Sur yeni bir Cizre olmadan…
Bu satırları size yoğun top ve kurşun sesleri arasında yazıyorum. Bu seslere ara ara büyük patlama sesleri eşlik ediyor. Diyarbakır Suriçi’nden dumanlar yükseliyor. Memleketimin kalbi, hepimizin gözbebeği Sur yanıyor.
Sur’dan bir haber ajanslara düşüyor. DİHA muhabiri Mazlum Dolan’ın çığlığı bu. Mazlum Suriçi’nde mahsur kaldığı bodrumdan mesaj yolluyor:
“Durum kötü bir bodrumdayız. Aileler ile birlikteyim, çok yakında bir Cizre olayının benzeri olabilir. Çatışmalar çok şiddetli, olduğumuz yerler yoğun bir şekilde bombalanıyor, havan ve tanklarla vuruluyor. Havadan vuracağız hepinizi, öldüreceğiz anonsları yapılıyor. Kendinize iyi bakın, arkadaşlara selamlar.”
Bu mesajdan yaklaşık 1 saat sonra, saat 14:57’de Mazlum’dan bir mesaj daha geliyor:
“Yaralılar var. Durumu ağır olanlar da var. Benim bulunduğum yerde 30 kişi. Diğer yerlerde de ortalama 200 kişi var. Bebekler, yaşlılar var. 4 aylık bebekler bile var. Şarj sorunu var.”
Bu sabah Mazlum Doğan’dan gelen son mesajda ise bir evin çöktüğünü ve 7 kişinin yaralandığını öğreniyoruz. Cizre örneğinden hepimiz biliyoruz ki güçlü bir ses çıkarmazsak bunlar Mazlum’un son mesajları olabilir.
Diyarbakır’ı saran duygu: UTANÇ
Sur’da yasağın 79. günündeyiz. Bu süreçte sokağa çıkma yasaklarına da, her türlü hukuksuzluğa da maalesef alıştırıldık. Sık sık dile getirsem de tekrar etmek istiyorum: burada devlet sadece tankı topuyla savaş yürütmüyor, aynı zamanda psikolojik bir savaş da yürütüyor.
Devlet, hukuksuzluğa ve katliamlara insanları alıştırıyor. Her geçen gün yaşanan zulme karşı sessizlik artıyor. Yanı başındaki savaşla yaşamaya bile alışıyor insanlar. Hayat tabi ki aynı şekilde akmıyor. Herkesin aklı Sur’da. Ama bir müddet sonra bir şey yapamayacağı, hiçbir şeyi değiştiremeyeceği hissi ağır basıyor insanlarda. İnsanlar umutsuzluklarıyla birlikte sadece evlerine değil içlerine de kapanıyorlar.
Sürekli gaz yiyen, her protesto eyleminde birkaç kişinin öldürüldüğü Diyarbakır’da artık insanları kitlesel olarak toplamak da kolay değil. Korkunun yanı sıra sürekli devam eden hayatı durdurma eylemleri, okul boykotları, kepenk kapatmalar gibi eylemler de savaşın acının içinde yaşayan ve bir yandan da hayatını devam ettirmek durumunda olan insanları bıktırabiliyor. Bu eylemlerin etkili olmadığı görüşü şehirde gittikçe yaygınlaşıyor.
Şehirdeki en ağır duygu ise utanç. Herkes utanıyor, yanı başında savaş devam ederken, hayatına öyle ya da böyle devam edebildiği için utanıyor. Yanı başında başka çocuklar ölürken, çocuğuna sarılabildiği için utanıyor. Yanlışlıkla gülersem diye utanıyor. Şehri utanç kara bir bulut gibi kaplıyor.
Tüm bu duyguları anlıyorum, çünkü ben de bunları yaşıyorum.
Ancak eğer yanı başımızda, sadece 5 dakika ötemizde bodruma sığınmış insanların ölmesine izin verirsek, bu utanç daha da derinleşecek. Ondan sonra bakmayalım artık hiçbir aynaya.
Devlet-vatandaş ilişkisi yok artık
Böylesi bir zulüm karşısında seslenmemiz gerekenin devlet olduğunu da biliyorum.
Ancak devletle vatandaş arasında bir ilişki yok artık, diyalog koptu.
İnsan canına kıymet vermeyen bir devletle karşı karşıyayız.
Vatandaşının fikrine kıymet vermeyen bir devletle karşı karşıyayız.
İnsan öldüren bir devletle karşı karşıyayız.
Ölen vatandaşının arkasından, ölenin kimliğine, kendisini eleştirip eleştirmediğine göre üzülen ya da üzülmeyen bir devletle karşı karşıyayız.
Vatandaşları arasında korkunç ayrım yapan bir devletle karşı karşıyayız.
Devlet vatandaşına karşı koruma, güvenliğini sağlama gibi tüm yükümlülüklerini yitirmiş durumda. Bu satırları yazarken tepemde savaş jetleri alçaktan uçuyor. Bizi korumakla yükümlü bu devlet, memleketimin semalarında jetleri alçaktan uçurarak vatandaşını korkutmaya çalışıyor.
Ölü gibi yaşayamayız
Bu devlet karşısında hepimiz artık aciz hissediyoruz, bunun farkındayım.
Yaptığımız protesto gösterileri, kaleme alınan bildiriler, tüm bunların devlet üzerinde bugün için bir etkisi olmadığının da farkındayım.
Ama yine de bu utancın parçası olmak istemiyorum. Yine de mücadeleden ve zulme karşı ses çıkarmaktan başka çare göremiyorum. Bağıralım, karşı çıkalım, haykıralım. Ölü gibi yaşamaya razı olamayız. Umudumuzu tamamen elimizden almalarını kabul edemeyiz.
Amed halkına çağrımdır bu:
Suriçi’nde bodrumdaki bu insanların kurtarılması için sesimizi daha fazla yükseltelim. Kent, tüm sivil toplum örgütleri, tüm dinamikleriyle derhal bir araya gelsin. Mazlum’un ve Suriçi’nde bodruma sığınmış diğer insanların oradan canlı çıkması için uğraşalım.
Diyarbakır’ın bütün milletvekilleri, size sesleniyorum: Bu bodrumdaki insanların tankla topla yakılmasına öldürülmelerine izin vermeyin! Bu vebal hepinizin, hepimizin!
Yeni bir Cizre olmadan, çok geç olmadan…
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 18.02.2016