Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Koronavirüs çî ye?(*)

Son dört-beş gündür Diyarbakır’da koronavirüse ilişkin tedbirlerde artış olsa da halen çok zayıf. Şehrin orta-üst gelir grubunun oturduğu Diclekent gibi semtlerde kafe, restoran, kuaför…gibi işyerlerinin kapandığını görüyoruz ama bunların dışında mobilyacı, elektrikçi, ev aletleri satanlar, oyuncakçı … gibi açık olan birçok işyeri de var. Şehrin nüfus olarak yoğun olan Bağlar, Ofis gibi semtleri ve yine şehrin kalbi ve merkezi Sur’da insan yoğunluğu devam ediyor, işyerlerinin de yarıdan fazlası açık. Tüm bu tedbirlere neden uyulmuyor, insanlar neden kişisel tedbirler almıyor, alamıyor, ya da alınması gereken önlemlere ilişkin bilgiler insanlara ulaşmıyor mu? Bunları düşünüyorum ve memleketimde insanların ruh halini anlamaya çalışıyorum.

Burada çok önemli bir nokta, güven meselesi.

Böylesi bir kriz durumunda Kürtler olarak bizlere güven verecek kişi ve kurumlara bir süredir sahip değiliz maalesef. Bizlere daha önce barıştan ekonominin düzeltilmesine, kimliğimizi tanımaktan demokrasiye saygı duymaya kadar birçok konuda defalarca söz vermiş ama verdiği sözleri tutmamış AKP’nin bakan ve siyasetçilerinin yaptığı açıklamalara burada halk neden güvensin ki. Güvenmiyor da zaten. Kendi kurumlarımız ise tarumar edilmiş durumda. Böylesi ciddi hayat memat meselesi bir kriz durumunda bizlere seslenecek bir belediye başkanımız yok mesela. Çünkü belediye başkanımız ve bu kentin en iyi doktorlarından biri olan Selçuk Mızraklı cezaevinde. Diğer birçok kurumumuz da yıllardır süren baskıların bir sonucu olarak işlevlerini yitirdiler, özellikle son iki yıl, halkla bağları zayıfladı, halkla en yakın teması kuran kurumlar kapatıldı. Bunların sonucu olarak burada insanlarda genel olarak bir kimsesizlik, sahipsizlik duygusu hâkim.

Lider ve diyalog sorunu da var elbet. Böylesi bir kriz durumunda Kürtlere seslenecek bir lider bugün için yok. Seslenecek en güçlü lider Selahattin Demirtaş cezaevinde. Cezaevinden ara ara mesaj verse de cezaevinden verilen mesajla, canlı kanlı yanımızda olmasının, bu zor günlerde birlikte olmanın anlamı ve işlevi farklı. Diyalogsuzluk ciddi bir sorun.

Belediye başkanı yerine atanan kayyım bugüne kadar kent halkı ile hiçbir diyalog kurmamış durumda. Gerçi zaten kent halkının kayyımdan bir diyalog beklentisi de yok. Ama bugün eğer halkın kendi seçtiği, güvendiği, inandığı, sevdiği, saydığı, kucakladığı bir lidere sahip olabilseydik kentte, muhtemelen insanlar o kişiyi dinleyerek koronavirüse karşı gerekli tedbirleri almada daha istekli olabilirlerdi. Oysa biz bugün belediyelerimize bile güvenmeyen, artık mecbur kalmadıkça belediye binalarına girmeyen, giremeyen, belediye binaları ile aramıza bariyerler örülmüş bir halkız.

Bir diğer sorun son dört yılda kentteki sivil toplum örgütlerinin çoğunun KHK’ler ile kapatılmış olması. Kriz durumlarında halka gerekli mesajları iletebilecek örgütlü güçlerden yoksunuz artık. Aracı olabilecek kurumlarımız yok. Kadın derneklerimiz, çocuk derneklerimiz, yoksullukla mücadele derneklerimiz, gençlik derneklerimiz… Neredeyse hiçbiri yok artık. Eylül 2016’da KHK ile kapatılan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele Derneği her ay düzenli olarak en yoksul 4 bin 500 ailenin gıdasını karşılıyor ve bu ailelere farklı destekler de sunuyordu.

Eğer Sarmaşık Derneği açık olsaydı bugün, en yoksul 4 bin 500 aileye otomatik olarak bu kriz sürecinde ulaşmış ve o aileler için gerekli tedbirleri almış olacaktı. Oysa bugün Sarmaşık’ta yöneticilik yapmış Selçuk Mızraklı, Şerif Camcı gibi birçok arkadaşımız yoksullukla mücadele çalışmalarından dolayı terör örgütüne destek vermekle suçlanıyor ve yargılanıyorlar. SES, Tabip Odası gibi bu tür salgınlarda işlevsel olan oluşumlar üyelerine açılan davalar, işten atılmalar ve baskılarla zayıflatıldılar. Son beş yılda hükümet Kürt illerinde sivil toplum örgütlenmelerini zayıflatmak için kapatmadan, gözaltılara, tutuklamalara, işten atmalara kadar her yöntemi uyguladı. Kürt toplumu örgütlü bir toplumdur ama son yıllarda KHK’lerle kurumsal birliktelikleri yok etmek için devlet çok uğraştı. Kısmen başarılı da oldu.

Koronavirüs tehlikesine karşı umursamazlığın bir diğer nedeni de elbette 2015-2016 yıllarında yaşadığımız çatışmalar ve yıkım.  Çocuktan en yaşlısına kadar birçok Diyarbakırlıda bu ruh halini gözlemlemek mümkün. Biz neler gördük, yerde cenazeler kaldı, Sur başımıza yıkıldı, bu kent aylarca bombardıman altındaydı, zaten en kötüsünü gördük, daha kötüsü olmaz… Bu daha kötüsünün olamayacağına ilişkin ruh hali, virüse karşı da insanları yeterli önlem almamaya itiyor.

Bir haftadır evdeyiz çocuklarla, peynir bitiyor. Diyarbakırlılar için örgü peynir mühim elbet. Evin arkasındaki peynirciye uğruyorum, açık ve kalabalık. Koronavirüs hak getire. Dükkânın tam içine girmeden, uzak mesafemi korumaya çalışarak, bana iki kilo örgü peynir koymasını rica ediyorum dükkânda çalışan gençten ve “keşke eldiven ve maske kullansaydınız” diyorum. Bana garip bakışmalar. Tıkış tıkış dükkânın içinden yaşlı bir amca bana doğru sesleniyor: “Boş ver kızım koronavirüsü, neler gördük neler, koronavirüs çî ye?”

Arkamdan gülüşmeler…

(*) Koronavirüs ne ki?