Hertie School of Governance tarafından düzenlenen AB- Türkiye Mülteci anlaşması konulu toplantı için Berlin’deyiz.
Hertie School of Governence adına toplantının açılışını yapan araştırmacı Dilek Kurban toplantının amacını AB-Türkiye mülteci görüşmelerine eleştirel bir açıdan müdahil olmak ve bu süreçte devletler dışında diğer seslerin de duyulmasını sağlamak olarak belirtiyor.
Türkiye’den katılan akademisyen ve aktivistlerin yanı sıra toplantı katılımcıları arasında Alman ve Avrupalı bürokrat ve siyasetçiler, Alman basını ve düşünce kuruluşlarından temsilciler de var.
Öncelikle Türkiye’de mültecilerin durumu, yasal sorunlarının yanı sıra, sahada, kamplarda ve kamplar dışında kalan milyonlarca Suriyeli göçmenin sıkıntıları tartışılıyor. Suriyeli göçmenler için çıkarılan geçici koruma düzenlemesinin mültecileri ne kadar “koruduğu” tartışılan başlıklar arasında. Türkiye’deki mülteci kamplarının nasıl birer “hapishane”ye dönüştürüldüğü, Suriyeli mültecilerin neden sadece yüzde 10’nun kamplarda kaldığı konuşulan konular. Türkiye’de AFAD tarafından yönetilen mülteci kampları şeffaf değil, sivil denetime açık değiller. Yine Türkiye’ye AB’den ve uluslararası kuruluşlardan mülteciler için gelen paraların nerelere kullanıldığı da ayrı bir soru işareti. Çünkü bu paraların kullanımına ilişkin bir şeffaflık da tıpkı kamplar gibi söz konusu değil.
Türkiye bir hikâye satıyor,
AB’de bu hikayeyi satın alıyor
Türkiye hala mülteci sorununa bir insani sorundan çok “güvenlik” eksenli yaklaşıyor.
Mültecilerle ilgili olarak Türkiye’de birçok şey kağıt üzerinde gösterildiği gibi değil. Satılan, kötü şartlarda çalıştırılan, her açıdan sömürülen mülteciler var. Durum bu olmasına rağmen Türkiye Avrupa’ya pembe bir tablo sunmaya çalışıyor, Avrupa da tablonun aslında gri olduğunu bilmesine rağmen almaya hazır bekliyor.
Toplantıda özellikle üzerinde durulan konulardan biri Türkiye’nin geri dönüş için “güvenli bir 3. ülke” olup olmadığı. Mülteciler için “güvenli bir 3. ülke” olmak bir yana, Türkiye’nin kendi vatandaşları için bile artık güvenli bir ülke olduğunu söylemek zor. Mülteciler için “güvenli bir 3. ülke” olunabilmesi için, o ülkede doğru dürüst bir mülteci politikası ve yine o ülkeye geri gönderdiğinde ne tür bir koruma olduğu önemli. Türkiye maalesef bu açıdan da sınıfta kalıyor. Kağıt üzerindeki “geçici koruma yönetmeliği” pratikte Suriyeli mültecileri korumuyor.
Türkiye mülteciler konusunda
güvenilir bir partner olabilir mi?
Akıllardaki ana soru Türkiye’nin mülteciler konusunda güvenilir bir partner olup olamayacağı. Hiç sanmıyorum. Türkiye hukukun olmadığı, Erdoğan’ın ağzından çıkan her şeyin yasa olarak kabul edildiği bir ülke olmaya doğru hızla ilerliyor. Değil mülteciler, hiçbir konuda güvenilir bir partner olması mümkün değil.
Peki, mülteciler için, Türkiye’yi içermeyen bir çözüm ne olabilir? Yunanistan’a yüz binlerce mülteci sıkışmış durumda. Türkiye’ye para verileceğine Yunanistan’daki durum iyileştirilebilir, Avrupa mültecileri Yunanistan’dan alabilir. Mülteciler Avrupa’ya Türkiye üzerinden gelemezlerse, Libya gibi başka yollardan gelmeyi tercih edecekler. Sonuçta bir şekilde Avrupa’ya gitmenin yolunu arayacaklar. Diğer geçiş ülkeleri üzerinden bazı iyileştirmeler yapılabilir.
Eğer Türkiye ile bir anlaşma yapılacaksa, mültecilerin hak ve hukuklarını koruyan bir anlaşma yapılması yönünde çabalamak önemli. Yine anlaşmaya bazı sıkı kurallar getirilebilir. Örneğin AB tarafından Türkiye’ye verilecek göçmenlere ilişkin paranın kullanımının şeffaf olması, paranın sıkı denetimi, kaynağın ayrım gözetmeksizin Suriyeliler, Ezidiler, Aleviler, Sünniler… tüm göçmen gruplarına dağılımının sağlanması gibi…
Tüm bu yaşananlar siyah ya da beyaz net bir tablo değil. Bu nedenle binlerce mülteci insan kaçakçıların elinde Ege ve Akdeniz’in sularında son nefeslerini verirken, Avrupa’ya “Türkiye ile bu konuda anlaşma yapma” demek çok gerçekçi olmayabilir. Önemli olan mültecilerin yaşam hakkını, daha iyi koşullarda yaşamalarını sağlayacak düzenlemeler üzerinde durmak.
Türkiye’nin sorunlu mülteci politikaları, insan hakları karnesi, Kürt illerinde devam eden savaş, insanın aklına şöyle bir soruyu da getiriyor:
Acaba bu anlaşma ile AB ve Türkiye’nin tekrar yakınlaşması, sadece mültecilerin durumunu düzeltmek için değil, Türkiye’nin insan hakları, Kürt sorunu gibi diğer alanlarda da bir düzeltime girmesi için bir fırsata dönüşebilir mi?
Kendi içine kapanmış Avrupa, uzun yıllar sonra mülteciler sorunundan dolayı tekrar Türkiye’ye ilgi göstermeye başladı. Acaba bu ilgi, çoğumuzun düşündüğünün tersine, Avrupa’nın, Türkiye’deki insan hakları sorunları, gittikçe artan otoriterlik, Kürt sorunu gibi alanlarla tekrar ilgilenmesi için bir fırsata dönüşebilir mi?
Göreceğiz.
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 19.03.2016