Makbul Kürt “Aydın” Olmak
Uzun süredir yazmak istediğim ama elimin bir türlü gitmediği bir yazıydı bu. Ancak son Kobane olayları sonrası sık sık televizyonlarda izlediğimiz kimi Kürt “aydınlar”ın söylemlerini dinledikçe kalem kaçınılmaz oldu.
Batının gözünde 2 tür Kürt aydın vardır: Makbul Kürt aydınlar ve makbul olmayan Kürt aydınlar.
Makbul Kürt “aydın” olmak öyle kolay iş değildir. Her gün televizyonlara çıkmak sana “makbul aydın” olarak yeni yeni sorumluluklar getirir. Makbul “aydın” olmanın karşılığı sana her zaman para ve güç olarak dönmez, bazen sadece iki alkıştır istediğin. Halkını ezenden gelecek iki alkış, kendini Efendiye beğendirmenin dayanılmaz mutluluğu yeterlidir kimi makbul Kürt “aydınlar” için. Kimisinin ise beklentisi daha yüksektir; statü, güç, iktidar …
Ancak makbul Kürt “aydın” olmak öyle kolay iş değildir:
Makbul Kürt “aydın” olmanın en önemli şartı sık sık devlet ve Kürt siyasal hareketinden “bağımsızlığını” vurgulamaktır. “Bağımsızlık” en vurucu kelimedir Batılıların gözünde. Oysa, bu makbul “aydın”, bağımsızlığını vurgulayarak gittikçe Ezene yaklaşırken, sürekli “bağımlı” olduğunu ima ettiği halkında da uzaklaşacaktır.
Makbul Kürt “aydın” olmak için arada bir devleti de eleştirmelisin. Ancak devlete 1 vurursan Kürt siyasal hareketine 2 vurmayı ihmal etmeyeceksin.
Makbul Kürt “aydın” olmanın önemli bir kuralı da çeşitli uluslararası kuruluşların danışma kurullarında boy göstermektir. “Bağımsız” duruş bunu gerektirir. Bu uluslar arası kuruluşlar da daha çok “sorun çıkarmayan”, fazla müdahaleci olmayan Kürtleri tercih ettiği için, bir danışıklı dövüş vardır o noktada. Hatta Kürtlüğünü sürekli vurgulayan ama ancak yılda bir “Güneydoğu turları” ile memleketine gelen makbul Kürtlerden iseniz, Kürtler adına daha da rahat konuşursunuz bu kurullarda.
Makbul Kürt “aydın” olarak, bulunulan her ortamda Kürtlüğünü sık sık vurgulamak önemli bir kuraldır. Kendi temsil gücüne bakmaksızın “Kürtler böyle düşünüyor” cümlelerini kurmak, kendi gibi Kürtlerin de olduğunu vurgulamak, ezileni bölmek isteyen iktidarın gözünde daha da yüceltir makbul Kürt “aydın”ı.
Makbul Kürt “aydın” olmak için en önemli şartlardan biri devlet şiddetini, her gün sınırda, cezaevlerinde, mayınlara basarak katledilen insanları az görmek, sokak şiddetini ise fazla görmektir. Kobane gibi durumlar olduğunda da bir müddet ortalıkta görünmeyip, görünürsen de Kürtlerin Kobane’deki durumu abarttığını vurgulamadan es geçmeyeceksin!
Makbul Kürt “aydın” olarak çok konuşacak, az iş yapacaksın! Her gün Kürt sorununu anlatacak, ama iş, mahallelere hizmet götürmeye, boşaltılan köylere destek vermeye, Bölgedeki kamplarla dayanışmaya geldiğinde sıvışacaksın… Diyarbakır’ın çocukları, Lice’nin gençleri ile oturmadan, onların yaşadıklarını, hissettiklerini, öfkelerini bilmeden, Kürtlerin nasıl bir gelecek istediğini anlatıp duracaksın…
Makbul Kürt “aydın” olarak her toplantıya gitmeyeceksin! Batıdan ünlü gazetecilerin geldiği toplantı ve konferanslarda boy gösterecek, ama yerel küçük Kürt sivil toplum örgütlerinin toplantılarına giderek destek vermeyeceksin! Çünkü senin ihtiyacın kendinden olanın seni beğenmesi değil, Efendinin seni beğenmesidir! Mevcut vaktini “güçlü” ilişkiler kurmak için geçirecek, sokaktakinin, işsizin, köyünden sürülmüşün nasıl yaşadığı, ne hissettiği ile ilgili kılını kıpırdatmayacaksın. Birlikte nasıl bir çare buluruz diye düşünmeyeceksin.
Yakından bir gözlem makbul Kürt “aydın”ın kendi halkına ve Efendinin halkına davranışının farklı olduğunu da gösterir. Makbul “aydın” olarak kendi halkın karşısındaki kibrin, Efendinin halkı karşısında iniverir. Çünkü mesele Efendinin halkının beğenisidir! Artık eksenin kendi halkın değil, seni alkışlayan Efendinin halkıdır. Sonuçta Efendi senden, sen Efendiden memnunsundur… Bu mutluluğunuza gölge düşürmeye çalışan “kıskanç”ları sevmeyeceksin!
Sonuç ne midir, “makbul” kardeşim?
Mutluluğun kısa sürecektir benden söylemesi. Çünkü mutluluğun artık halkının haysiyeti, özgürlüğü, yaşam kavgasına değil, Efendinin alkışına bağlıdır. Ve Efendiyle mutlu mesut ilişkin, Efendinin yeni makbul Kürt “aydın”lar bulmasıyla sona erecektir. Efendi gün gelecek parmağını sana da sallayacak, “haddini bil” diyecektir. O zaman arkanda gözyaşlarını silecek bir halk da olmayacaktır.
Oysa önümüzdeki tek seçenek bize sunulan Efendiye benzemek değildir!
Tekmeyle, sövülerek, işkence edilerek Efendinin önünde secdeye getirilmiş dedelerimiz, ninelerimiz, babalarımızın kemikleri henüz kayıpken, ve bu kayıplara her gün yenileri eklenirken, Efendinin kulağına minnettarlığımızı fısıldayacak değiliz!
Zulümlerle yoğrulmuş bir halkın evlatları olarak, zulmü yapana övgü düzmek zorunda hiç değiliz!
Makbul kardeşim, son kertede hepimiz biriz!
Bizlere, çocuklarımıza bu “aşağılık” duygusunu veren, Efendinin “yükseklik” duygusudur, unutma!
Bize yol gösterecek olan Efendinin okşaması değil, insan onuru için kendini yakan, katledilen binlerce evladımızın şarkılarıdır!
Tek tek dokunarak iyileştireceğiz birbirimizin yaralarını. Ve kendimiz olarak, kendimiz kalarak, halkımızın sesini dinleyerek, sadece kendi onurumuz değil, tüm insanlığın, tüm halkların onuru için mücadele edeceğiz!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 03.11.2014