2000’lerin ilk 10-15 yılı Türkiye sivil toplumu açısından belki de en iyi yıllardı. Birçok farklı alanda sivil toplum örgütlerinin kurulduğu yıllar. Bu canlılık sadece ülkenin batısında da değildi. Kürt coğrafyasında da 2000’lerle birlikte sivil toplumda bir canlanma başlamıştı. Kültür sanattan, insan hakları mücadelesine, ekolojistlere, kadın hareketine, dini yapılara, araştırma kuruluşlarına, azınlık derneklerine uzanan geniş bir sivil toplum canlılığını özellikle 2010’lardan itibaren Bölgede görmek mümkündü.
Önce biraz geriye dönelim:
90’larda Bölgede yaşanan şiddet sivil topluma da yansımıştı. Sivil toplum örgütçülüğü ateşten gömlek giymekle eşdeğerdi. Özellikle insan hakları alanında çalışan birçok sivil toplum örgütünün üyeleri öldürülmüş, kaçırılmış ya da cezaevinde uzun yıllar geçirmek zorunda kalmışlardı. O yıllar zordu “Kürt” demek, “zorunlu göç” demek, “Kürtçe müzik” demek. Açlık ve yoksulluğun dillendirilmediği, etnik kimliğin ağza pek alınmadığı, “can derdi”nin olduğu yıllardı. Kısıtlı sayıda olan sivil toplum da buna göre şekilleniyordu.
Kürt hareketinin Bölge belediyelerini yönetmeye başlaması, sivil topluma açtıkları alan, kadın-erkek eşitliği, ekoloji, çok dilli belediyecilik söylemleri ve 90’lara göre göreceli rahatlık ve özgürlük, sivil topluma da canlılık getirdi. Bu öylesine büyük bir canlılıktı ki özellikle barış süreci döneminde Kürt coğrafyasının her kentinde gençlik, kadın, çocuk, insan hakları, ekoloji… derneklerine rastlamak mümkündü. Bu dernekler kimi zaman yerel yönetimlerle kentin işleyişine dair protokoller de yapıyorlardı, 2010 ortalarında Diyarbakır Engelliler Meclisinin Büyükşehir Belediyesi ile yaptıkları kent tasarımına ilişkin protokoller gibi.
Sivil toplumdaki bu çeşitlilik ve canlılık 2014 yılında yazar Şeyhmus Diken ile beni yollara düşürdü. Kürt coğrafyasında 17 ilden 83 sivil toplum örgütü ile görüşerek İletişim Yayınlarından çıkan Kürdistan’da Sivil Toplum kitabını hazırladık. Bugün iyi ki hazırlamışız diyorum, çünkü maalesef sadece son 5 yıl içerisinde kitapta söyleşi yaptığımız sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu kapatıldı.
2014 yılında bu söyleşileri yaptığımız dönem barış sürecindeydi Türkiye ve bu sivil topluma da yansıyordu. Görüştüğümüz STK’ların büyük çoğunluğu Kürt coğrafyasında “taraf” olduklarını, Kürt halkının haklarından, mücadelesinden, acısından ve sevincinden yana taraf olduklarını açıkça söylüyorlardı. 90’lardan farklıydı bu yeni sivil toplum. Kadınların eşitliğinden yana, farklı kültür, inanç ve cinsel eğilimlere saygılı yeni bir sivil toplum anlayışıydı Bölgede filizlenen. Hemen hepsi Kürdi ve siyasi mücadelenin tarafıydılar. Kadınlı erkekli, eş başkanlıklı, gönüllülüğü daha çok ön plana alan, korkusuz bir sivil toplumdu gözlemlediğimiz. 90’lardaki “can” derdinden, 2010’larda kadın-erkek eşitlikçi, ekolojik başka bir sivil toplum doğmuştu Kürt coğrafyasında.
Bunu bu kadar detaylı yazıyorum, ne kaybettiğimizi daha iyi anlayalım diye. Çünkü OHAL ilanından sonra çıkarılan KHK’larla biz böylesi bir sivil toplumu kaybettik. Bölgedeki sivil toplum örgütlerinin çok büyük bir çoğunluğu 2016 yılında çıkarılan KHK’lar ile kapatıldı. Onca yıllık birikim, mücadele bir çırpıda yok edildi. Bu sivil toplum örgütlerinde çalışan insanların kimisi bugün cezaevinde, büyük bir çoğunluğu davalar ve soruşturmalarla uğraşıyor, bir kısmı Bölgeyi hatta ülkeyi terk etti, kimisi de içine kapandı, sivil toplum mücadelesinden elini ayağını çekti. Bu STK’ların hizmetlerinden faydalanan yüzbinlerce insan artık bu hizmetlere ulaşamıyor.
2016-2017’de çıkarılan KHK’lar ile tüm Türkiye’de 1419 STK kapatıldı. Ancak özellikle Bölgede KHK’lar ile halkla içiçe, etkin, aktif STK’ların neredeyse hepsi kapatıldı. Bölgede sivil toplumun kökü kazınırken, Batıdan, genel olarak muhalefetten ve AB gibi yapılardan güçlü bir ses çıkmadı. Elbette Batıdaki sivil topluma da bir baskı vardı ama Bölgedeki kadar büyük değildi. Eğer o günlerde güçlü bir ses çıkabilseydik bugün bu yaşadıklarımızı yaşar mıydık bilmiyorum.
Şimdi AKP’nin sunduğu ve Adalet Komisyonu’ndan geçerek Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek olan Kitle İmha Silahlarıyla Mücadele Yasa Teklifi ile artık tüm Türkiye’de sivil toplumun cenazesi kaldırılacak. Hükümet inanılmaz bir aldatma ile bir yandan BM ve OECD kararlarını uyguluyor gibi görünürken, diğer yandan sivil toplumu istediği gibi zapturapt altına almak için gerekli yasaları geçiriyor. Bu teklif ile sivil toplum örgütlerine rahatlıkla kayyım atanabilecek, mal varlıklarına el konabilecek.
TÜSİAD gibi yapılanmalar, Türkiye’nin büyük vakıf ve dernekleri belli ki bunun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değiller. Şöyle söyleyeyim: Bu yasa hepsini etkileyecek. En ufak anlaşmazlıkta futbol kulüp derneklerine, iş insanı örgütlenmelerine, hemşerilik derneklerine kadar el koyabilecek hükümet. Depremzedelerden, yoksulluğa, LGBT’lere, insan haklarına, eğitime, hayvan haklarına, kalkınmaya… kadar çok geniş bir yelpazede çalışan sivil toplum savunmasız kalacak bu yasayla. Son 5 yılda iyice güçsüzleşen sivil toplumun belki de birkaç yılda kökü kazınacak. Türkiye son demokrasi umutlarını da kaybedecek.
Ne diyeyim, bunca yıldır bu ülkede sivil toplumun gelişimi için uğraşan hepimize geçmiş olsun. Kötü günler bizi bekliyor.