Kategoriler
Yazılar

Kürt gazeteciler, gazeteci değil (mi)dir?

Geçen yıl hakkında verilen 10 yıllık hapis cezası nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalan bir gazeteciye destek için uluslararası kuruluşlarla görüşüyordum. Uluslararası insan hakları ve gazetecilik kuruluşları, cezayı gazetecilik faaliyetlerinden dolayı almadığı için, ülkeyi terk etmek zorunda kalan arkadaşımıza destek vermeyi reddediyorlardı, çünkü cezayı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) davasından almıştı. Her ne kadar cezayı DTK davasından almış gibi görünse de, bu kişiye aslında gazetecilik faaliyetlerinden dolayı devletin yöneldiğini ve bu cezanın altında yatan nedenin bu kişinin gazetecilik faaliyetleri olduğunu anlatmam için epey uğraşmam gerekti. İstediğim yurt dışında tek başına kalan bu gazeteciye yeni zor hayatında önünü açabilecek minik bir destekti.

Elbette bu arkadaşımız bu şekilde cezalandırılan tek gazeteci değil. Bugün Kürt illerinde gazetecilik yapan birçok kişi “gazetecilik faaliyetleri” açık açık cezalandırılamayınca, DTK toplantılarına katılmak, yasal derneklere üye olmak, varlığı ve güvenirliliği sorunlu gizli tanık ifadeleri gibi  nedenlerle cezalandırılıyorlar. Bu, tam da devletin tahmin ettiği gibi işe yarıyor. Böylece ulusal ve uluslararası gazetecilik kuruluşları bu kişileri destekleme, davalarını takip etme ve onlarla dayanışma konusunda geri duruyorlar. Eh bir de işin içine Kürtlük girince, zaten bu gazetecilerin “terörist olma” ihtimali bu kuruluşlar nezdinde güçlü oluyor.

8 Haziran sabahı Diyarbakır’da 19’u Kürt gazeteci, 2’si basın çalışanı ve biri de gazetecilere röportaj veren vatandaş olmak üzere 22 kişi gözaltına alındı. Uzun bir gözaltı sürecinden sonra, 16 gazeteci “terör örgütü üyeliği” şüphesiyle tutuklandı. 16 Kürt gazetecinin tutuklanması kıyameti koparmadı elbette. Bir bakalım neymiş onları terör örgütü üyesi yapan.

Tutuklama dosyasında şunlar belirtiliyor:

Yakalanan örgüt mensuplarının beyanlarında “Türkiye’den uçak kalkışı olduğunda Sterk TV ve Denge Kürdistan radyosu üzerinden bilgilendirmeler yapıldığını” belirtmeleri, “Kuzey Irak ve Suriye’ye Türkiye’nin yaptığı askeri operasyonların Kürt halkına yönelik yapıldığı izlenimi ile ajitasyon” yapıldığı, “savaşa ayrılan bütçe” kelimesinin kullanılması (tabi savaş yok ki, bütçesi olsun!), “toplumsal mücadele,” “katliam,” ve “soykırım”…gibi kelimeleri kullanmaları… Suç unsurları neler; gazetecilerin sosyal medya hesaplarından yaptıkları  paylaşımlar, İHD üyeliği, Rosa Kadın Derneği gibi yasal derneklere üyelikler, meslektaşları ile yaptıkları telefon görüşmeleri, kullandıkları “tecrit”, “komplo”…gibi kelimeler, haber kaynakları ile yaptıkları telefon görüşmeleri, haber dilleri ve sordukları sorular. Basına servis edilen suç delilleri ise kameralar, fotoğraf makineleri, ses ve ışık sistemleri, harddiskler, kitap, gazete arşivleri ve Türkiye’de yayımlanan dergiler.

Son 5 yılda DTK davaları, Kürt Bölgesinde sivil toplum ve gazeteciliği daraltan ana davalardan biri oldu. Dün makul ve makbul olan DTK, bugün değil. Birçok gazeteci bundan yargılandı ama gazetecilik faaliyeti sayılmadı. Oysa dikkatle incelenseydi bu yargılamaların çoğunun altında gazetecilik faaliyetlerinin yattığı anlaşılacaktı. Ama dikkatle bakılmak istenmedi.

Kürt medyasının haberlerini beğenmeyebiliriz. Ama bu, Kürt medyasının Bölgenin birçok sorununu dile getirdiği gerçeğini değiştirmiyor. Kürt basını olmasaydı ne Roboski, ne Kemal Kurkut, ne de buna benzer birçok olay gün yüzüne çıkmayacaktı. Bugün Türkiye insan hakları hareketinin birçok raporu Kürt basınındaki bilgilere dayanarak oluşturulmaktadır. Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin duyurulması ve belgelenmesinde Kürt basının tartışmasız çok önemli bir rolü vardır. Kürt basını olmasaydı Cizre’yi, bodrumları, Sur’da yaşananları bu detayda bilmeyecektik.

Son tutuklamalar üzerine Kürt basınında uzun yıllar çalışmış bir gazeteci arkadaşımla ne hissettiği konusunda konuşuyorum. Şöyle söylüyor:

“Gazeteci ile baş edemeyince başka bir yerden o kişiyi suçlamaya çalışıyorlar. En elverişli yer de DTK toplantı ve çalıştayları. Birçok arkadaşımız buna katıldı, Batıdan birçok Türk gazeteci de katıldı. Kürt gazeteci deyince bize ‘militan’ olarak bakılıyor, Konu Kürt gazeteci olunca çifte standart var. Kürt gazeteciler hakkında hazırlanan iddianame, dava dosyalarına bir gazeteci gözüyle değil, bir hâkim ve savcı gözüyle bakılıyor çoğu zaman.  Ahmet Şık FETÖ ve PKK propagandası yapmaktan yargılandı, onu herkes sahiplendi. Olması gereken de buydu. Burada da Kürt gazeteciler aynı nedenlerle yargılanıyor. Bir avuç insan dışında bizi kimse sahiplenmiyor. Yılmaz Özdil, Uğur Dündar… gibi insanlar tutuklandığında taraflı gazeteci olmuyor ama biz taraflı oluyoruz.  Onlar Türk milletini savunduğunda gazeteci oluyor ama biz Kürtlerin haklarını savunduğumuzda, yaşadıklarını haber yaptığımızda ‘militan’ oluyoruz. Bu ikiyüzlülük değil midir?”

Ben de bu soruyu ulusal ve uluslararası basın ve insan hakları kuruluşlarına sorayım o zaman: Tüm bu yaşananlar büyük bir ikiyüzlülük değil midir gerçekten? Daha ne kadar kafanızı kuma gömmeye devam edeceksiniz?

Tabi ama,  burada gazetecilik faaliyetleri yargılanmıyor değil mi? Zaten Kürt gazeteciler de gazeteci değildir.

***published on www.mlsaturkey.com