Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Serdar Küni: Cizre 90’larda baş eğmedi, bugün de baş eğmiyor

Dr. Serdar Küni Cizreli bir hekim ve insan hakları savunucusu. Aynı zamanda TİHV Cizre temsilcisi. Serdar Küni, “Cizre’deki operasyonlarda yaralanan örgüt mensuplarını, örgüt mensubu olduklarını bilmesine rağmen tedavi etmekle” suçlandı, 8 ay cezaevinde kaldı.

Davası hala devam ediyor. Akşam oldukça geç bir vakitte buluşuyoruz TİHV Cizre bürosunda.

Karşımız Bırca Belek ve Dicle. Her zamanki güler yüzüyle karşılıyor beni. Uzun uzun Cizre halkının o gün bana verdiği moralden bahsediyorum. Gülümsüyor. “Cizre halkı herkese moral verir” diyor.

Sizinle öncelikle Cizre’de insan hakları meselesini konuşmak istiyorum. İnsan hakları ihlallerinin çok yoğunlaştığı son üç yıldır, Cizre’de insan hakları savunucusu olarak nasıl bir mücadele veriyorsunuz?

40 yıldır savaş var, bu 40 yıl içerisinde binlerce köy boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Sokak ortasında infazlar gerçekleşti, asit kuyuları oldu, ama Cizre halkı geri adım atmadı. Kendinden geri adım atmadı, yaşamından geri adım atmadı, kültüründen geri adım atmadı, taviz vermedi, devam etti mücadeleye.

Bu son özyönetim direnişleri esnasında da şehirler yıkıldı, evler talan edildi, insanlar çocuklarını kaybettiler, on binlerce insan tutuklandı, şuan bile Öcalan üzerinde bir tecrit var, bu tecrite yönelik Hakkâri milletvekili Leyla arkadaşın bir eylemi var. Millet bunları görüyor. 90’larda da başını eğmemişti Cizre, özyönetim direnişleri esnasında da baş eğmedi.

Cizre’de başka bir şey vardı. Savaşın yanında, sivil halkın bir direnişi söz konusuydu ve bu direnişle birlikte çok büyük hak ihlalleri yaşandı. İnsan hakları mücadelesi yürüten kurum ve bireyler olarak biz bu hak ihlallerinin önüne geçemedik. Gözümüzün önünde çok basit tıbbi müdahalelerle iyileşebilecek insanlar öldü. Buna şahitlik ettik biz.

Geçen gün sağlık çalışanı Aziz Yural’ın da ölüm yıldönümüydü. Aziz Yural’ın ölümü benim unutamadıklarımdan.

Aziz’le ilgili bir anekdotumu anlatmak isterim. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden yaklaşık 10 gün önceydi. Silopi Devlet Hastanesi’nde bir arkadaşımızı darp ettiler. Ben ve Aziz oraya gittik, baktık şehri ablukaya almışlar. Hastaneyi ablukaya almışlar. Bir şekilde içeriye girdik, sivil halk yok, doktor yok, kimse yok, sadece bodyguard gibi özel timler var.

Biz raporumuzu yazdık, gerekli arkadaşlara ulaştık, Cizre’ye döndük. Cizre Belediyesi’nde 2011 yılında kurulan bir Bişeng Sağlık Merkezi vardı. Her yerde eşit ulaşılabilir, anadilde sağlık hizmeti sunan bir yerdi. Oraya geldik, oturduk, ben, Aziz ve bir arkadaş daha.

Aziz burada şu lafı kullandı: “Bu süreçte bu üçümüzden birisi olmayacak” dedi. Güldük. “Hadi bu anı fotoğraflayalım” dedi. Fotoğrafı çeken de Hacer’di. Hacer bodrumlarda öldürüldü, Hacer’in hala bedenine ulaşamadık. Benim Aziz’le bir fotoğrafım var ama Hacer’le hiç fotoğrafım yok. (Bu noktada röportajı yaparken hepimizin gözleri doluyor, çünkü yanımızda Hacer’in babası bulunuyor).

Bu talandan sonra hepimize ağır baskı oldu. Ben ne yaptım, ben hekimdim, hekimlik mesleği dışında hiçbir şey yapmamışım, insanları yaşatmaya çalışmışım. İnsanları yaşattırdığım için bana bedel ödettiler. Sekiz ay içeride kaldım, davam devam ediyor. Dört yıl üç ay ceza verdiler, istinafa götürdük, istinaftan bozuldu, şuan hala devam ediyor. Bu noktada çok büyük bir travma yaşandı Cizre’de. Aslında insan hakları mücadelesi veren insanların Cizre’ye özellikle eğilmesi gerekir.

İnsan hakları mücadelesinin içinde olan insanlar ve kurumlar olarak Cizre’ye yeterince eğilebildik mi?

Biz hekimler travmayı şöyle tanımlarız: Dörtlü bir ayağı vardır. Hak, adalet, onarım ve tekrarlayamama. Biz bu dörtlü ayağın en başındayız henüz. Adalet sağlanmadığı sürece insanların rahat edeceğine inanmıyorum.

Burada bu faşizmi, vahşeti yaşatanlar hesap vermediği sürece kendi tarihi ve kendileri ile yüzleşmediği sürece bu sorun devam edecektir.  Biz şuan bu vahşetin yaşandığı merkezde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ne kadar yapabiliriz bilmiyorum. Çünkü travmayı yaratan sorunlar ortada. Bu sorunlar ortada olduğu sürece bazı şeyler mümkün değil, biz bunu değiştiremeyiz, önce hak ve adaleti sağlamamız gerekiyor.

Cizre’de insan hakları savunucusu olmak, Türkiye’de insan hakları savunucusu olmaktan çok farklı diye düşünüyorum. Cizre’de insan hakları savunucusu olmak nasıl bir şey?

Cizre’de 2015 yılında Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Cizre Referans Merkezi kuruldu. Kalabalık bir ekip gelmişti açılışına, iki yasak arasındaydı. Niye kurduk? Türkiye’de en fazla hak ihlalinin yaşandığı yer Botan ve eğer ben insan hakları mücadelesi yürütüyorum diyorsan senin kesinlikle Botan’da olman gerekiyor, çünkü her zaman hak ihlali ile karşılaşabilirsin.

Sokakta karşılaşıyorsun, karakolda karşılaşıyorsun, evde, caddede karşılaşıyorsun, her an karşılaşabileceğin bir şey, onun için 2015’te kurduk bu merkezi. İnsanın bazı şeyleri yapabilmesi için vicdanının olması gerekir. Hepimiz risk altındayız, şuan Cizre’de bugün bunları yaparak siz de risk altındasınız ve bu süreçte çok risk aldınız. Ama TİHV’de biz şunu becerdik. En kötü dönemde bile buranın kapısı açıktı, kapıyı hiç kapatmadık.

Peki, bu merkeze başvuruların durumu nedir? Çünkü Diyarbakır’da hak ihlalleri, işkence artmasına rağmen, bu tarz merkezlere başvuruda bir artış yok. Konuştuğum insan hakları savunucuları “90larda bile daha yoğun başvuru alıyorduk, bugün işkence çok fazla ama başvuru alamıyoruz çünkü insanlar başvurduklarında yoğun baskılar ile karşılaşıyorlar” diyorlar.

Doğrudur, Cizre’de de durum böyle. İnsan hakları ihlallerinde artış var ama bu ihlallere ilişkin başvurularda artış yok. Biz de beklemiyoruz, çünkü insanlar her yerde izleniliyor. 24 saat 70 zırhlı araç sokak ortasında dolaşıyor, belki 600-700 adet mobese kamerası var şehirde.

Evimize kadar girmişler. Hak ihlalleri çok çok fazla, ama başvuru az. Korku çok hâkim. Ama biz ev ziyaretleri gerçekleştirerek, gözaltındaki insanları ziyaret ederek, başvuruları almaya çalışıyoruz. Aldığımız duyumlarla istatistiğe geçen rakamlar çok çok farklıdır.

Buradaki TİHV bürosunun içinde travma merkezi de var mı?

Burada tedavi merkezimiz var, bir hekim, bir sosyolog, bir psikolog burada çalışıyoruz. Buradaki imkânlarla Diyarbakır, Van, İstanbul’daki imkânlar biraz farklıdır. En basitinden burada hiç özel hastane yok. Hastaları yönlendirebileceğimiz hiçbir yer yok. Bu tarz başvuruları direkt Diyarbakır’a yönlendiriyoruz, orada TİHV’deki arkadaşlarımız raporları yazıp tedavilerini yapıyorlar.

Cizre bu travmaları nasıl atlatacak?

Başta dediğim gibi, travma günübirlik geçecek bir şey değil, travmayı yaratan unsurlar oldukça travma devam edecek. Ama biz köşesinden bucağından ufak bir şey yapsak bile bizim için anlamlı diyoruz, biz o biri kurtarma peşindeyiz. Burada özellikle kadınlar, çocuklar, gençler büyük travma yaşadılar ve hala bu sorunlarla günlük yaşamımızda karşılaşıyoruz. Özellikle çocuklarda gece altına yapma, korkmalar, kâbus görmeler çok yoğun.

Bir de bu süreçte kadın dernekleri kapatıldı. Ev ziyaretleri yapıyorlardı, kadınlarla çalışıyorlardı. Kadının örgütlülüğü ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Sıtıya Zin Kadın Merkezi şimdi AKP kadın kollarının merkezi olmuş. 2013-14 yıllarında Cizre’de kurulmuş bir kadın merkeziydi. Bişeng Halk Sağlığı Merkezi’miz vardı belediye bünyesinde.

Orada mahalle çalışmaları yapardık, eğitim çalışmaları yürütürdük, annelere anne sütünün faydalarını anlatırdık, hijyen, çocuk bakımı vs. hepsi bitti. Kadın merkezlerini yok ettiler. Bişeng de şuan belediyeye bağlı. Şuan hizmet verilmiyor. Kayyım, merkezi AKP Gençlik Kolları’na verdi, alt katı da Kuran Kursu yapmış. Maalesef böyle bir gerçeklik de var.  Kadına daha özel bir yönelme var savaş sonrasında da.

Savaştan sonra gençlere de özel yönelme var. Uyuşturucu meselesi her yerde konuşuluyor. Geçen gün 14-15 yaşında bir çocukla ilgili bir görüntü çıkmıştı, sokak ortasında uyuşturucu alışverişi yapıyor. O kadar sıkı korunan bir yerde bunun olması tuhaf bir şey. Her yer gözetimde ve buna göz yumuluyor. Bir ay önce Cizre’de bir tuvalette bir çocuk aşırı dozdan öldü. Biz bir hafta uyuyamadık. Kendimizi sorguladık, biz nerede eksik yaptık diye.

90’larla bugünün insan hakları mücadelesi açısından farkı nedir sizce?

90’larda ben liseyi yeni bitirmiştim. O dönemde Orhan Abiler (Orhan Doğan) vardı, İrfan Yıldırım vardı, Tahir Abi vardı. Bunlar bölgede ilk insan hakları mücadelesi yürüten insanlar. O dönemde de çok sıkıntı vardı, insanlar kelle koltukta geziyordu. Biz de burada bu mücadeleye devam edeceğiz, başka yolumuz yok, bu ihlallerin peşinden koşacağız.

Hekimlik yaptırabiliyorlar mı?

Darbe girişimi ve OHAL sonrası KHK’lar ile binlerce arkadaşımız ihraç edildi. Cizre’de de birkaç hekim ve sağlık çalışanı işlerinden atıldı ama daha çok yerel yönetimlerde insanlar işten atıldı. Yaklaşık 170-180 kişi işten çıkarıldı. Bu insanlar hep mağdur şimdi. Kimi kredi çekmiş, ödeyemiyorlar, geçinemiyorlar, İşkur’a başvurmak zorunda kalıyorlar. Orada bile başvuruları kabul edilmiyor. Bunu bile çok görüyorlar.

Son olarak uluslararası hak kuruluşlarından Cizre için beklentiniz nedir?

Cizre’de TİHV’in bu çalışmaları içerisinde olduğum için çok mutlu hissediyorum, bana güç katan, varlık sebebimi ortaya koyan bir yerdeyim, onun için burada olmak benim için çok anlamlı. TİHV’in Cizre’de kapısının açık olması çok anlamlı. Ama koşullar zor ve o koşulları hep birlikte aşabiliriz.

Uluslararası insan hakları mücadelesi yürüten kurumlara diyeceğim şudur: Dayanışma güçlendirir. Dayanışma ile bir şeyleri bertaraf edebiliriz. Ben uluslararası dayanışmanın ne kadar etkili olduğunu gören, en yakın tanıklarından biriyim. İnsan hak ihlalleri ve işkencenin en çok yaşandığı bu bölgeye pozitif ayrımcılık yapmalılar ve daha fazla yönelmeliler.