Sanki 2 yıl değil, bin yıl geçmiş gibi…

Sanki 2 yıl değil, bin yıl geçmiş gibi…

*As published in Ahvalnews
https://ahvalnews.com/tr/sur/sanki-2-yil-degil-bin-yil-gecmis-gibi
Dünyanın en uzun sokağa çıkma yasağı memleketimde devam ediyor.
Diyarbakır Sur’un 6 mahallesinde, 2 Aralık 2015 tarihinde başlayan 6. sokağa çıkma yasağı bugün ikinci yılını doldurdu.
Bu 6 mahalle 148 hektar üzerine kurulu Sur’un 75 hektarına, yani yarısına tekabül ediyordu.
Ağustos 2015’te başlayan ve ilk başta birkaç gün, bazen 1 hafta-10 gün gibi sürelerle devam eden yasaklar, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sonra kalıcılaştı. 2 Aralık 2015 tarihinde yasak 6. kez ilan edildi. 9 gün sonra, 11 Aralık 2015’te, Sur’dan insanlar çıksın diye yasağa 17 saatlik bir mola verildi. Yasak o gün bugündür devam ediyor.
Yasakla birlikte bombardıman başladı. 2 Aralık 2015-10 Mart 2016 arası tam 100 gün Sur bombardıman altındaydı. Sur’da insanlar ölür, 7000 yıllık bir tarih yok olurken, Sur dışında da “bom, bom, bom”… sesleri arasında yaşam yarı-ölü bir şekilde devam etti. Onlarca insan öldü. Onlarca insan yaralandı.

Bugün bile rakamlar tam bilinmiyor. 100 günün sonunda operasyonlar bitti. Operasyonların bitiminden sonra Sur’daki tahribat onarılabilecek düzeydeyken hükümet buraları mahalleleri, evleri ve sokaklarıyla yerle bir etmeyi tercih etti. Hemen Mart 2016’da yıkım başladı. Aylarca yıkım sesleri arasında, Sur’a kamyonlar girdi çıktı.

sur

Sur’un “molozları” Dicle’ye atıldı. Bu molozların arasında evler, hayatlar, bazen kemikler vardı. Kimi cenazeler aylarca yerde kaldı, kimi hala bulunamadı.
Bu 6 mahalle neredeyse dümdüz edildi. Yıkılan bu mahallerden kalan düz boşluğa beyaza boyalı, köşeleri kaplama bazalttan, garip bir mimari ile iktidar hiçbir özelliği ve karakteri olmayan binalar yapıyor. Yasak bu 6 mahallede hep devam etti.
Zaten bu artık bir sokağa çıkma yasağından çok, yasaklı bölgede yapılanları dışarıya göstermeme, kentte yaşayan insanlardan saklama hali.
Kamyonlar alana girip çıktıkça, bizler de ellerimizde dürbünler yüksek alanlara çıkıp 7000 yıllık memleketimizin yok edilişini izledik.
Sur’da 6 mahalle “güvenlik” adına, 1 mahalle “kentsel dönüşüm” adına yok edildi.
21 Mart 2016’da hükümet çıkardığı bir kararname ile Sur’un %82’sini kamulaştırdığını duyurdu. Zaten geri kalan %18’ de kamu malıydı. Danıştay’a kamulaştırmaya itirazlar gitti, ama sonuç değişmedi. Sur Surlulardan, Amedlilerden alınarak kamu malı yapıldı.
2016 yılı içerisinde hükümet bu sefer aldığı bir kararla UNESCO tarafından 2015 yılında Dünya Kültür Mirası olarak tescillenmiş olan Sur’un koruma planını değiştirdi. Yeni plana karakolların kurulması eklendi ve kurulacak karakollar birbirlerini görsün diye Sur’un ünlü dar sokakları, 15 metre genişliğine çıkarıldı.
Bir yandan bunlar yapılırken, öte yandan da Sur’un ana Gazi Caddesi üzerindeki tüm işyerleri askeri nizam gibi tek tip bir dış cepheye büründürüldü.  İşyerlerinin üst kısımlarına ahşap, yanlarına ise ince kesme bazalt giydirildi.
Ana caddedeki tek tip görüntüden sonra sıra Çarşîya Şewitî, nam-ı diğer Yanık Çarşı’ya geldi. Güzelim Çarşîya Şewitî yapay bir düzenleme ile kısa zaman içinde tüm renklerini kaybederek ruhsuz bir yere dönüştürüldü.
Bu kadar yıkım yetmemiş olacak ki, 2017 baharında bu sefer hükümet Sur’un üzerine türküler yazılmış ünlü Alipaşa ve Lalebey mahallelerine “kentsel dönüşüm” adına el attı. Alipaşa’dan aileler zorla çıkarılarak yıkım başladı.
Buna karşı kentte insanlar örgütlenerek Sur’un Yıkımına Hayır Platformunu kurdular. Ramazan ayı boyunca Alipaşa ve Lalebey’de yaşayan halkla dayanışmak amacı ile yeryüzü sofraları kuruldu, iftarlarda  toplanıldı, birlikte oruç bozuldu, mahallenin durumu konuşuldu. Ama nafile! Yıkım durmadı, ara ara yavaşlatıldı.
Yaz boyunca insanlar zorla, bir yer gösterilmeksizin evlerinden çıkarıldılar. Elektrik ve suları kesildi. Eziyet edildi. Bugün Alipaşa mahallesinin %90-95’i yok artık. Kalan ufak bir kısım da bu ay içinde yıkılmış olacak. Daha sonra yıkım planında Lalebey mahallesi var.
Bu 2 yıl içerisinde, 15 mahalleden oluşan Diyarbakır Suriçi’nin sokağa çıkma yasağının halen devam ettiği 6 mahallesi “güvenlik” gerekçesiyle, Alipaşa mahallesi ise “kentsel dönüşüm” gerekçesiyle yıkıldı.
Sur’un 15 mahallesinden 7’si artık YOK. 7000 yıllık tarih 21. yüzyılda, tüm dünyanın gözü önünde yok edildi. Kültürel mirasın korunmasından, barınma hakkının savunulmasından sorumlu Türkiye’nin de üyesi olduğu UNESCO, Birleşmiş Milletler gibi kurumlar asli görevlerini yerine getirmekten uzak durdular.
Alipaşa mahallesinde kalan son evler de birkaç gün içinde yıkılmış olacaklar. Mahallede 20-25 kadar aile hala evlerinden çıkmamak için direnmekteler.

sur

Yıkık Alipaşa’ya doğru giriyorum. Hava buz gibi. Önce evlerinden çıkmamak için direnen 3 kadınla görüşüyorum. Kadınlardan biri hamile. Kepçe ekipleriyle tartışıyor. “Sen de Kürtsün, nasıl evimi yıkarsın?” diyor. Muhtemelen akşama kadar evi yıkılmış olacak. “Nereye gideceksin, bir yer ayarlayabildin mi?” diye soruyorum. “Yok” diyor. O sırada bir adam geliyor, onun evi geçen haftalarda yıkılmış ama hala bir oda sağlam duruyormuş. “Alışamadım gittiğim yere, hala gelip geceleri bu odada yatıyorum” diyor.
Başka bir kadın yıkım için gelen ekiplere yalvarıyor. “Kocam yatalak, gidecek yerimiz yok, lütfen izin verin, ölsün öyle gidelim”. Söz bitiyor. Ama yıkım ekibi kararlı. “Cuma’ya kadar” diyorlar, “1 Aralık Cuma son gün”.
Az ötede ayakta kalmış bir grup ev daha var. Kadınlar çağırıyor, yanlarına gidiyorum. Yaşlı bir kadın beni görünce sarılıp ağlamaya başlıyor. “Nereye gideyim?” diyor. 4 çocuklu olduğunu öğrendiğim başka bir kadın yerdeki toprağı alıyor, “Bak ben bu topraktan başka bir şey bilmiyorum. Kış ortasında Allah bunu kabul eder mi?” diye bana soruyor. “Yılan bile kışın deliğinden çıkmaz kızım, biz nereye gidelim?” “Ben 93’te Lice’nin köyünden yalınayak çıktım geldim kızım buraya, yalınayak. Şimdi buradan çık diyorlar”.
Bu ailelerin bir kısmı bu gece itibarıyla artık bir yuvaya sahip olmayacaklar. Bu gece ne yapacaklar? Kafamda bu sorular dönüp duruyor. İyi hissetmiyorum. Yıkık alanda bir taşın üzerine oturuyorum.
Suriçi AKP politikalarının en çok göze soka soka uygulandığı yer oldu. Yıkım ve ne olduğu belirsiz bu “inşa”nın elbette bir amacı var. Buradaki tarihi, kültürü yok etmek ve yeni bir tarih inşa etmek. Bu yeni tarihin içerisinde Kürtler yok elbet. En azından bu şekliyle yoklar. Onların yazmaya çalıştığı bu yeni tarihte Kürtlere ufak bir “kültürel öğe” olmanın dışında bir rol biçilmiyor.
Yeni Sur tamamen militarist bir anlayışla yapılıyor. Okullar ve sağlık ocakları karakola dönüştürülüyor, yetmiyor. Her karakol birbirini görecek şekilde yapılandırılıyor. Tank ve TOMA’ların rahat geçebilmesi için tarihi dar küçeler yıkılıp, yerine 15 metre genişliğinde caddeler kuruluyor. Buradaki nüfusu, yani Kürtleri kontrol edecek şekilde yeni bir Sur, hatta yeni Kürt kentleri inşa ediliyor.
TOKİ’ler de bu “nüfus kontrolünün” önemli bir aracı olarak işlev görüyor. Bu yeni kontrollü yaşam alanlarında her bloğa birkaç güvenlik personeli de yerleştiriliyor.
Bu politika tutar mı, sanmıyorum. Ama ortada bir gerçek var ki içimi sızlatıyor. Kadim şehirlerimizin sadece 2 yıl içinde yerle bir olduğu gerçeği…
Alipaşa’da yıkılan alanda oturduğum taşın üzerinde, 2 yıl öncesini, sokağa çıkma yasağının, yıkımın, bombardımanın başladığı günü, 2 Aralık 2015’i hatırlamaya çalışıyorum. Nafile…
Sanki 2 yıl değil, bin yıl geçmiş gibi…
Nurcan Baysal