Teşvikle, Yeşil Kart’la, Hayırseverlikle Sorun Çözülmez

Teşvikle, Yeşil Kart’la, Hayırseverlikle Sorun Çözülmez

*Published in Tiîroj, Number 5, 2008 
Bugün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumu tek boyutlu bir analiz ile açıklamak mümkün değildir. Kimileri mevcut duruma ‘Kürt sorunu’, kimileri ‘azgelişmişlik sorunu’, diğerleri ise ‘demokratikleşme sorunu’ …gibi çeşitli tabirlerle yaklaşmaktadır. Oysa, önümüzde duran sorun çok boyutlu bir sorundur. Tarihsel, politik, ekonomik ve coğrafi boyutları ile ele alınmalıdır. Ancak, tüm bu çok boyutluluk içinde bu sorununun bir Kürt sorunu olduğu hiçbir zaman ikinci plana atılmamalıdır.
Devlet Eliyle Eşitsizliğin Temelleri
Bölgenin sosyo-ekonomik gelişmişliği açısından öncelikle üç noktaya açıklık getirmek istiyorum. Birincisi, Bölgenin şu an Türkiye’nin en az gelişmiş illerinden oluşuyor olmasını aslında tarihsel bir perspektif içinde ele almak gerektiğidir. Uluslararası dinamiklerin etkisiyle, Ortadoğu’da büyük güçlerin oynadığı roller, savaşlar, ticaretin ve petrolün değişen önemi bulunduğumuz Bölgenin tarih içinde ekonomik konumunu değiştirmiştir. Bölgenin jeopolitik açıdan değişen rolü ekonomik konumunu da etkilemiştir. Tarihsel açıdan bir diğer önemli konu  ise, Cumhuriyetin kuruluşunu takiben Türkiye’nin “ekonomik kalkınma”  modelinin merkezi kalkındırmaya yönelik olduğudur. Bu modelin sonucu olarak da taşra geri planda kalarak gelişme ivmesini kaybetmiştir. Kısaca söylemek gerekirse, örneğin, Osmanlı döneminde Diyarbakır Bölgenin önemli bir ekonomik, kültürel ve bilim merkezi idi. 1927 yılında yapılan Cumhuriyet’in ilk Genel Nüfus Sayımı verilerine göre, Diyarbakır toplam sanayi istihdamı açısından, İstanbul ve Bursa’dan sonra Türkiye’nin 3. büyük kenti. 1972 DPT verilerine göre, Cumhuriyet’in ilk elli yılı sonunda sanayi üretimi açısından 27. sıraya gerileyen Diyarbakır, 2000 yılı itibariyle Türkiye’nin 81 ili içerisinde 54. sıraya kadar gerilemiştir. Diyarbakır’da gerçekleşen bu gerilemenin tek nedeni olarak Kürt sorununu işaret edenler olmaktadır (ki bence de Diyarbakır’daki bu gerilemenin temel nedenlerinden biri Kürt sorunudur). Ancak ek olarak gözden kaçırmamamız gereken bir nokta daha vardır ki, o da,  Diyarbakır kadar olmasa da Anadolu’nun birçok başka ilinin de Cumhuriyetin kuruluşunu takiben bir gerileme yaşamış olduğudur.
Bölgenin sosyo-ekonomik geri kalmışlığı açısından ikinci önemli nokta ise, yine tarihsel kökenleri olan bir konu olan Kürt sorunudur. Kürt sorunu nedeniyle, uzun yıllar boyunca, bir yandan Bölgedeki kaynaklar yok edilmiş, diğer yandan da Bölgeye kaynak verilmemiştir. Bölgedeki ormanlar, meralar, köyler “güvenlik” gerekçesiyle yakılmış, açılan tüm ‘ekonomik paketler’den Doğu ve Güneydoğu’ya ne yapılan zararı tazmin edici ne de bölgesel gelişmeyi tetikleyici kaynak verilmediğini görmekteyiz. Mustafa Sönmez’in yaptığı çalışmaya[1]göre, 2002 – 2006 yılları arasında teşvik yatırımlarının yüzde 39’u Marmara, yüzde 14’ü İç Anadolu, yüzde 12’si Ege bölgesine verilmiştir. Gaziantep dışında kalan ve nüfusun yüzde 18’ini barındıran 21 Doğu ve Güneydoğu iline ayrılan teşvik yatırımlarının payı ise sadece yüzde 4,5’la sınırlı kalmıştır. Bölge Belediyelerinin kendi çabalarıyla oluşturdukları birçok projenin merkezi hükümetin bürokrasi engeline takılmasını da Kürt sorunu çerçevesinde görmek lazım.
Sosyo-ekonomik geri kalmışlığın nedeni olarak Kürt sorunu çerçevesinde görmemiz gereken bir diğer nokta da son 20 yıldır Bölgede devam eden çatışma ortamıdır. Bu çatışma süreci Bölge ekonomisini çok ciddi boyutlarda sarsmıştır. Yoğunlukla 1990-95 arası yaşanan zorunlu göç, bu çatışma ortamının koşullarını daha da zorlaştırmıştır. ”Güvenlik” gerekçesiyle ve zorla yerinden edilen nüfus, resmi rakamlara göre 953.680 kişi, sivil toplum örgütlerine göre ise 1,5-3 milyon kişi arasındadır. Zorunlu göçle ülke geneline yayılmış olan nüfusun büyük çoğunluğu gittikleri kentlerde hiçbir kamusal destek görmedikleri gibi milliyetçi tepkilerle karşılaşmışlar, yerleştikleri gecekondu mahallelerinde toplumun dışına itilmişlerdir. Zorunlu göçün üzerinden yaklaşık 15 yıl geçmesine rağmen, tüm bu süre zarfında ne Bölge’nin kentlerinde ne de diğer Batı kentlerinde yaşayan zorunlu göç mağdurlarının yaşam düzeylerini yükseltmek için kamunun uyguladığı ciddi bir program bulunmamaktadır.
Göç ettirme politikaları ile yerinden edilen bu nüfus Bölgedeki mevcut nüfusa eklemlenmiş, böylelikle Bölge illeri yerel yönetimleri, altyapılarının ve hizmet olanaklarının kaldıramayacağı kadar yüksek bir nüfusla karşı karşıya kalmışlardır. Bir kez daha devlet eliyle Bölgedeki eşitsizlik arttırılmıştır.
Bölgenin geri kalmışlığına ilişkin son olarak yapmak istediğim vurgu şudur: 1980’lerden başlayarak Türkiye’nin uyguladığı neo-liberal ekonomik politikalar, özellikle tarım ve hayvancılığı çok hızlı bir biçimde dönüştürmektedir. Bu dönüşüm farklı biçimlerde Türkiye’nin her bölgesinde hissedilmektedir. Ancak içinde bulunduğumuz Bölgenin ekonomisi yoğunlukla tarım ve hayvancılığa dayandığı için bu dönüşümün olumsuz etkileri en çok bu Bölgede hissedilmektedir. Bu dönüşümden olumsuz etkilenen kesimler için destek politikaları ise ya yoktur ya da varolan uygulamalar küçük köylüyü ve de küçük işletmeleri koruyamamaktadır. Yani, kapitalizmin yarattığı eşitsiz gelişme de Bölge ekonomisini olumsuz etkilemiştir ve halen etkilemeye devam etmektedir.
Başta Kürt sorunu olmak üzere,  içinde bulunduğumuz Bölge’nin uluslararası konumundan ve Türkiye’nin küreselleşme sürecinden kaynaklanan sorunlar, hep birlikte, kendi dinamikleri ve birbirleriyle etkileşimleri yoluyla sorunları katmerleştirerek Bölgenin durumunu gittikçe ağırlaştırmaktadır.
Kalkınma Planları ve GAP’taki Ayrımcılık
Bugün Bölge İlleri Türkiye’nin en yoksul 20 ilidir. Bu gerileme tüm Cumhuriyet tarihi boyunca devam ettiğini ,  çatışmaların yoğunlaştığı 1980 sonrasında daha da hızlandığını rakamlar gösteriyor.  GAP Projesine rağmen her geçen yıl Bölge illerinin aleyhine işlemiştir.  DPT’nin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre; Diyarbakır, 1996’da gelişmişlik sıralamasında 57. sırada iken, 6 basamak gerileyerek 2003’te 63’ncü sıraya gerilemiştir. GAP’la şahlanması beklenen Şanlıurfa, tam 9 basamak gerileyerek 68’nciliğe düşmüştür. Van, 7 yılda 8 basamak gerilemiştir. Diğer illerin durumu da farklı değildir. Batman 65’ten 70. sıraya, Mardin 66’dan 72. sıraya, Siirt 68’den 73. sıraya , Şırnak 75’ten 78. sıraya, Hakkari 70’ten 77. sıraya, Bitlis 71’den 79.sıraya, Muş 76’dan 81. sıraya gerilemiştir[2].
Bölgenin geri kalmışlığını gidermek için ne tür adımlar atıldığına bakacak olursak; 1970’lerden bu yana uygulanan ‘Kalkınmada Öncelikli Yöreler’,  ‘Bölge Planları’  ve GAP gibi uygulamalara rağmen bu Bölgede gerekli kalkınma hamlesi başlatılamadığını görürüz. Şu ana kadar devletin, Bölgeye, bölgesel eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik kalkınma adına yaptığı en önemli proje GAP projesidir. Ancak projedeki gerçekleşme oranlarına baktığımız zaman devletin GAP projesinin Bölge ekonomisine katkısı konusunda ne kadar samimi olduğuna dair bir fikre varabiliriz. GAP projesindeki gerçekleşmelere baktığımız zaman enerji ile ilgili yatırımların gerçekleşme oranı yüzde 95 iken, sulama yatırımlardaki oran halen yüzde 15‘ler civarında olduğunuz görürüz. Yani GAP projesinde, Bölgeye asıl faydası olacak sulu tarımın yaygılaştırılması için gerekli yatırımlar ikinci plana itilmiş, ulusal bir ihtiyaç olan enerjiye öncelik verilmiştir. Üstelik, gerekli altyapı yatırımları yapılmadığı için enerji üretiminden de Bölge yeterince yararlanmamaktadır.
Türkiye’de en son yapılan ve 2007-2013 dönemini kapsayan 9. Kalkınma Planı’nda da  gelişme açısından Bölge’ye öncelik verilmediği gibi bölgelerarası eşitsizliği gidermeye yönelik bir çaba olmadığı da görülmektedir.
Bölge için hazırlanan ekonomik paketlere baktığımızda, 1985 sonrası birçok ekonomik paketin açıklandığını görüyoruz. Bu paketlerden iki tanesinin daha kapsamlı olduğunu görmekteyiz:[3]1997’de Erbakan tarafından açılan paket ile 2000 yılında Ecevit tarafından açıklanan paket. Tüm bu paketlerde Bölgeye ayrılan bölümün aslan payının GAP çerçevesindeki enerji yatırımlarına gittiğini görüyoruz. Teşvik belgelerine baktığımız zaman da, alınmış teşvik belgelerinin ne kadarının gerçekleştirilmiş olduğu hakkında elde veri mevcut olmamasına rağmen il ve bölge bazında kaç teşvik belgesi verildiği ve yapılacak yatırımlarla ilgili bazı bilgileri içeren istatistikler mevcuttur. Buna göre 2004-2007 yılı arası    Marmara Bölgesi’ne verilen teşvik belgesi sayısı 2 543 iken, bu rakam Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 526’ya , Doğu Anadolu’da ise 361’e inmektedir.  Hem teşvik belge sayısı hem de yatırımlar için öngörülen sabit yatırım tutarı toplamı açısından baktığımızda, Doğu Anadolu son sırada yer almakta onu Güneydoğu Anadolu takip etmektedir. Teşviklerin dağılımındaki bu eşitsizlik, mevcut bölgesel farklılıkları daha da keskinleştirmiştir.
Doğu’ya verilen teşviklerle ilgili bir diğer söylem de, ‘biz teşvik verdik, Doğu’dakiler bunu yatırıma dönüştürmeyip Batı’da tüketime harcadılar, başlayan yatırımlar da yarım kaldı’ tezidir. 1984-1992 Özal döneminde, 1. derecede Kalkınmada Öncelikle İllerde yapılan yatırımlara, Kaynak Kullanım Destekleme Primi adı altında yüzde 50 oranında hibe verilmiştir. O dönem, Doğu ve Güneydoğu’daki hemen hemen tüm iller bu kapsamdaydı. Bu destekle Bölgede birtakım yatırımlar yapılmıştır. Bugün Diyarbakır’daki, Akyıl Tekstil, Bal Tekstil, Özkılıç Yem, Erdem Plastik gibi birçok büyük yatırım bu dönemin ürünü olan yatırımlardır. Ancak o dönemde özellikle hayvancılık konusundaki yatırımların yarım kaldığı doğrudur. Bunun da nedeni insanların parayı Batıya kaçırması değil, uygulamanın değiştirilmesinden kaynaklanan sorunlardır[4].
1992 sonrası teşvik uygulamalarında ise hibe kaldırılarak yerine kredi sistemi getirildi. Bu dönemde çıkan 4325 sayılı yasa ile bedelsiz arazi tahsisi uygulamasına geçildi. Ancak Doğu ve Güneydoğu’da yatırıma uygun devlet arazisi bulmak başlı başına bir sorundu[5]. Bedelsiz arazilerden Diyarbakır özelinde kimlerin faydalandığına baktığımız zaman bunların daha çok kentin büyük ailelerine gittiğini görüyoruz. Yine bu desteğin prosedürünün karışıklığı ve zaman alıcılığından dolayı birçok yatırımcı başvuru sonuçlanmadan bezmiş ve başvurusunu geri çekmiştir. 1995’ten itibaren ise ‘yatırımcılara maddi destek vermeyelim, bazı muafiyetler tanıyalım’ anlayışı kamuda yaygınlaşmaya başladı ve bu anlayış bu tarihten sonra çıkan tüm teşvik mevzuatında da yansımasını buldu.
2004 yılından itibaren 5084 Sayılı Kanun ile yeni bir teşvik dönemi açıldı. Bu teşvik başta 36 ili kapsarken,  siyasi baskılardan dolayı zamanla teşvikten faydalanan il sayısı 49’a çıktı. Teşvik amacından saptı.  Düzce, Osmaniye, Malatya, Afyon gibi iller Hakkari, Şırnak, Muş, Bingöl gibi çok daha geri kalmış illerle aynı desteği almaya başladı.
AKP dönemi farklı mı?
AKP hükümeti de, şimdilerde,  sık sık, daha önceki hükümetlerin yaptığı gibi ‘Doğu’nun ekonomik kalkınmasını’ dillendirmeye başladı; hatta seçimlerde Bölge’de kazandığı başarının nedeni olarak da Bölge için yaptığı ‘kalkınma hamlesi’ni gösterdi! Yine Mustafa Sönmez’in hazırladığı “Doğu ve Güneydoğu’nun Yoksullaşması ve Çözüm: Barış” başlıklı rapora dönecek olursak. AKP döneminde Doğu ve Güneydoğu’nun durumunun gerek yoksullaşma oranları, gerek işsizlik, gerek eğitim açısından daha da kötüye gittiği Sönmez tarafından istatistiki verilerle açıklanmıştır. Eylül 2007’de Diyarbakır Valiliğinden aldığım verilere göre sadece Diyarbakır’da 617.000 Yeşil Kart sahibi bulunmaktadır. Bu sayı Diyarbakır nüfusunun yüzde 41’ine tekabül etmektedir. Yine Diyarbakır’da, resmi verilere göre, işsizlik oranı yüzde 14.6’yla (2005 yılı), Türkiye ortalamasının (%10.6, 2005 yılı) üzerinde. Gayrı resmi verilere göre Diyarbakır’ın işsizlik oranı yüzde 60’lara ulaşmaktadır.  Diyarbakır’daki işsizlik oranının resmi verilerin çok üstünde olduğunu tahmin etmek için kentte yarım saat dolaşmanız yeter. Bölgenin diğer illerinde de durum Diyarbakır’dan farklı değildir. Şanlıurfa’da işsizlik oranı yüzde 14 civarında iken, Van Bölgesinde yüzde 15’e , Malatya, Elazığ, Bingöl ve Tunceli bölgesinde yüzde 27’lere ulaşmaktadır[6].
Bu döneme sosyal politikalar açısından baktığımız zaman yoksullar için 4 farklı uygulamanın yapıldığını görmekteyiz: Yeşil Kart’ın yaygınlaştırılması, okullaştırma kampanyaları, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın yardımları ve Dünya Bankası destekli Şartlı Nakit Transferleri. Tüm bu uygulamalar tabiatları gereği sosyo-ekonomik gelişmeyi hedeflememektedir; amaç sadece sosyal riskin yönetilmesidir. Ayrıca, bu uygulamalar bir vatandaşlık hakkı olmaktan çok, ‘hayırseverlik’ mantığına dayandığı için hem daha onur kırıcı olmakta hem de devletin vatandaşına sağlamakla yükümlü olduğu sosyal güvencenin yokluğunu kalıcı hale getirmektedirler.
Özetle, son hükümet döneminde de durum daha öncekilerden farklı değil. Birbiri ardına açıklanan ekonomik paketler, “GAP’a yatırım getireceğiz” söylemleri, bir türlü uygulamaya konulmayan ‘atılım hamleleri’, yardım adı altında siyasilerin direktifleriyle Doğu’ya yollanan etler….Sonuç: Bölge illerinde işsizlik ve yoksulluk daha da derinleşiyor. “Güvenlik” gerekçesiyle yapılan uygulamalar ve neo-liberal politikalar sonucu köyünde çalışarak geçimini sağlayamayan insanlar,  artık  pamuk, fındık toplamaya başkalarının tarlalarına giderek de yaşamlarını sürdüremez duruma geldiler. Bölgenin çocukları, çaresizlikten Batı’daki büyük kentlerin çöplerini toplamaya gönderiliyor. Köyler boş, okul yok, okul olsa da öğretmen yok, yol yok, zorunlu göçle kentlere gelenler hala sokaklarda…. 
Öyle anlaşılıyor ki yetkililer ya bu resmi görmek istemiyorlar, ya da gıda, kömür, Yeşil Kart gibi yardımlarla bu işi çözebileceklerini düşünüyorlar.  Kürt sorunu çözülmeden bu Bölge’nin sosyo-ekonomik gelişme sürecine girmesi mümkün değildir. Öte yandan ise, bütüncül, programlı ve kararlı sosyo-ekonomik gelişme politikalarının Kürt sorununun politik çözüm sürecine katkıda bulunacağı kesindir. 
 



[1] Mustafa Sönmez, “Doğu ve Güneydoğu’nun Yoksullaşması ve Çözüm: Barış”. www. bianet.org
[2] www.dpt.gov.tr
[3] Aydın Bolkan, ‘Ekonomik Paketler Çözüm Olmadı’, 12.04.2006, www.evrensel.net
[4] Daha önce  uygulama Türkiye Kalkınma Bankası’nda iken,  daha sonra kanunla uygulama Ziraat Bankasına devredilmiştir. Bu dönemde teşvik alanlarla Ziraat Bankası arasında çıkan sorunlardan dolayı hayvancılık yatırımları Bölge’de yarım kalmıştır. Kaynak  Kullanma Destekleme Primi  yatırımcının yaptığı harcamaların tespiti yapıldıktan sonra veriliyordu, yani bir parayı alıp kaçma durumu söz konusu olamazdı.
[5] Örneğin Urfa’da bu kanun Toprak Reformu yasası ile çakışıyordu. Diğer birçok ilde de yatırıma uygun araziler elektrik, su..vs. nin olmadığı çok taşlık bölgelerdeydi.  Yatırımcının bu arazilere gerekli altyapıyı getirmesi başlı başına bir sorundu.
[6] Mustafa Sönmez; İşsizliğin Coğrafyası 2005, www.sendika.org