Müzik sustu, yerini çığlıklara bıraktı, kolları bacakları kopanlar vardı…
Henüz birkaç saat önce Amed’de patlayan bombalardan sonra yazmak istedim, belki de içimi dökmek!
Doğrusu bugün HDP’nin Amed mitinginde kötü bir şeyler olabileceğine ilişkin bir his çoğumuzda vardı. Belki de bu hissin de etkisiyle 2 küçük oğlumu ısrarlarına rağmen mitinge götürmek istemedim. Saat 15:45 gibi arkadaşlarımla mitinge gitmek için buluştuğumuzda da, aynı his hala üzerimizdeydi. Ancak ne olursa olsun barışa ve kardeşliğe destek için bu mitingde olmamız gerektiğine hepimiz inanıyorduk.
Miting alanı tam bir şenlik, festival havasındaydı. Alanın belli bir bölümünde polisler kontrol noktaları kurmuştu. Sarı-kırmızı-yeşil taclarımızı alıp saçlarımıza taktıktan sonra kontrol noktalarına ilerledik. Oldukça üstün körü bir kontrolden geçtikten sonra ana alana girdik.
Birçok insan çocukları hatta bebekleriyle gelmişti. Yoğun sarı-kırmızı-yeşillerin arasında birkaç Türk bayrağı da göze çarpıyordu. Herkes neşeli, mutluydu. Amed’de havada umut vardı!
Halay çekenler, davul zurna eşliğinde oynayanlar, türkü söyleyenler, simitçiler, seyyar satıcılarla büyük bir festivalde gibiydik. Yüzler gülüyordu. Kadınlar zılgıt çekiyordu, biz de arada bir şarkı ve halaylara eşlik ediyorduk. Bütün halaylar barış ve kardeşlik için çekiliyordu.
Miting alanı o kadar kalabalıktı ki, hava aşırı sıcak olmamasına rağmen nefes zor alınıyordu. Biraz daha içlere doğru, patlamanın olduğu trafoya doğru yürüdük. Bir müddet mitingi trafonun yanından izledik. Güneşten bunalınca yerimizi değiştirdik ve trafonun biraz ilerisindeki gölgelik alana yürüdük ve hemen orada bulunan binadaki bir işyerine birkaç dakika soluklanmak üzere girdik. Trafodan yaklaşık 30 metre uzaktaki bu işyerinden mitingi izlemeye başladık. Tam Selahattin Demirtaş çıkacaktı ki patlama sesi geldi. İlk büyük patlamadan sonra, daha ufak bir patlama sesi daha geldi. Müzik sustu, yerini çığlıklara bıraktı. O an izdiham yaşanacağını düşündük! Ama mikrofondaki sesin de yönlendirmesiyle binlerce insan büyük bir sukunetle yaralılar için yolları açtı.
Yaralılar bir bir önümüzden geçiyordu. Kolları bacakları kopanlar vardı. Az önceki mutluluk yerini büyük bir acı ve öfkeye bırakmıştı. Yanımdaki kadın çığlık çığlığa ağlayarak, “o saray başına yıkılsın, mezarın olsun Erdoğan” diye bağırıyordu. Başka bir adam çığlık içinde “nerede insanlık, nerede” diye koşturuyordu. Kargaşadan kaçanlar bulunduğum işyerine sığınmışlardı. Epey bir çocuk ve bebekli kadınlar da vardı. Çocuklar ağlıyordu, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Halk “katil Erdoğan, katil AKP” diye haykırıyordu. Yanımdaki kadın“kardeşlik hiç olmayacak, biz hep el uzattık, onlar elimizi hep ittiler” diyordu. Bir başkası “yeter artık, kopalım gitsin bu ülkeden”diyordu. Yanındaki arkadaşı “yine öldürdüler bizi” diye ekliyordu.
Ben cam kenarından olan biteni izlerken ağzımdan sadece “Edi bes ê, edi bes ê” sözleri dökülüyordu. O an beni bulunduğum cam kenarından çekip içeri aldılar. Meğer gaz sıkılıyormuş. Bu arada alan yavaş yavaş boşalmaya başladı, birçok insan da bizler gibi miting alanındaki işyerlerine ve binalara sığındı. O sırada başörtülü genç bir kızı gördüm, kocaman bir taşı, yerden epey zor kaldırarak gelen panzere fırlattı. Panzer hızla genç kıza doğru ilerledi, ezeceğini düşündüm, genç kız bir taş daha aldı, “geberin”diye bağırıyordu.
Dışarıya çıktım, her taraf yine gaz oldu. Günlerdir geçirdiğim ağır faranjitin de etkisiyle gaz epey boğazımı yaktı, gerisin geriye işyerine girdim. Telefonlar çekmiyordu, ama arada bir internet geliyordu. Daha sonra yüzlerce genç gaz bombası atan Toma ve panzerlerin arkasından koşmaya başladı.
Alana şöyle bir baktım. Sarı-kırmızı-yeşil puşiler yerlere dağılmış, az önce mutlulukla halay çekip şarkı söyleyen insanlardan kanlı eşyalar kalmıştı.
Uzun bir öksürük seansından sonra tekrar dışarı çıktım, kafamdaki sarı kırmızı yeşil tacı bırakmaksızın pis pis bakan polislerin yanından geçerek alandan uzaklaştım. Bir ara polislerden biri genç bir çocuğa bağırmaya başladı, ne olduğunu anlamak ve çocuğu polisten kurtarmak için o tarafa koşmaya başladık ki, biz yetişmeden zaten halk çocuğu polisin ellerinden almıştı. Amed’in güzel halkı kalbimde yine bir umut ışığı yaktı.
Amed’in sokaklarında uzunca bir süre dolandık. Gözlerde acı ve öfkenin yanı sıra, bu ülkeye karşı büyük bir umutsuzluk da vardı!
Eve geldim, beni epey merak etmiş olan çocuklarıma sıkı sıkı sarılırken, artık çocuklarına sarılamayacak insanları düşündüm, içim yandı!
Halaylarla başladığımız bir günü daha Kürtler olarak kanlı bitirdik. Acımız katlanarak artıyor bu ülkede. Herkes “sağduyu, sağduyu” derken, benim kalbim ise hep “neden, neden” diye soruyor. Tüm yaşadıklarımıza anlamlı bir cevap arıyorum, ama bulamıyorum. Bazen kelimeler kendisini gerçekten gömüyor!
Bunca yıl, bu kadar zulüm görmesine, binlerce evladını kaybetmesine rağmen “barış” için çabalayan, inatla “barış, barış” diyen bir halk var yanı başınızda. Ve ben bu halkın bir evladı olarak, artık bunca yıllık çabamızın bir karşılığı olsun istiyorum! Bilmiyorum çok mu şey istiyorum!
Biz elimizi çoktan uzattık! Şimdi sizin bu eli tutmanızı bekliyoruz! Barışa ve kardeşliğe bir şans verin istiyoruz!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 06.06.2015