Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Sur, binlerce yıllık “ev”imiz satışta…

Sur bana artık sadece acı veriyor, o yüzden daha az yazmaya çalışıyorum. Ama bugün basına düşen haber beni yine Sur’da yaşananlara, 7000 yıllık “ev”imize yapılanlara götürdü.

Gazetelerde çıkan haberlerde Sur’da yıkılan 6 mahallede yapılan villaların “turistik villa” adı altında 600 bin ila 1 milyon TL. arasında satışa çıkarıldığı yazıyor. Haberlerin yanına da bu villalara ilişkin emlak ilanları konulmuş ve ilanlarda “tarih ve lüks içiçe” ibaresi göze çarpıyor. Satışa çıkarılan bu “turistik villalar” nasıl inşa edildi, neyin üzerine inşa edildi, hatırlatayım; sonra siz karar verin “tarih ve lüks içiçe mi değil mi?” diye:

Barış sürecinin bitmesinin ardından Ağustos 2015’te tüm Bölgede çatışmalar başladı. Diyarbakır’da çatışmaların merkezi tarihi Sur’du. Eylül 2015’te Sur’da ilk sokağa çıkma yasakları başladı. İlk yasaklar birkaç günlüktü. O birkaç günde mahalleliler dışarı çıkmıyor, Sur’da operasyonlar yapılıyordu. Hendek ve barikatlar da her geçen gün yükseliyordu. Kasım 2015’e dek Sur’da yasaklar ara ara devam etti. Bazen üç gün bazen beş gün.

Her yasak sürecinde ölenler oldu ama Sur tam bir yıkım yaşamadı. Sur halkı Sur’u tamamen boşaltmadı. 28 Kasım 2015’te sevgili Tahir Elçi’nin Dört Ayaklı Minare’nin altında katledilmesinden sonra 2 Aralık 2015’te Sur’da 5. kez ve son kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Operasyonlar başladı ve kent tam anlamıyla bomba ve silah seslerine gömüldü. 11 Aralık 2015’te yasağa 17 saatlik bir ara verildi. Bu arada, binlerce Surlu ellerinde yatak döşekleriyle Sur’u terk ettiler. Gerisi tufandı zaten.

100 gün süren askeri operasyonlar 9 Mart 2016’da, saat 16:00’da bitti. Geride 100’e yakın ölü -bugün bile Sur’da hayatını kaybedenlerin kaç kişi olduğu tam bilinmiyor-  ve büyük bir yıkım bırakarak.

Sur Belediyesinin Sur’un yıkıma dair hazırladığı rapora baktığımızda, Mart 2016’da çekilen uydu görüntülerinden şunu anlıyoruz: Mart 2016’da bile Sur tekrar restore edilebilir, toparlanabilir haldeydi. Ancak bu tercih edilmedi. Bunun yerine kepçeler, kamyonlar Sur’a girdi ve binlerce yıllık Sur’un yıkımı başladı. Yasağın devam ettiği 6 mahalledeki evler, yaşamlar, anılar, hatta evlatların kemikleri moloz diye kaldırılıp Dicle vadisine atıldı.

21 Mart 2016’da, bir Newroz günü, çıkarılan Bakanlar Kurulu kararı ile Sur kamulaştırıldı. Bu yasaklı mahallelerde evleri olanlara ufak paralar verilerek evleri ellerinden alındı, kabul etmeyenler ise mahkemelere gitti. Sonuçsuz kaldı tabi. Kamulaştırma ile bu mahallelerdeki evler yıkıldı. 334’ü tescilli olmak üzere 3569 yapı yıkıldı. Bu 6 mahalle bomboş bir araziye döndü ve bu arazilerin üzerine garip, ucube villalar yapılmaya başlandı. Bir yandan da Sur Koruma Planı çiğnenerek, yasaklı alanda büyük bulvarlar açıldı.

Tüm bu süreçte bu mahallelerde sokağa çıkma yasağı devam etti. Bugün de devam ediyor. Tabi bu “boş” mahallerde artık insan yaşamadığı için, bu anlamsız yasağın nedenini anlamak pek mümkün görünmüyor.

Ama yıkım burada bitmedi. 2017 yazında bu sefer yasaklı alanda olmayan, çatışmaların yaşanmadığı, Sur’daki tarihi Alipaşa mahallesi kentsel dönüşüm adına yıkıldı. Alipaşa’da yıkıma karşı bir direniş örgütlense de başarılı olamadı, sadece birkaç ay içerisinde binlerce yıllık Alipaşa dümdüz edildi. Dümdüz edilen bu alanda da garip villalar yapılmaya başlandı.

2018 yılından itibaren Sur’un her yanında “inşa” çalışmaları başladı. Ana caddelerden başlayan bu “yenileme”, zamanla iç sokaklara ve Çarşîya Şewîti’ye doğru uzandı. Dükkanların dış cepheleri ahşap ve bazalt ile kaplandı, tüm dükkanlar aynı oldu, Sur tektipleştirildi. Ama yasak hep devam etti. Bizler de yasakla yaşamaya alıştık.

Son birkaç yılda hayat Sur’da tekrar yavaş yavaş canlansa da bir tarafımız yıkım bir tarafımız yaşam gerçeküstü bir şekilde yaşamaya alıştık.  Bir kafede oturup, sonra şöyle bir tellerin arasından yasaklı alana bakıp yolumuza devam etmeye çalıştık.  Yaşananların ağırlığı o kadar büyüktü ki, belki de devam edebilmek için unutmaya çalıştık, yasaklı alan yokmuş gibi yaşananlar hiç yaşanmamış gibi…

Zamanla yasak ve yıkım hayatımızın bir parçası oldu. Gençler Sur duvarlarını grafitilerle donatmaya devam ettiler, yeni kafeler açıldıkça açıldı, Sur yasağın, yıkımın, ama aynı zamanda yaşamın merkezi oldu yine. Şimdi Sur’da bir yandan büyük bir yoksulluk varken iç sokaklarda, bir yandan çok şık kafeler var. Aynı binanın arkası  sokağa çıkma yasağı bölgesiyken,  hemen önünde Starbucks var. Bir yandan güzel bir restoranda yemek yerken, restoranın 100 metre ötesinde barikatlar var. Yaşam, yıkım, Sur’da hepsi içiçe.

Ama görmemeye çalışsak da, kulaklarımızı kapatsak da, unutmak için mücadele etsek de, bizimle yaşayan ve her zaman yaşayacak olan bir gerçek var:  Biz 7000 yıllık evimizi kaybettik. Diyarbekir’in, Amed’in, Dikranagerd’in kalbini kaybettik. Şimdi de evimizin yıkıntılarının üzerine kurulmuş ucube villaları satışa çıkarmışlar. Benden bu villaları alacaklara söylemesi; bu “turistik villalarda” oturmanın  hayrını görmeyeceksiniz, çünkü altında binlerce yıllık evimiz var.