Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Sur: “O kadar uzun sürdü ki bu savaş ve yıkım, umut da bitiyor”

Aylar süren karantinadan sonra dün tekrar Sur’daydım. Önce muhtarla buluşmaya gidiyorum. Ana caddelerdeki kalabalık, ara sokaklara girince epey azalıyor. Sur’un dar küçelerinde  tek tük insan görülüyor. Sokak aralarında birikmiş sularda oynayan çocuklar var.

Muhtarla birlikte sokak sokak dolaşıp bir yandan da ihtiyaçları konuşuyoruz. O sırada muhtarı gören bir kadın evinden çıkıyor, bağırıp çağırarak: “Muhtar, el atın bu uyuşturucu kullananlara” diyor kızgınlıkla. Sonra anlıyorum ki dün gece o mahallede bir ses bombası atılmış.

Boş evlerde uyuşturucu kullanımı ve fuhuş yaygınlaşmaya başlamış ve böyle evlerden birine, birileri, evden çıksınlar diye ses bombası atmış. Muhtar  da “uyuşturucu kullanımı yaygınlaştı, ne yapacağımızı bilmiyoruz” diyor.

İnsanlar tedirgin. Nitekim Sur’dan ciddi bir göç de var. Her mahallede yaşayan hane sayısı son 4-5 yılda yarı yarıya azalmış durumda.

Kadını sakinleştirdikten sonra artık olmayan Alipaşa’ya doğru yola devam ediyoruz. 3 yıl önce kentsel dönüşüm gerekçesi ile yıkılan tarihi Alipaşa mahallesinde, yıkılan alana yapılan garip villalar bitmiş, içlerine girmiyoruz. Villaların olduğu alan çelik bariyerlerle yoksul Sur’dan yıllardır ayrıştırılmış durumda. Bariyerlerin yanında bu villalara tezat uzun süredir tanıdığım çadırda yaşayan bir aile var. “Hala mı buradasınız?” diyorum. “Onlar bana evimi geri verene kadar hiçbir yere gitmeyeceğim” diyor adam, arkasından da bir küfür sallıyor onu bu hale koyanlara. Küçük oğlu her şeyden habersiz bariyerlerin dibinde plastik bir kamyonla oynuyor.

Koronavirüs döneminde sosyal hizmetler müdürlüğünün ekmek ve gıda yardımı yaptığını öğreniyorum. Muhtar “Nurcan Hanım 20 yıldan fazladır burada muhtarlık yapıyorum, yardım isteyenler bize başvurur. Ama hep kadınlar ya da çocuklar gelirdi. Bu yıl ilk defa erkekler de geliyor yardım istiyor. Durum gerçekten çok kötü” diyor. Duvarlardaki güzel, umut verici grafitiler ve her gün açılan yeni kafelere rağmen Sur’da korkunç bir yoksulluk her şekilde hissediliyor.

Bu yoksulluğa  büyük bir umutsuzluk da eşlik ediyor. Sur yalnız, Sur kimsesiz, Sur sahipsiz.

Melikahmet’in karşı tarafına geçiyorum. Bakırcılara uğruyorum, o günkü ilk müşteri olarak. Oradan baharatçılara geçiyorum. Dükkanların yarısından çoğu açık ama içleri genelde boş, müşteri yok. Yıllardır tanıdığım kilimciye gidiyorum bir nefes almaya. O da uyuşturucu kullanımının artışından şikâyet ediyor, “Yıllarca sorunlara göz kapata kapata bu hale geldik. Şimdi zamanı değil demekle çözülmüyor işler” diyor.

Canım iyice sıkılıyor. Sur’a gitmek artık bana büyük bir hüzün veriyor. Büyüdüğümüz güzelim küçeler boş, Sur herkese küskün gibi, “bana bunları nasıl yaptınız” der gibi…

Sur’dan çıkmadan, her zaman yaptığım gibi yasaklı alanı gizliden gizliye izlediğim sokağa gidiyorum. Her zamanki taşımın üzerine oturuyorum. Yıkılan Sur’a bir kez daha bakıyorum. Bir kadın geliyor, o da yanımdaki taşa çömeliyor. Belli ki onun da yüreği acıyor. “Umudumu yitirdim” diyor, “O kadar uzun sürdü ki bu savaş ve yıkım, umut da bitiyor”.