ VAR, hem de çok kirli bir savaş!
Yerdeki cenazelere her gün yenisi ekleniyor
İHD’nin bir kapısından çıkıp, açlık orucundaki ailelere tahsis ettikleri diğer daireye geçiyorum. Çocuklarının 21 gündür cenazesini alamadıkları için 12 gündür açlık grevine giren ailelere yenileri eklenmiş, yani, yeni çocuklar ölmüş. Salonun duvarındaki ölü çocukların resimleri her geçen gün artıyor. Bu çocuklardan biri de 5 gün önce katledilen 16 yaşındaki Rozerin Çukur. Basında yazıldığı gibi 17 yaş özellikle demiyorum, çünkü Rozerin’in annesi“17’e yeni girmişti, daha 16’ıydı” diye sayıklayıp durduğu için. Yani “daha minicikti benim yavrum” diyor. Yani “nasıl kıydınız ona” diyor.
16 yaşındaki Rozerin, o gün Surdışı’ndaki evinden sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı Suriçi’ndeki mahallelerden birine, bir arkadaşına üniversite sınavına ilişkin bir şey sormak için uğruyor. Rozerin bu yıl üniversite sınavına girecekmiş, Dicle Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazanmak istiyormuş. 3 kardeşler. Rozerin en büyükleri, diğerleri 14 ve 12 yaşındalar. Sınavla derslerle ilgili bir şey sormak için arkadaşına giden Rozerin’in öldürüldüğünü ailesi medyadan öğreniyor. Ondan sonra da aile çocuğunun ölüsünü bile göremiyor. Anne çocuğunun cenazesinin kendilerine verilmesi için diğer ailelerle birlikte açlık grevine giriyor. Sürekli “6 gündür evladım yerde” diyor. “Acaba ne halde?”
“Çok iyi bir ablaydı kardeşlerine, ona çok düşkündüler. Diğer çocuklarım da şimdi evde perişan haldeler.”
Rozerin resim yapmayı seviyormuş, bir de hayvanlara çok düşkünmüş. Gördüğü bütün kedi köpekleri doyurmaya çalışırmış.
Anne bana “Çocuğumun cenazesini istiyorum, bize yardımcı olun, çocuğumu defnedeyim, hiç değilse defnedeyim” diyor. Başka bir isteği var mı diye sorduğumda “Rozerin’in başına gelen başkasının başına gelmesin, barış istiyorum kızım, yaz, biz barış istiyoruz” diyor.
Bu ananın söyledikleri karşısında bir kez daha kendimden utanıyorum. 30 yıldır bir halk, böylesine zulüm altındayken, halen nasıl “Barış” diye haykırıyor. Her gün evlatları katledilirken, coğrafyaları yakılıp yıkılırken, köyleri talan edilirken Kürtler barışı nasıl bu kadar savunabiliyorlar? Kürtler evlatlarının katli karşısında bile “barış” isteyebiliyor. Kürt analar evlatlarının tabutuna sarıldığında, cenazeleri verilmediğinde bile “barış” diyebiliyor.
Peki ya sizler, sadece Kürt çocukları katletmekle kalmayıp, bu cenazeleri vermeyerek, günlerce yerde tutarak, sizler ne yapmak istiyorsunuz?
Bunu gerçekten merak ediyorum. Cenazeler üzerinden, Kürtlerin evlatlarının ölü bedenleri üzerinden kim, ne yapmak istiyor?
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 14.01.2016