Kategoriler
Yazılar

“Temiz moda” için hepimizin sorması gereken soru: Kıyafetimi kim, nasıl üretti?

NURCAN BAYSAL

Pakistan’daki Ali Enterprise fabrikasında Alman menşeli Kik markasının ürünleri üretiliyordu. 11 Eylül 2012 tarihinde fabrikada çıkan yangında 258 işçi hayatını kaybetti. Yangın sırasında fabrikanın kapıları kilitli olduğu için işçiler yangından kaçamamışlardı. Üstüne üstlük fabrikadaki tek yangın söndürücü de çalışmıyordu. Fabrikada çalışan işçiler yaşam ücretinin çok altında bir gelirle hayatlarını zar zor idame ettiren insanlardı.

2013 yılında ise tarihin en büyük işçi facialarından biri yaşandı. Bangladeş’in başkenti Dakka’da yer alan Rana Plaza çöktü ve 1134 işçi hayatını kaybetti, 2500’e yakın işçi de yaralandı. Bina dolgulu gölet alanına inşa edilmiş; banka, mağaza ve ofisler için inşa edilen yapının üzerine zamanla fabrika eklenmişti. Yapı izin belgesinin üzerine ek olarak üç kat daha çıkılmış ve devasa ağırlıkta olan ve bina titreten makineler (jeneratörler, nakış makineleri vb.) çalıştırılıyordu. Rana Plaza’da çalışan işçiler, İspanya’nın bilinen markası Zara, İngiltere’nin  Primark ve İtalyan Benetton markaları ve yine dünyanın tanınmış perakendeci markaları C&A, KIK ve  Wal-Mart gibi tanınmış markalara üretim yapıyordu. 24 Nisan 2013 sabahı Dakka’daki elektrik kesintisi sonrasında binadaki jeneratörler çalıştırıldıktan çok kısa bir süre sonra bina çöktü. Binada işçilerin dışında, işçilerin çocuklarının bulunduğu bir kreş vardı. Ölen işçilerin karın tokluğuna çalıştığını tahmin etmek zor değil.

Bu iki felaket gözleri moda sektörüne çevirdi. Bu facialardan sonra dünyanın birçok yerinde yapılan Temiz Giysi Kampanyalarının da etkisiyle birtakım adımlar atılsa da bunlar oldukça yetersiz. Tekstil ve moda sektöründe insan hakları ihlalleri olanca hızıyla devam ediyor. Kampanyaların etkisi ile bazen bir coğrafyada yasaklanan üretim şekli başka coğrafyaya geçiyor ve buna bağlı olarak ihlaller de.

22 Kasım’da Mekânda Adalet Derneği’nin düzenlediği “Moda ve İnsan Hakları” konulu panelde hem moda sektöründeki insan hakları ihlalleri hem de bu ihlalleri önlemek ya da azaltmak için tüketiciler olarak bizlerin neler yapabileceği konuşuldu. Türkiye’de tekstil sektöründe yaklaşık 3 milyon kişi çalışıyor, bunlardan 1 milyon 260 bini kayıtlı çalışanlar, sendikalı sayısı ise sadece 103 bin kişi. Bunlardan toplu sözleşme yapanlar ise tahmini 50-60  bin kişi. Ve elbette en tehlikeli işlerde Afgan ve Suriyeliler çalıştırılıyor.

Paneldeki konuşmacılardan Bego Jeans’in kurucusu Bego Demir, 15 yaşında kot kumlama fabrikasında çalışmaya başlıyor ve silikozis hastalığına kapılarak akciğerlerinin yüzde 46’sını kaybediyor. Bunun üzerine 2008 yılında Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesini kurarak bu konuda bir mücadele başlatıyor. Bu mücadele sonucu 2009 yılında kot kumlama Türkiye’de yasaklanıyor. Meslek hastalığı listesine alınan silikozisin tedavisi ücretsiz verilmeye başlanıyor ve bütün silikozis hastalarına emeklilik hakkı tanınıyor. 2013 yılında Bego Demir Temiz Giysi Ağı’nın Türkiye ayağını kuruyor ve 2018 yılında sürdürülebilir moda ve üretim konusunda tekstil firmalarını ikna edemeyince, Türkiye’nin ilk temiz moda markası Bego Jeans’i kuruyor. Bego Jeans pamuk tarlasından tüketiciye kadar tüm aşamalarda adil ve temiz üretim yapıyor. Kimyasal madde kullanmıyor, çocuk işçi çalıştırılmıyor, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyuluyor ve işçilere asgari ücret değil, yaşam ücreti veriyor. Bego Demir bunu şöyle anlatıyor:

“Çalışanlara onurlu yaşayabilecekleri bir ücret vermek çok önemli. Bir ürüne üretici para ödemiyorsa o bedeli başkası ödüyor (işçiler, çevre… gibi). Biz asgari ücretin yaşam ücretine yükselmesini istiyoruz. Yaşam ücreti 2018 yılında 6400 TL. civarındaydı. Aslında güç tüketicide ancak tüketici bunun farkında değil. Hızlı moda gerçekten de çok hızlı ilerliyor. İhtiyacımızdan çok daha fazlasını aldırtıyor. Ortalama olarak, tüketiciler ilk yıl giysilerinin yüzde 60’ını çöpe atıyor. 2020’de tahmini 18,6 milyon ton giysi çöpe atıldı. Toplam tekstil ürünlerinin yüzde 13’ü geri toplatılıyor, ancak sadece yüzde 1 geri dönüştürülüyor. Yani dünyada üretilen tekstilin %13’ü giyilmeden çöpe gidiyor. Ya yakılıyorlar ya da toprağa gömülüyorlar. Burada önemli olan tüketicinin bilinçlenmesi. Tüketici bilinçlendikçe markalar da adım atmak zorunda kalıyor.”

Oysa bu insan hakları ihlalleri markaların keyfine bırakılmayacak kadar ağır. Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri maalesef şirketlere yaptırım getirmiyor. Markaların sosyal denetimden çıkıp yasal olarak da sorumlu olmaları gerekiyor. Bazı ülkelerde bu yönde atılan adımlar da paneldeki diğer konuşmacılar tarafından dile getirildi.  Fransa’da yeni çıkan yasa ile insan hakları yükümlülüğü şirketler için zorunlu hale getirildi. Yasa, sadece tazminat değil cezai yaptırım da öngörüyor. Benzer yasa 2023’te Almanya’da çıkacak.

Türkiye’de de sivil toplumun bu yönde hem kanun koyuculara hem de şirketlere daha fazla baskı yapması gerekiyor. Bangladeş’te sadece Batılı büyük markalar üretim yaptırmıyor. LCWaikiki, Mavi Jeans vb. Türk markaları da bu ülkelerde fason üretim yaptırıyor, hatta üretimlerinin çoğunu bu ülkelere kaydırmış durumdalar. O fabrikalardaki üretim koşullarını tahmin etmek zor değil elbet. Türkiye’de yasaklanan kot kumlama işi Pakistan, Bangladeş gibi ülkelere kayıyor ve şimdi oradaki çocuklar akciğerlerini kaybediyor. Panelde bir konuşmacının dile getirdiği gibi istihdamla sömürü arasında ince bir çizgi var ve bizler bu çizginin istihdamdan yana ağırlık kazanmasını istiyorsak giydiğimiz ürünün hangi koşullarda üretilip bizlere kadar geldiğini anlamak, ve insan hakları ihlallerinin azalması için hem iş dünyası hem de hükümete baskı yapmak zorundayız. İnsanların ölümüne ürettikleri bir giysiyi üzerinde taşımayı kimse istemez sanırım.

**Bu yazı 16.12.2021 tarihinde www.mlsa.com.tr sayfasında yayınlanmıştır.