Kategoriler
Yazılar

Şırnak YOK’tur, doğası da YOK’tur!

2016 yılının 14 Mart’ında başlayan sokağa çıkma yasağı ve operasyonlar, Şırnak’ta sekiz ay sürdü.  2016 Kasım ayında henüz operasyonlar devam ederken, çadırlarda kalan insanlara yardım ulaştırmak için gittiğim Şırnak’a girememiş ve Kumçatı beldesine geçmiştim. Şırnak belediye başkanı ve belediye çalışanları da kente giremedikleri için Kumçatı beldesinden hizmet vermeye çalışıyorlardı. O gün giremediğim Şırnak’ın girişine asılan devasa pankart dikkatimi çekmişti. Pankartta “Şırnak Türkiye Cumhuriyeti’nin 81 ilinden biridir” yazıyordu. 2017 yılının ilk günü tekrar Şırnak’taydım. Yasak kısmen de olsa kalkmış ama Şırnak kelimenin tam anlamıyla yok olmuştu. Şehrin girişindeki devasa pankart da değişmişti. Yeni pankartın üzerinde “Şırnak bir Türk ilidir” yazıyordu.

1 Ocak 2017 günü Şırnak’a girdiğimde dikkatimi çeken bir şey daha vardı: Kamyonlar. Şırnak’tan çıkan kamyonlar yıkılan evlerin eşyalarını taşıyordu. Şehrin hemen girişindeki Şırnak Üniversitesinin yanındaki boş arazide yıkılan evlerden çıkarılan (kaçırılan ya da çalınan da diyebiliriz) eşyalar ayrıştırılıyor, buradan da kamyonlara konularak Şırnak dışına çıkarılıyordu. Neler yoktu ki bu kamyonlarda: buzdolapları, klimalar, ocaklar,  kalorifer petekleri, çamaşır makineleri… Dehşete düşmüştüm. Şırnaklılar evlerine giremezken, yıkım işini alan firma, Şırnaklıların talan ettiği evlerinin eşyalarını ayrıştırıyor, sonra da satmak için Şırnak’ın dışına götürüyordu. O günlerden aklımda beyaz eşya dolu kamyonlar ve koca bir düzlüğe dönüşmüş Şırnak kaldı.

Şırnak’a daha sonra da sık sık gittim. Şırnak bana her seferinde koca bir şantiye alanını andırdı. Şırnak’ta yerin altından üstünden bir şeyler sürekli çıkarılarak bir yerlere götürülüyordu. Şırnak altıyla üstüyle talan ediliyordu.

Birkaç gün önce Şırnak Barosunun paylaştığı görüntüler bana 2016-2017 yıllarını hatırlattı. Şimdi Şırnak’tan çıkan kamyon ve TIR’lara beyaz eşya değil; Şırnak’ın ağaçları, odunları yüklü. Bu sefer çalınan Şırnak’ın doğası, ormanı.

Mezopotamya Ajansından Ömer Akın’ın yaptığı habere göre Şırnak’ta Cudi Dağı ve Besta bölgelerinde korucular tarafından yaklaşık iki yıldır ağaç kıyımı gerçekleştiriliyor. Kesilen ağaçlar TIR ve kamyonlara yüklenerek, kent dışında farklı bölgelere taşınıyor. Nitekim Şırnak Barosu bu konuda duyarlılığı arttırmak için sosyal medyada etkili bir kampanya başlattı. Baro, sosyal medya hesaplarından konuya ilişkin bilgi ve görüntüleri düzenli olarak paylaşıyor. Şırnak Barosu bununla da kalmıyor. Bu ağaç, orman kıyımını durdurmak için gerekli tüm kurumlara ve uluslararası kuruluşlara başvuruyor. Bunların arasında Greenpeace, Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) ve Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) gibi kuruluşlar da var. Mezopotamya Ajansına verdiği röportajda, Şırnak Barosu Çevre ve Kent Komisyonu üyelerinden Sabri Çatıktaş, Greenpeace’den “konunun uzmanlık alanları olmadığına” ilişkin bir cevap aldıklarını, diğer uluslararası kuruluşlardan ise cevap bile alamadıklarını belirterek şöyle söylüyor:

“Doğayı koruma adı altında kurulan bir kurumun doğa arasında ayrım gözetmesi kabul edilemez. Akdeniz’deki doğa doğadır da Kürdistan’daki doğa doğa değil midir? Oralarda canlı hayatı yok ediliyor da buralarda edilmiyor mu? Kürdistan doğası talan edilse ve yok edilse bunun Akdeniz doğasına etkisi olmayacak mı? Bu ikiyüzlülüktür.”

Güzel kardeşim zaten söyleyeceğini söylemiş: Akdeniz’deki doğa doğadır, Kürdistan’daki doğa doğa değildir. Bodrum’daki, Datça’daki yangın yangındır; Cudi’deki Besta’daki yangın yangın değildir. Karadeniz’de ölen çocuktur, Diyarbakır’da ölen çocuk değildir. Kürt sadece kendi varlığıyla değil, doğasıyla, kuzgunuyla, kuşuyla, kurduyla, diliyle, kültürüyle, tarihiyle, basınıyla, edebiyatıyla birlikte YOKTUR bu ülkede. Büyük bir YOKTUR ve bu YOK OLMA hali sadece bu ülkenin kuruluşları, sivil toplumu nezdinde değil, uluslararası birçok kuruluş nezdinde de geçerlidir.

Şimdi başa dönelim, 2016 Kasım ayının Şırnak’ına. Kente giden yollar çadırlarla dolu. Çadırlarda bebekler, çocuklar… Kentin girişinde zırhlı araçlar, tanklar ve ellerinde kalaşnikoflarla sakallı özel timler… “GİRİŞ YOK” diyorlar. Girişin hemen arkasındaki koca düzlükte Şırnaklıların talan edilen eşyaları, kiminin yıllarca biriktirerek aldığı bir dolap, kiminin çeyizi, kiminin tek ocağı. Giremediğim kentin girişinde ise devasa bir pankart. Üzerinde “Şırnak Türkiye Cumhuriyetinin 81 ilinden biridir” yazıyor. (2016-2017 Şırnak’ı için, o dönem T24’e hazırladığım yazı dizisine bakabilirsiniz.)

Şırnak bir Kürt kentiydi. Sekiz ay süren sokağa çıkma yasağı ve operasyonlar sonrası %70’i yıkıldı. Yedi büyük mahallesi tamamen toprağa gömüldü. 64.000 Şırnaklı yerinden edildi. Üzerinden altı yıl geçmesine rağmen halen on binlerce Şırnaklı evsizdir ve memleketlerine dönememişlerdir. Yasak sırasında kaç kişinin öldüğü bugün bile tam olarak bilinmemektedir. Altı yıl geçmesine rağmen bazı cenazeler halen bulunamamıştır.

Ama tabi Türkiye kamuoyu, medyası, uluslararası kuruluşlar, çevre hareketi, hayvan hakları örgütleri, sivil toplum kuruluşları tüm bunlar yokmuş, yaşanmamış gibi düşünmeye devam edin. Zaten Şırnak da YOKTUR, tıpkı doğası, kurdu, kuzusu, ormanı olmadığı gibi.

***published on www.mlsaturkey.com