Suruç’ta dün 5 can yitti. AKP’li vekil adayının kalaşnikoflarla gittiği esnaf ziyareti, bayram ağzı onca eve yas düşürdü. Hastaneye getirilen yaralıların hastanede vahşice öldürülmesi bu iktidarın ülkeyi nasıl bir noktaya getirdiğinin de göstergesi.
Böylesi korkunç olay karşısında hükümetin ve ana akım medyanın gerçekleri çarpıtma kabiliyeti ve milyonlarca insanın bu yalanlar silsilesini kabul ederek yaşamaya devam etmesi, bana Matrix filminin ünlü sahnesini hatırlattı.
Morpheus’un Neo’yla yaptığı konuşmayı eminim birçoğunuz biliyorsunuz. Bir kez daha hatırlayalım. Ne demişti Morpheus:
“Bu senin son şansın. Bundan sonra, bir geri dönüş olmayacak. Mavi hapı alırsan, bu hikâye sona erer, yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan Harikalar Diyarı’nda kalırsın. Ben de sana tavşan deliğinin gittiği yerleri gösteririm. Unutma… Sana vaat ettiğim tek şey gerçek, fazlası değil…”
Karşımızda sürekli hakikati çarpıtan ve yalan söyleyen bir iktidar var. Daha dün Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul’daki konuşmasında “Buradan Doğu’ya sesleniyorum. Bu Erdoğan Türk-Kürt ayrımı yaptı mı?” diye sorma cüretini gösterdi.
Ve alkışlar alkışlar…
Oysa son 3 yılda Kürt illerinde Kürt kültürü ve diline ilişkin birçok şey yasaklandı. Orhan Doğan’ın anıtından, Ahmedê Xanî’ye, Roboski anıtına kadar birçok anıt ve heykel kayyumlar tarafından yıkıldı. Parklarımızın, sokaklarımızın isimlerine kadar değiştirildi.
Şehirlerimiz, evlerimiz, tarihimiz yıkıldı. 7000 yıllık Sur’un yarısı, Nusaybin ve Yüksekova’nın yarısı, Şırnak’ın neredeyse %70’i yok edildi. Cenazeler yerde bırakıldı. Bu kentlerde yıkılan mahallelere yapılan TOKİ inşaatlarının altında, bugün hala cenazeler var.
İktidarın yalanları bitmiyor elbet. Çoluk çocuk herkesi gözaltına alıp “terörist” diyorlar. Oysa gözaltına alınan lise öğrencileri, aylarca cezaevinde kalan Boğaziçi öğrencileri, insan haklar aktivistleri, barış akademisyenleri, cezaevindeki gazeteciler, yazarlar ve daha birçok insan biliyoruz ki terörist de hain de değiller.
Ne bir yerde bomba patlattılar, ne kendilerine oy vermeyeceğini söyleyen insanları kalaşnikofla taradılar, ne de ellerinde silah ya da herhangi bir şiddet aracı var. Barış istediler, hak, hukuk, adalet, eşitlik istediler, iktidarın ölüm politikalarını eleştirdiler, yaşamı savundular.
Yerde aylarca bıraktıkları cenazelerden utanmadıkları gibi, bu iktidar hala Kürtlerin karşısına çıkıp oy istemeye de utanmıyor. Kürtçe şarkı söyleyen, hatta ıslık çalanlar tutuklanırken, bizim sayemizde Kürtçe serbest oldu yalanını rahatlıkla söyleyebiliyorlar. Çünkü bu yalanlar dünyasında yaşamaya alışmış ve itiraz etmeyen milyonlar var.
Oysa hakikatin çarpıtılması yüzlerce, hatta binlerce cana mal oluyor. Hakikat çarpıtılarak Afrin’e giriliyor, şimdi sıra Kandil “müjdesinde”. Ölüm, savaş onların dilinde “heyecan yaratma” aracı. Afrin, Kandil yeterli “heyecanı” yaratmadıysa, yeni “heyecan”lar peşine düşüyorlar. Milyonlar ise “ülkenin bekası” için savaşıldığını sanıyor. Düşün kardeşim, 7 Haziran 2015’ten beri ne “heyecan”lara geldin, kaç bin can gitti acaba, bir düşün!
Bugün canımı yakan bir diğer haber de, Mezopotamya Ajansının geçtiği 301 “kimsesiz” cenazeye ilişkin haberdi. Haber kısaca şöyle diyordu: Bölge kentlerinde 24 Temmuz 2015 tarihinden sonra ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında yaşamını yitiren yüzlerce kişinin cenazesi kimsesizler mezarlıklarında bekletiliyor.
Diyarbakır’da 23, Urfa 27, Elazığ’da 1, Antep’te 7, Cizre’de 33, Silopi’de 17, Şırnak’ta 42, Erzurum’da 54, Trabzon’da 6, Van’da 6, Siirt’te 10, Bitlis’te 25, Malatya’da 50 olmak üzere Bölgede 301 cenaze kimsesizler mezarlığında bayramı karşıladı. Çünkü bu cenazeler hala teşhis edilmeyi bekliyorlar. Öyle numaralı bir şekilde, kimsesizler mezarlıklarında…
Sesleri sonsuza dek susturulmuş bu insanların, parça parça edilmiş, yakılmış bedenleri, 2,5 yıldır hakikatin ortaya çıkmasını bekliyor. Hakikat bizlere Cizre’deki çocuk mezarlığından, Suruç’taki hastane odasından, Alipaşa’nın 7000 yıllık taşlarının arasından, Lice’nin yakılan ormanlarından, Roboski’den, Soma’daki madenin alaca karanlığından, Efşê’de yıkılan Ezidi mabedinden, Meriç’in karanlık sularından, duvarlarımıza yazılan ırkçı-faşist yazılardan, demir parmaklıkların arkasındaki bebelerin sesinden, Dört Ayaklı Minarenin vurulan ayaklarından, Cizre’nin bodrumlarından sürekli fısıldıyor. Senin onu duymanı bekliyor.
24 Haziran belki de son şansın kardeşim. Ya mavi hapı alacaksın ve havuz medyasındaki haberleri ve eğlence programlarını izlemeye, bu yalanlar dünyası içinde mutlu mesut yaşamaya devam edeceksin. Bu karanlığın ve kötülüğün bir parçası olarak kalacaksın.
Ya da kırmızı hapı alacaksın. Başta acı gelecek gerçekler, bu yüzleşme canını çok yakacak. Cizre’deki yanık bedenleri, isimsiz 301 mezar taşını soracaksın. O bodrumlardan gelen çığlıkları, “su heval su” seslerini duymamak için kulaklarını kapatacaksın.
Ama sonra, bir daha isimsiz mezar taşları olmasın diye, insanlar “su” sesleri arasında ölmesin, öldürülmesin diye, minicik köpeklerin bacaklarının kesilebildiği kadar bir kötülük ülkeyi sarıp sarmalamasın diye, gencecik evladın için sunulan gelecek “şehit olmak” değil, “yaşamak” olsun diye bir umudun olacak.
Unutma…
Sana gerçeği öneriyorum.
O kadar.
Bu son şansın olabilir.