NİYE?



NİYE?

2008-2013 yılları arasında Bitlis-Tatvan’a bağlı Kavar havzası köylerinde çalıştım. Kavar Van gölü kıyısında 6 köy 5 mezradan oluşan bir havza. Havza dağları, ormanlarıyla cennetten bir parçayı andırıyor. 1990’larda diğer Kürt köylerine olduğu gibi Kavar’a da devlet koruculuk dayatır. Koruculuğu kabul etmeyen Kavar köyleri zorla boşaltılır. Bu köylerden Çorsin 28 Aralık 1993 gecesi tamamen yakılır, bazı köylüler askerlerce öldürülür. Köylüler bir günde topraklarını, evlerini, anılarını, mezarlarını terk ederek büyükşehirlere gitmek zorunda kalırlar. İstanbul, İzmir, Manisa ve Mersin’in varoşlarına dağılan Kavarlılar inşaatlarda çalışır, simit satar, bu şehirlerdeki en dip işleri yapmaya başlarlar. 2000’li yıllardan itibaren köylülerin bir kısmı yine kendi imkanları ve büyük bir mücadele ile topraklarına geri dönmeyi başarırlar. Bugün hala Kavarlılar kendi topraklarında yaşamı yeniden kurma mücadelesi vermekteler.

15 Mayıs 2013 tarihinde “Akil Adamlar” Doğu Anadolu Grubu Kavar’ı ziyarete geldiler.
O gün ben de Kavar’daydım. Akil Adamlar heyeti ile birlikte başbakanlıktan da birçok kişi de gelmişti. Çorsin gibi küçük bir köyde başbakanlıktan gelen bu araçlara yer bulmak epey zor oldu. Kavarlı kadınlar Akil Adamları ellerinde ölen çocuklarının resimleriyle karşıladılar. 2 saat sürecek toplantı boyunca bu resimler hiç bırakılmadı. Heyet, toplantının yapılacağı yas evine alınarak, üzerinde sarı, yeşil, kırmızı örtüler serilen masa ve sandalyelere oturtuldu. Ben de sessizce bir kenara ilişip toplantıyı izlemeye başladım.


Heyet Başkanı kısaca geliş amaçlarını açıkladıktan sonra Kavar’dan farklı insanlar O GÜN neler yaşandığını anlattılar. 28 Aralık 1993’te Çorsin nasıl yakıldı, emri kim verdi, neler yaşandı o gece, tek tek anlatıldı. Başbakanlıktan gelen adamın elindeki video kayıt cihazı Kavarlıların yüzünde gezinirken, ben bir kez daha Kavarlıların cesaretine hayran kaldım.
Sonra bir kadın konuşmaya başladı. Bazen Türkçe bazen Kürtçe konuşuyordu. Kadının iyi Türkçe konuştuğu belliydi, ama annem gibi inleme ve ağıtlarda Kürtçeye kayıyordu. O GÜNÜ anlattı :

“28 Aralık 1993 gecesi askerler akşamüzeri köyümüze geldiler. Eşimi evden çıkardılar. Eşimi şehit ettiler. Hiçbir şeyi yoktu. Eşim müteahhitti. Bizi taradılar. Tank, top ateşiyle. Askerlerin arasında 3 kişi de maske takmıştı. Beni de dövdüler, bayıldım. Eşimin önce bacaklarını kırdılar çocukların önünde. Sonra evden dışarıya çıkardılar. O’nu vahşice katlettiler. Sonra da panzerle üzerinden 4-5 kez geçtiler. Soruyorum size: Bunu NİYE yaptılar? Bunca yıl geçti hala cevabı bulamadım. NİYE? NİYE? Her şeyi yaktılar. 6 çocuğumla sahipsiz kaldık. Kimse bize sahip çıkmadı. Eşimde silah yoktu, eşim müteahhitti. NİYE yaptılar? NİYE? Eşimin etlerini yerden kazıdım. Bütün parçaları yere yapışmıştı, tek tek topladım. NİYE? Ertesi gün gazetede şu çıktı: ‘Bir terörist öldürüldü’ diye. NİYE? Eşim ne yapmıştı, neydi suçu? Eşime bunu NİYE yaptılar?” Kadın yanı başındaki 20’li yaşlarındaki çocuğunu göstererek: “Bu çocuk babasız kaldı, NİYE? NİYEEEEEEEEEEEE?” diye kadın haykırarak sordu Akil Adamlar’a.

Heyet Başkanı “Peki, devletten beklentiniz nedir?” dedi soğukkanlı bir şekilde.
Kadın: “Önce Öcalan’ın özgürlüğü, sonra dilimiz ve kimliğimiz” diyerek cevapladı.
Heyetten biri: “Senin yaşadıklarınla bunun ne ilgisi var” diye sordu. Heyet başkanı da; “İnsan hakkını isteyeceksiniz, talep edeceksiniz. Talep hep insan hakkı olmalı” diyerek destekledi bu görüşü.
Kadın hafif dalgındı, sanki başka bir dünyadan konuşuyordu:

“20 yıldır kendime aynı soruyu soruyorum. Kocama NİYE bunu yaptılar? “ÇİMA? ÇİMA?” Sonra kadın duraksadı, bir müddet düşünceli kaldıktan sonra, sessizce ve titreyerek: “Aslında NİYE’nin bir cevabı yok” diye mırıldandı. “Biliyorum ki, NİYE’nin bir cevabı yok. Kendimi inandırmaya çalışıyorum kocam bir mücadele için öldü, bizler için öldü, Kürt halkı için öldü diye. Aslında NİYE’nin bir cevabı yok” diyerek inledi.

Sonra başka bir kadın sözü aldı:
“Oğlumun öldürüldüğünü ve cesedinin yerini öğrendim. Gittim buldum. Oğlumun derisini yüzmüşlerdi. Sağ yanağındaki benden tanıdım oğlumu. Cesedini öldürdükten sonra askerler parçalamışlar. Cesedini toparladım. Gömmek yasaktı. Oğlumun cesediyle bir dağın yamacında gece olmasını bekledim. Karanlık çökünce oğlumu gömdüm, bu köyün girişine. Oğlumu yıkayamadım, kefenleyemedim. Oğlum çocuktu, 13 yaşındaydı. Tek suçu Newroz’a katılmaktı”.Sustu, gücünü yeniden toparlamaya çalışırcasına derin bir nefes alarak Akil Adamlar’ın yüzlerine son bir kez daha bakarak sordu kadın: “Oğluma bunu NİYE yaptılar?”

Ben de yıllardır kendime aynı soruyu soruyorum. Kendim adına, Kavarlılar adına, tüm Kürtler adına NİYE’lere cevap arıyorum. Cevabı bulamıyorum…

Nurcan Baysal

*As published in Halkın Nabzı Newspaper on 21.05.2014