2004 yılıydı. OHAL yeni bitmiş, Diyarbakır savaşın, yıkımın yaralarını sarmak için harekete geçmişti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde dönemin Belediye Başkanı Osman Baydemir’in öncülüğünde, büyük ve oldukça hüzünlü bir toplantı yapılmıştı. Diyarbakır sokaklarından yoksulluk görüntüleri eşliğinde, bölgedeki yoksulluk sorunu tartışılmış, bu görüntülere bazen gözyaşları eşlik etmişti. O toplantıda bir araya gelen Diyarbakırlılardan “Vakit kaybetmeyelim, Bölgedeki yoksullukla mücadele için hemen harekete geçelim” kararı çıkmıştı. Diyarbakır’daki çok farklı kesimlerden insanlar, doktorundan öğretmenine, avukatına, iş insanlarına bir araya gelerek 2005’te Sarmaşık Yoksullukla Mücadele Derneği’ni kurdular.
Dernek büyük bir toplumsal katılımla kurulmuştu. Yoksullara yardım değil, yoksullarla dayanışma şiarı benimsenmiş ve tüm mekanizma buna göre yapılandırılmıştı. Açlık sınırının altındaki aileler belirlenmiş, oluşturulan Gıda Bankası ile bu ailelere her ay düzenli gıda desteği sağlanmaya başlanmıştı. Sadece Bölgeden değil Çanakkale’den, Antakya’dan, İstanbul’dan, Köln’den, Londra’dan… Binlerce insan düzenli aylık katkılarla, açlık sınırının altındaki bu ailelerin gıdasını üstlenmişlerdi. Sarmaşık bu mekanizmayı Türkiye’de oluşturan ilk örnekti. On binlerce insanın aylık 50 TL, 100 TL. gibi düzenli katkılarıyla, her ay 5 bin 400 aileye, 35 bin insana destek veriyordu Sarmaşık. Sarmaşık’ın bu modeli zamanla Mersin’den, Batman’a, Dersim’e… Birçok ile yayılmaya başladı. Hatta birçok ilde kamu kurumları, valilikler, kaymakamlıklar benzer gıda bankaları kurdular. Tüm Türkiye’de yoksullukla mücadele çalışmalarına yeni bir soluk getirmişti Sarmaşık.
Kurulduğu günden beri Sarmaşık’ın hem gönüllüsü hem de aktif bir destekleyicisi olarak derneğin çalışmalarını hep yakından takip ettim. Diyarbakır’da çalışmalarıyla, insandan insana dayanışmasıyla, ekibiyle gurur duyduğum derneklerden biri oldu hep. Sadece insandan insana dayanışmayla yetinmeyip, yoksulluğun kader olmadığını göstererek, zorunlu göç gibi yoksulluğun birçok nedenini de tartışmaya açtı Sarmaşık.
Son yıllarda birçok soruşturma, teftiş geçirmesine rağmen Sarmaşık tüm bu teftişlerden yüzünün akıyla çıktı.
Sarmaşık dün çıkan KHK ile kapatılan 370 dernekten sadece biri. Dün bölgede kapatılan birçok derneği 18 yıldır sivil toplumda çalışan biri olarak yakından tanıyorum. Sarmaşık, Rojava Derneği, Selis, Diyarbakır Din Âlimleri Derneği, Van Kadın Derneği, Muş Kadın Derneği, Dicle-Fırat Kültür Sanat, GÖÇ-DER, KJA, MEYADER, TUHAD-FED, KÜRDİ-DER, Kürt Yazarlar Derneği… bunlar ilk etapta aklıma gelenler. 90’larda bile kapatılmayan GÖÇ-DER gibi dernekler bugün kapatıldılar.
Bu derneklerin her biri bunca yıl çok zor koşullarda, baskılar altında, parasızlıkla, çoğu tamamen gönüllü olarak bu hizmetleri yaptılar.
Şehmus Diken’le birlikte 2 yıl önce yazdığımız “Kürdistan’da Sivil Toplum” kitabını hazırlarken tüm bu derneklerle söyleşiler yapmıştık. Bu çalışmayı yaparken bu derneklerin çoğunun bilinenin aksine, dış fonlar yerine yerel kaynaklarla, büyük bir gönüllükle çalıştıklarını, “projecilik” yanılgısına düşmeden, ilkelerinden ödün vermeden hizmet verdiklerini gözlemlemiştik. 2 yıl önce, çözüm süreci sırasında yaptığımız bu çalışma sırasında bile özellikle Şırnak, Cizre, Hakkari, Yüksekova kentlerinde yaptığımız görüşmelerde bu derneklerin üzerindeki tedirginliği hissetmiştik.
Kürdistan’da sivil toplumun ne denli gelişmiş olduğu da gözlemlerimiz arasındaydı. Kürdistan’da sivil örgütlenmenin bu denli gelişmiş olmasının en önemli nedenlerinden biri Kürtlerin çok uzun yıllardır zulüm ve baskılara maruz kalmaları ve bu zulüm ve baskılara karşı mücadeleyi çok çeşitli örgütlenme, yapı ve ilişkilerle geliştirmiş olmaları. Kürtlerde baskı ve zulmün değmediği aile neredeyse olmadığı için ve daha anne karnından başlayarak insanlar çevrelerinde baskı ve zulme şahit oldukları için birbirlerine el uzatmaları, birbirlerinin acılarına mehlem olmaya çalışmaları zaten günlük yaşamın bir parçası.
Çeşitli baskılara rağmen yaraları sarmaya çalışan, zorunlu göçün çocuklarına yönelen, sanatla terapi yapan, kayıp babaların kemiklerini arayan, tüm bu baskılara, zulme rağmen meydan okuyan bir sivil toplumculuktu gözlemlediğimiz. Karşımızda çoğu zaman yorulan, uğraşan ama yaptığı işten vazgeçmeyen, yaptığı işle gurur duyan, hep beraber yaraları sarmaya çalışan insanlar vardı.
Parçası olduğum bu sivil toplum mücadelesi ve bu mücadelenin içindeki insanlarla hep gurur duydum. Bu mücadele çok uzun zaman almış bir mücadele. Zaman içinde yenilgileri ve başarılarıyla yılları üst üste koyarak gelişmiş bir sivil toplum mücadelesi. Böylesine bir dalga bir mühürle, “tak” diye durdurulabilir mi?
Devlet derneklerimizi kapatabilir, baskı altına alabilir. Ama Kürdistan’da insanların bu dayanışmasını, sivil toplumu yok edemez!
Çünkü tüm bu mücadele ve dayanışmayı tırnaklarımızla kazıya kazıya bu noktalara getirdik. Bir kâğıt parçasıyla mühürlenemez!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 14.11.2016