Kategoriler
Yazılar

Ölüm döşeğindeki hasta tutsakların 28 Şubatçılar kadar değeri yok

AKP dönemin tarihe hapishane ve tutuklu sayılarındaki artışla da geçiyor. İnsan Hakları Deneği Merkezi Hapishaneler Komisyonu’nun hazırladığı “Mahpusların Diliyle Türkiye Hapishanelerinde Hak İhlalleri Raporu”na göre; 15 Kasım 2017 itibariyle Türkiye’de toplamda 384 ceza infaz kurumunda 228.993 mahpus bulunmakta.

Bu hapishanelerin kapasitesi 207.279 olduğu için yaklaşık 20.000 mahpus yerde yatıyor. Bu arada AKP iktidara geldiğinde mahpus sayısının 59.429 olduğunu da buraya ekleyelim.

Özellikle OHAL ilanından sonra hapishanelerdeki koşullar oldukça ağırlaştı. İşkence ve kötü muamele haberleri sık sık geliyor. Cezaevlerinde sağlık ihlalleri, haberleşme hakkı ihlali, keyfi disiplin cezaları, tecrit uygulamaları, sevk ve sürgün uygulamaları sıradan uygulamalara dönüşmüş durumda.

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesinin hazırladığı 2017 hak ihlalleri raporuna göre, sadece Bölgede 1 yıl içerisinde cezaevlerinde 433 mahpus işkence ve kötü muameleye maruz kalmış durumda. Yine aynı rapora göre cezaevlerinde 3 çocuk yanarak, 8 mahpus intihar iddiasıyla, 6 mahpus hastalık nedeniyle, 2 mahpus ise diğer mahpuslar tarafından öldürülmüş.

Cezaevlerindeki hasta tutsakların durumu ise başlı başına bir sorun. Adalet Bakanlığının açıklamış olduğu verilere göre son 2 yılda cezaevinde 2300 hasta tutsak hayatını kaybetmiş. Tüm girişimlere rağmen ağır hasta tutsakların bile ceza infazları ertelenmiyor.

Hasta tutsakların tahliyesi için tek yetkili Adli Tıp Kurumu (ATK). Ancak ATK’dan “cezaevinde kalamaz” raporu almak bir mucize. Gerçi bu raporu almanız bile yetmiyor.

Olur da uzun uğraşlardan sonra ATK’dan rapor çıkarsa, bu sefer savcılar kişinin yaşadığı yerdeki terörle mücadele şubesine “bu kişi bırakılırsa toplumun güvenliği için bir tehlike arz ediyor mu?” diye soruyorlar.

Sedyeyle, nefes borusuna takılan tüplerle yaşayan insanlar için bile çoğunlukla “toplumun güvenliği için tehlike arz ediyor” cevabı geliyor. Yani artık son nefesini vereceksin, ama devlet son nefesini bile sevdiklerinin yanında vermeni istemiyor.

Yine İHD verilerine göre cezaevinde 1154 hasta tutuklu var ve bunların 357’sinin derhal serbest bırakılması gerekiyor, çünkü artık hayatlarının son demlerini yaşıyorlar. Ama bu bile gel gör ki “devlet babanın” kalbini yumuşatmıyor. Bu kalp özellikle “Kürt çocuklara”, “Kürdün yanında duranlara”, demokrasi, barış, adalet talep edenlere karşı acımasız.

Geçen hafta konuştuğum Nimet Tanrıkulu’dan, 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can’ın cezaevinde tedavisine devam edilemediğini ve tedavisinin aksatıldığını öğrendim.

Celalettin Can, neredeyse 3 aydır tutuklu. Dosyasında gizlilik kararı var, dava açılmıyor ve bu insanlar içerde birçok sağlık sorunuyla boğuşuyorlar. Nimet Hanım haklı olarak “Birçok hasta tutsak için sürekli eylemlerdeydik, şimdi biz de aynı durumdayız, Celalettin’in ciddi sağlık sorunları var” diyordu.

Henüz geçen hafta 28 Şubat davasından aralarında İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir ve Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu müebbet hapis cezasına çarptırılan 21 sanık için, yaşları ve sağlık durumları nedeniyle tutuklama kararı verilmedi.

Hem de ATK raporu olmaksızın, direkt mahkeme bu kararı aldı. Oysa cezaevlerinde “yaş ve sağlık durumu” nedeniyle cezaevinde kalmaya uygun olmayan onlarca insan var. Bunlardan biri de 1 yıldır devam eden tüm kampanyalara rağmen devletin inatla tahliye etmediği Sise Bingöl.

2016 Nisan başında, Anadolu Ajansı büyük puntolarla geçmişti “Sisi kod adlı teröristin yakalandığını”. Örgüt üyeliği iddiası ile yakalanan bu Sisi kod adlı terörist, 78 yaşında, o güne kadar Muş’un Varto ilçesine bağlı Badan (Teknedüzü) köyünden çıkmayan Sise Bingöl’dü.

Hayatı yoksulluk ve acıyla geçmişti. Varto depreminde iki çocuğunu, yoksulluk nedeniyle bir çocuğunu ve daha sonra PKK’ye katılan 2 oğlunu yitirmişti. Çocuklarını kendi elleriyle yan yana defnetmişti. Cezaevine girmeden 1 ay önce de kalp krizi geçirmişti.

Ciddi sağlık sorunlarına rağmen, “devlet baba”nın gözündeki bu tehlikeli “çocuk”, geçtiğimiz Ekim ayında elleri kelepçeli bir şekilde, su ve yemek verilmeksizin Muş’tan Tarsus cezaevine ring aracı ile sürgün edildi. Aynı cezaevinde kalan oğlu ise Karabük cezaevine sürgün edildi.

Sise Ana’nın avukatı Gülşen Özbek görüşmemizde, Sise Ananın mesane hastası olduğunu ve idrarını tutamadığını belirtiyor. Sıklıkla tuvalete gitmesi gerekiyor. Hastaneye her götürüldüğünde uzunca bir süre ring aracında bekletildiği için idrarını tutamıyor ve büyük bir utanç yaşıyor.

En son hastaneden koğuşa getirildiğinde “ben artık ölsem de hastaneye gitmem” demiş. Artık tedaviyi kabul etmeyeceğini belirtmiş. Ring aracında uzun süre bekletilmesi, temel ihtiyaçlarının giderilmemesi ve ellerin kelepçelenmesi Sise Anayı çok zorluyor. Hastaneye götürülmesi işkenceye dönüşüyor.

Avukatından öğrendiğim bir diğer nokta da şu: Mahkeme, Sise Ana pişmanlık göstermediği şeklinde bir değerlendirme ile tahliye talebini reddetmiş. Sise Ana “ben bu yaşımda ne yaptım ki pişman olayım” diyor. 21. yüzyılda, karşımızda hala pişmanlık bekleyen bir yargı anlayışı var.

Böyle işte, “devlet baba”nın “Kürt çocuklarına” kini bitmiyor! Her zaman “Kürt çocuğunu” ve “Kürt çocuğun hak ve hukukunu savunanları” daha fazla cezalandırmanın yolunu arıyor.

Mahpusta, hatta ölüm döşeğinde bile! Çünkü bu “kötü çocuklar” Kürt doğarak ya da Kürt kardeşinin yanında durarak, bu devletin gözünde bağışlanamaz bir suç işlediler.

Elbette 28 Şubatçılar kadar değerleri yok!