Nurcan Baysal’dan Kavar’ın ‘O Gün’leri
Gülşen Koçuk / JINHA
AMED – “Kürtlerin hep bir ‘o gün’ü oldu. Kimilerinin 90’larda kaldı, kimilerinin hala devam ediyor” diyen Nurcan Baysal, geçtiğimiz günlerde çıkardığı “O Gün” isimli kitabıyla raflarda yerini aldı. Kısa sürede en çok satan kitaplar arasında dördüncü sıraya yerleşen kitapta Nurcan, beş yılını geçirdiği Kavar’ın tarihini, Kürt Sorununun Kavarlıların gündelik pratiklerindeki örneklerini anlatıyor…
Kürt Sorunu, birçok kalemden, birçok farklı dille yazıldı, çizildi. Hala da “çözüm ve müzakere süreci” adı altında çözümlenmesi için çalışılan Kürt Sorununun yaşamsal örneklerine çok az yerde rastlanır. Üst düzeyde çözüm aranan Kürt Sorununun, halkın günlük yaşam pratiklerine nasıl işlediğini anlatıyor Nurcan Baysal “O Gün”de. Nurcan, “O Gün”de, “Kürt Sorunu bu yol, Kürt Sorunu burada günde on kere elektriğin gitmesi, Kürt Sorunu her gün helikopter sesiyle uyanmamız, Kürt Sorunu okul kuramamamızdır. Biz günlük yaşamlarımızda yaşadığımız Kürtlükten kaynaklı yaşadıklarımızı konuşmadığımızda bu barış sokaklara, evlerimize nasıl gelecek?” diyor.
– Kısa bir süre önce “O Gün” isimli kitabınız çıktı. Bu kitabınızı yazmaya karar verme ve hazırlık aşamalarını nasıl geçirdiniz?
Aslında kafamda bir kitap yazmak yoktu. Ben 2008 yılında Tatvan-Van arasında Kavar olarak bilinen bir bölgede kırsal kalkınma programı yürütmeye başladım. Orada birkaç yıl çalıştıktan sonra Kavar’ın hikayesi beni sarmaya başladı. Yaklaşık 5 buçuk yıl o köylerde çalıştım. Kitabı yazmaya ise, 3 yıldan sonra karar verdim. Kavar’ın hikayesinin duyulması gerektiğini düşündüm. Hem Kavar’ın hikayesinin duyulması gerektiği, hem de bizim oradaki kalkınma çabalarımızın ne kadarının olup ne kadarının olmadığının duyulmasının iyi olacağını düşünmeye başladım. Son bir yılda kitabı yazmaya tam karar verdiğim zaman da Kavarlılarla birçok röportaj ayarladım ve kitabın yazım süreci başladı.
Kavar’ın 100 yıllık tarihi ‘O Gün’de
– Kitabınızdaki anlatılarda, okuyucu olarak karşımıza neler çıkacak?
Bu kitapta karşımıza birçok şey çıkacak. Biraz hayatın içinden, insandan insana geçen bir kitap… Kitabımda insan hikayelerini göreceksiniz ama bu hikayelerin arasında Kürt Sorunu’nun çeşitli boyutlarını da göreceksiniz? Kavar, Tatvan-Van arasında bir havza, ama bu havzadaki köylerin üç tanesi 90’larda zorla boşaltılıyor, bir tanesi tamamen yakılıyor, iki tanesi ise koruculuğu kabul ediyor. Ve bu insanlar, bu 6 köy bir arada yaşıyor. O yüzden de bu 6 köydeki günlük yaşam pratikleri kitapta var. Kitapta Kavar’ın Ermeniler döneminden başlayan bir geçmişi var. 100 yıl önceden başlayıp 12 Eylül 1980’e, sonra 90’larla Kavar’ın zalimce yakılması, yıkılması süreci, koruculuğun dayatılması, bazı köylerin kabul etmesi, kabul etmeyenlerin göç etmek zorunda kalması ve 2000’lerden sonra Kavarlıların kendi imkanlarıyla yavaş yavaş köylerine geri dönüş süreci kitabın bir bölümünün tamamında yer alıyor. Kitabın ikinci bölümü ise benim onlarla 2008 yılı Eylül ayında tanışmamla başlayan hikayemizden oluşuyor “Kavarla Hikayemiz” başlığı ile. Kavarlılarla yapmaya çalıştığımız kalkınma çalışmalarından, kadınlarla yaptığımız arıcılıktan, okul kurma çabalarımızdan, beri yolunun düzeltilmeye çalışılmasına kadar birçok günlük hikaye yer alıyor. Bütün bu hikayeler arasında kalkınma sorgulanıyor ve “Kalkınma nedir?” sorusu var. Kürtlerin küçük yaşam pratikleri ve deneyimleri bağlamında Kürt Sorunu’nu görüyoruz kitapta.
‘Kavarda keskin sınırlar yok’
– Kavar Havzasından bahsettiniz ama; tarihsel, siyasal ve sosyolojik olarak Kavar neresidir?
Kavar, bundan 100 yıl önce Ermenilerle Kürtlerin birlikte yaşadığı bir bölge. Sonrasında biliyorsunuz, Ermeni Soykırımı ve gelişen diğer olayları. Sonrasında Kavar, 1970’lere kadar daha sakin bir yaşam sürüyor. Ağalık sisteminin yoğun olduğu bir bölge değil. 70’lerden sonra Kavar’ın 12 Eylül dönemi var. 90’lara doğru ise Kavar’da baskılar artıyor ve koruculuk dayatılıyor Kavar’a. Bu süreçten sonra Kavarlılar politikleşiyorlar, göç etmek zorunda kalıyorlar, İstanbul’a gidiyorlar. O dönem 4-5 bin civarındaki nüfus, şu an 2 bin. Kavar’da kişi başı gelir 2008 rakamları ile 82 lira civarında. Yani Türkiye yoksulluk sınırının altında bir bölge. Aynı zaman’da Kavar’da bir köy tamamen koruculuğu kabul etmişken, bir diğer köyde bir ev kabul ediyor, bir ev etmiyor. Oldukça karışık. Kavar, daha muhafazakar bir yapıya sahip. Tarlalarda çalışan kadınlar görmek zor biraz. Ama boşaltılmış, yakılmış köylerde öyle değil. Kadınlar ve erkekler beraber çalışıyor. Kafamızdaki kalıpları da yerle bir eden bir yer. Mesela ben koruculuğu kabul edenlerle etmeyenlerin aynı mahallede yaşayabileceklerini tahmin etmiyordum. Orada keskin sınırlar yok.
‘Kürtlerin hep bir o gün’ü oldu’
– Kitabınızın adı “O Gün”. Kitabınızda hangi günden ya da hangi günlerden söz ediyorsunuz?
Öncelikle Kavarlılarla yaptığım bütün röportajları yanıma koydum. Sonra şunu farkettim: Hep “o gün” ile başlayan cümleler var. Mesela diyor ki, “O gün babamı tandıra koydular üstüne benzinn döktüler.” Bir kadın diyor ki, “O gün bir kurşun geldi.” Kavarlıların hep bir o gün’ü var. Kürtler olarak hepimizin bir “o gün”ü var. Bu nedenle kitabın adının da “O Gün” olması, o günleri daha iyi yansıtacak gibi geldi. Sadece Kavar’ın değil, Kürt Sorununun birçok yönünü yansıtacağını düşündüm. Çünkü Kürtler hep bir “o gün”le yaşıyor. O gün’lerle çok hesaplaşılmış da değil. Kimileri için “O Gün” 90’larda kaldı, kimileri için ise hala devam ediyor. Ben de bir o gün’ü yazmak istedim fakat bir türlü yazamadım. Sonra ise Kavarlılarla yaptığım röportajları hiçbir şey katmadan işlemeye karar verdim.
‘Kalkınma AVM’ler, HES’ler değil, yaşamına kendin karar verebilmektir’
– Kitabınız boyunca kalkınma sorununu ele aldığınızı söylediniz. Sizce kalkınma nedir?
Kalkınma aslında sorunlu bir kavram. Ben kalkınma yerine başka bir kavram bulamadığım için şimdilik bunu kullanıyorum. Yaşamda belirli eşitsizlikler var. Suya, yola, küçük üretime ulaşamayan insanlar var. Onlar için birşeyler yapmak lazım. Benim kullandığım kalkınma kavramı ve benim kalkınma anlayışım başka birşey. HES’ler, otobanlar, alışveriş merkezleri değil. Ben kalkınmadan insanların mutlu olmasını da anlıyorum. Ben kalkınmadan büyük AVM’ler değil, küçük üretimleri anlıyorum. Ben insanların yaşayacakları şeylere karar veremem. Ama onların istedikleri, benim yapabileceğim birşey varsa yaparım. Son kertede nasıl bir yaşamı yaşayacakları, o insanların kendi seçimi olmak zorunda. O yüzden ben kalkınma ve özgürlük ilişkisine tamamen katılıyorum. Kalkınmanın bir hak olduğuna inanıyorum.
‘100 yıldır taşlı yollarda yürüyorlar, çünkü Kürtler!’
– Kitabınızın kapağında yolda yürüyen bir kadın var. Kapak seçimini nasıl yaptınız ve neden bu fotoğrafı seçtiniz?
Kapaktaki fotoğraf, bir beri yani yayla yolu. Kavar’dan bir resim. Kavarlı kadınlar her yıl Nisan ayından itibaren süt sağmaya yaylaya giderler. Bu yayla yolu çok taşlı bir yol ve Kavarlı kadınlar günde iki kere bu yolu gidiyorlar. Yol günde yaklaşık 6-7 saat sürüyor ve sırtlarında 10 kilo sütle geri dönüyorlar. Bu yayla yolunu kadınlar, 100 yıldır gidiyorlar ve biz 5 yıldır bu yolu yaptıramadık. Bu yolu neden yaptıramadığımız da kitaptaki hikayelerden bir tanesi. Aslında bu konu da yine adalet meselesine geliyor. Neden 100 yıldır bu kadınlar, ayakları parçalayan bu yolu yürümek zorunda? Çünkü Kürtler. Ben beri yoluna çıkamadım. Ama bu kadınlar 100 yıldır beriye çıkmak zorunda. 100 metrelik yol olmadıktan sonra AVM olsa ne olur, otoban olsa ne olur?
‘Kürt Sorunu, yol, elektrik, helikopter sesleridir’
– Kavar’ı anlattığınız kitabınızda “Ben bunu anlatmak istedim” dediğiniz nedir?
Hep Kürt Sorunu’na ilişkin büyük şeyler konuşuluyor. Halbuki Kürt Sorunu bu yol, Kürt Sorunu burada günde on kere elektriğin gitmesi, Kürt Sorunu her gün helikopter sesiyle uyanmamız, Kürt Sorunu okul kuramamamızdır. Biz günlük yaşamlarımızda yaşadığımız Kürtlükten kaynaklı yaşadıklarımızı konuşmadığımızda bu barış sokaklara, evlerimize nasıl gelecek? Kürtler yaşamlarının her anında bu ayrımcılığı yaşıyorlarsa barış gelmeyecek. Bu ülkede Kürt olmanın ne demek olduğunu Türkler de okusun ve görsün istedim.
Nurcan Baysal kimdir?
Nurcan Baysal, 1975 yılında Diyarbakır’da doğdu. Anadolu lisesini bitirerek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Siyasal Bilimler ve Uluslararası ilişkiler fakültesini okuyan Nurcan, ardından da Bilkent Üniversitesi’nde hem asistanlığa hem de mastera başladı. Bir yıl sonra Nurcan, Diyarbakır’a dönerek 10 yıl boyunca Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nda çalışırken, öte yandan da çeşitli sivil toplum kuruluşunun hem kurucuları hem de üyeleri arasında yer alarak, gönüllü çalışmalar yürüttü. 2008-2013 yılları arasında da Özyeğin Vakfı’nın kırsal kalkınma program direktörü olarak Tatvan-Kavar Havzasındaki programa baktı. Bu arada Diyarbakır’da dört yıl önce kurulan Diyarbakır Siyasal Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün de kurucuları arasında yer alıyor Nurcan. Ayrıca Nurcan, Uluslararası Kadın Güçlendirme Fonu (WEIF), acil destek fonu gibi daha çok kadın haklarına destek veren kuruluşların da Ortadoğu danışmanlarından.
Gülşen Koçuk
*As published in JİNHA on 25.02.2014