Suriçi, yeni bir bodrum felaketine doğru…

Diyarbakır’da bir pazar sabahı… Derin bir sessizlik var… 
2 gündür Suriçi’nde bodrumda kalan insanlarla ilgili koşturma içinde olduğumuz Diyarbakır HDP milletvekilleri Sibel Yiğitalp ve Nursel Aydoğan ile buluşuyorum. Üçümüzün elinde telefon bir yandan Ankara’dan Brüksel’e birçok kurumla ve kişiyle bodrumda mahsur kalan insanların çıkarılması için konuşurken, bir yandan da bodrumdaki bu insanlarla yapılan görüşme kayıtlarını tekrar tekrar dinliyoruz.
Sibel Yiğitalp tarafından bodruma sığınan kadınlardan biri olan Seniha Ana ile yapılan görüşmede,  arkadan şiddetli bebek ve çocuk ağlama sesleri geliyor. Kadın konuşuyor:
“İyi değiliz. Buradaki evlerin hepsi yıkılmış, binalar yıkılmış, kalacak hiçbir yer kalmamış, bir bodrumdayız. Yanımızda çocuklar var, bebekler var, yaralılar var, o yaralıların kanlarını çocuk bezleri ile durduruyoruz. Ne su var, ne elektrik var, yani ne diyeyim… Bu bodrumda 30-35 kişi var, ama başka yerlerde de insanlar var, enkaz altında da var. Bilmiyoruz, birbirimizi görmüyoruz, başımızı kaldığımız yerden çıkartamıyoruz. Günde en az 20 havan, top geliyor bize. Kimsenin kimseden haberi yok, perişan bir haldeyiz. Siz niye bir şey yapmıyorsunuz, niye bir yere başvurmuyorsunuz? Böyle adalet mi olur?”

Dün bodrumdan çıkarıldıktan sonra ölen Fatma Ateş ile ilgili konuşuluyor:
“Fatma yan komşumdu. Biz yan yanaydık, dışarı çıktı, abdest alacaktı, çıktığı zaman o havan nerden geldi bilmiyorum, ben kendim koştum toz duman içinde önümü görmüyordum, onu yine de tuttum, kanı durdurmak için yanımızda bir şey zaten yoktu, 4-5 saat yerde kaldı.”
Bebek ağlama sesleri şiddetleniyor:
“Bebekler ağlıyor, bak duyuyor musun, yanımda 10-15 çocuk var, başka yerlerde de var. Enkaz altında çocuk var. Diyorlar sivil yok, çağırıyorlar sivil varsa çıkın diye, sivil çıktı ne yaptılar, onları cezaevine kapattılar, annesinin cenazesini bile görmediler, böyle olur mu, kim çıkacak, kim onlara güvenecek. Biz bu şekilde çıkmıyoruz. Ya öleceğiz ya bize güzel bir yol açarlar. Ablukayı kaldırsınlar. Vallahi mumlarla idare ediyorduk, mum kalmamış. Su yok, elektrik yok, hiçbir şey yok, burada biz böyle yaşıyoruz. Güzel bir şekilde olmazsa asla çıkmayız. Bu çocuklar burada şehit düşerler ama çıkmayız. Yiyecek bir şey yok, en kötü şartlar yaşanıyor.”

“Evleri yakarak yıkıyorlar”

Seniha Ana konuşmaya devam ediyor:
“Burada 4,5,9, yaşında çocuklar var, şimdi ağlayan bebek 3 aylık. Diğer evlerde de vardır, ama burada öyle bir vahşet yaşanıyor ki kimse kimseyi görmüyor. Enkaz altında çok yaşlılar var. Enkaz altındakiler yandılar, çünkü evleri yakarak yıkıyorlar, lav ateşi gibi bir şey atıyorlar, ev yanıyor öyle yıkılıyor… Bizim karşımızdaki öyle yandı, insanlar yandı.
Eğer Fatma önceden çıksaydı, böyle olmazdı… Onlara güvenerek çıkamayız. Helikopter geliyor, heron geliyor, yani başımızı çıkaramıyoruz, biz Hasırlı’da bodrumdayız… Valla sana bir şey söyleyeyim, burada da insanları Cizre gibi yakmaya çalışıyorlar.”
Seniha Ana dışında bodrumda kalan insanlarla yapılan başka görüşmeler de var. Dinlediğim bir diğer görüşmede bodrumdaki çocukların isim ve yaşları veriliyor. 3 aylıktan, 3 yaşına birçok küçük çocuk var.
Diyarbakır’da sokağa çıkma yasağının olduğu mahallelerde 200’e yakın insan, bodrumlarda seslerini dışarıya duyurmaya çalışıyorlar. Bu insanların 30-40 kadarının YDG-H’lı, 160 civarında insanın da mahallede kalan siviller olduğu düşünülüyor. Yine enkaz altlarında onlarca ölü var. 13 civarında ölü de sokaklarda yerde yatıyor. Aylardır yerde olan cenazeler var.
Nursel Hanım, dün Suriçi’nde öldürülen 2 gencin resimlerini gösteriyor. Genç kadının elbiseleri parçalanmış, vücudu teşhir ediliyor. Cenazenin yanında özel timlerin ayak ve bacakları görünüyor.
O sırada Sibel Hanım’ı bir aile arıyor, annelerinin bodrumda olduğunu ve ellerini çabuk tutmalarını istiyor. Aile Sur’a gidebilecekleri en yakın noktadan, Sur’daki top atışlarını dinliyor.

Yetkililere sesleniyorum!

Kalkıyoruz, Sur’a tekrar gitmeye karar veriyoruz. Barikatlarla kapatılmış, bizlere, kendi sakinlerine, sahiplerine kapatılmış şehrime barikatlardaki güvenlik noktalarından giriyoruz. Sur Belediyesi’ne çıkıyoruz. Tepeden tank ve topların şiddeti daha net anlaşılıyor. Şehrim yıkılıyor, altında evlatlar, bebeler, analar, babalar kalıyor.
Suriçi sessiz, insanlar evlere çekilmiş. Her top atışı sanki yüreğimize düşüyor.
Yetkililere bir kez daha seslenmek istiyorum!
Bu insanların sağ salim bulundukları yerden çıkabilmeleri için bir yaşam koridoru açın. Bugün sokağa çıkma yasağı ve ablukanın 81. günü. 5000 yıllık bir şehir yerle bir edildi. Yüz binlerce insan evsiz kaldı. Yüzlerce insan öldürüldü. YDGH’lı, sivil, asker, polis… yüzlerce insan yok artık. Bunların hepsi bu toprakların çocukları değil mi? Bu kadarı yetmedi mi? Bu nasıl bir inat? Bu işin bitmesi için daha kaç canın gitmesi lazım?
Her katliam başka katliamlara zemin hazırlıyor. Bunun farkında değil misiniz? Öldürülen her insanla barış uzaklaşıyor. Geri dönülmez bir noktaya doğru son hız gidiyoruz. Bu akıl tutulmasını durduracak kimse yok mu?
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 21.02.2016