Diyarbakır- Mehmet Kaya Diyarbakırlı bir iş insanı. Uzun yıllara dayanıyor tanışıklığımız. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı (DTSO) döneminde birlikte bazı kalkınma projelerine omuz verdik. Eczacılığının yanı sıra son yıllarda eğitim alanında da yatırımlar yaptı.
Mehmet Kaya sivil toplumcu kimliği ile de tanınıyor. 2014 yılında Bölgeden bir grup akademisyen, gazeteci, siyasetçi ve aydının biraya gelmesi ile kurulan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) de yönetim kurulu başkanı.
Yakında gerçekleşecek olan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası seçimlerinde de sivil toplumun ortak adayı olarak ön plana çıkıyor.
Sohbetimiz sırasında sık sık 90’lara, 20 yıl öncesine gittik. 20 yıl sonra da ayakta kalıp, bir çay eşliğinde, yaşadığımız bu karanlık günleri gülümseyerek hatırlayalım umudumuzu yineledik…
Hem sivil toplumcu hem iş insanı kimliğinizle biliniyorsunuz.
Mehmet Kaya kimdir?
Hayatının eğitim dışında tamamını bölgede geçiren bir iş insanıyım. Ama aynı zamanda üniversite yıllarından bugüne kadar da sivil toplumu temel yaşamı haline getirmiş bir iş insanıyım.
2005-2008 yılları arası DTSO da başkanlık yaptım. Ondan önce 6 yıl Eczacılar Odası başkanlığı yaptım. Bu tür kurumların ülkenin ve kentin gelişiminde çok rolü oluyor. O dönem Bölgede sivil toplum birlikteliği vardı, şiddete ve hak ihlaline karşı duran bir sivil toplum birlikteliğiydi bu.
Evet, Bölgede iş örgütlenmeleri, ticaret, sanayi odaları, bu tarz kurumlar bile barış, demokrasi, eşitlik mücadelesinin yıllardır içindeler. Batıya doğru gittiğimizde, bu tarz kurumların barış gibi konularla uğraşması insanlara garip geliyor, ne dersiniz?
Ticaret ve sanayi odaları işin barış kısmı ile uğraşmayıp ticaret kısmı ile uğraşırsa görevini doğru yapmış olur diye düşünülüyor maalesef, ancak bu yanlış. Savaştan en ürken yapı sermayedir. Siz bu kitlenin başkanıysanız, önceliğinize barışı koyacaksınız elbet.
Yatırımcıya “gel Bölgeye yatırım yap dediğimizde, orada gelecek var mı, barış gelecek mi?” diye soruyor. Ticaret ve sanayi odalarının kesinlikle bu sürecin içinde olması gerekir. Aslında bakın dünya bunun birçok örneği de var. Güney Afrika’dan Kolombiya’ya birçok ülkede barış süreçlerinde iş camiasının aktif rolünü görüyoruz.
Ülkenin gidişatını iş camiası daha rahat hisseder. Ülkenin gidişatı, işsizlik, ekonomi hepsi birbirini tetikleyen unsurlar. Ticaret ve Sanayi odaları, iş camiası, bu ülkede ticaretin, yatırımın, ekonominin gelişmesini istiyorlarsa, barış çabalarını en üst seviyeye çıkarmalılar.
90’lı yıllarda da biz aynı cümleleri söylüyorduk. Bakın bu iş teşvik paketleri ile olmaz, bu paketlerle yatırımcı gelmez diyorduk. Son 30 yıla bakalım kaç tane dışarıdan yatırımcı geldi ve hangi dönemde geldi. Barış döneminde tekstil sektörünün ivme kazandığını görüyoruz.
90’lardan bugüne birçok teşvik paketi açıldı. Bu paketlerin Bölge ekonomisinin gelişimine sizce etkisi oldu mu?
2003-2013 yılları arasındaki rakamlara bile baktığınızda Bölge illerinin ekonomik olarak daha da gerilediğini görüyoruz. Merkezi hükümetin, yerel paydaşların fikrini almaksızın, tamamen kendi güdümü ile oluşturduğu paketler bölgede karşılık görmüyor.
Bu artık görüldü, denendi. Hala bunda ısrar etmenin anlamı yok. Bölge ile ilişkiler maalesef ekonomik açıdan da doğru oluşturulmuyor. Yaptıkları büyük yanlışlardan biri şu:
Her zaman bölge ile Batı illerini aynı paket içinde değerlendiriyorlar, sadece araya bir kademe koyuyorlar. Eğitim yatırımını Türkiye’nin hangi bölgesine yaparsanız 5. bölge teşvikinden yararlanıyorsunuz, bu bölgeye yaptığınızda 6. bölge teşvikinden faydalanıyorsunuz ve aralarında pek bir fark da yok.
O zaman bir yatırımcı, bu eğitim yatırımını Diyarbakır, Mardin, Şırnak’a mı yapar, yoksa İzmir, Ankara, İstanbul’a mı yapar?
Türkiye daha yeni 2 yıldır OHAL yaşıyor ama bu bölge son 40 yılın 35 yılını OHAL ile geçirdi. İnsanlar sokağa çıkmadı, alışveriş yapamadı, güven yoktu. Şimdi de 15 yıl Bölgede ekonomik OHAL yapıyoruz deyin o zaman.
“Bölgeye teşvik veriyoruz” diyorlar. Ben bakıyorum bu para bana gelmiyor, yanımdaki işadamına da gitmiyor, öbürüne gitmiyor. Peki, bu para kime gidiyor?
Bölgede yaşam kalitesini arttıran ve sanayiyi arttıran yatırımlara değil, yol gibi bazı devlet yatırımlarına ve harcamalarına gidiyor. Zaten yapılması gereken şeyler, Bölgeye yatırım diye sunuluyor. Bu maalesef Bölgeye çok kaynak aktarılıyormuş algısına da yol açıyor. Oysa o para bize gelmiyor. Bugüne dek 17 teşvik paketi çıktı ve hep aynı hatalar yapılıyor.
2015-2016 sokağa çıkma yasaklarından Bölgede iş dünyası nasıl etkilendi?
İşin en vahim tarafı bu çatışmaların 2013 barış sürecinden sonra gelmesi oldu. Çözüm süreci ile Türkiye’de ilk defa bir hükümet doğru bir kanala girmişti. Bugün yapılan büyük bir yanlış bu dönemin hem hükümet hem muhalefet tarafından lanetlenmeye çalışılması.
Oysa biz hayatımızda ilk defa doğru bir 2 yıl yaşadık. Bu ayrı bir travma. Çözüm sürecinden sonra kent çatışmalarının gelmesi, 90’lı yıllardan daha büyük bir kırılma yarattı. 90lı yıllarda doğru bir çözüm yoktu. Kürt dosyası, bölge paketi… gibi şeyler açılıyordu, insanlar bunun tamamen politik bir enstrüman olduğunu biliyordu.
Ama 2013 çözüm süreci böyle değildi, taraflar herkes, toplum, evet bu iş çözülüyor diyordu. İnsanlar çözümü görüyordu. Teşhis doğru kondu, tedavisi yapılır diyordu insanlar.
2015-16’da çatışmalar başlayınca, insanlar bir anda kamyon çarpmışa döndü ve halen o çarpmanın etkisi geçmiş değil. Hazırlıksız yakalandı insanlar. Hayal kırıklığı çok büyük oldu.
Ben de Sur’da esnaftım, işyerlerim vardı. Surdaki işyerlerimi kapattım. Çünkü halen insanların Sur’a gelişlerinde sorun var. Tamam, şimdi hükümet Sur’da bir proje başlatmış, bir çalışma var, ama kimse bu çalışmanın ne olduğunu bilmiyor.
Yerel paydaşlardan fikir alınmıyor. Sur’un bir ruhu vardır, onu korumanız gerekir. O ruhu korumadan yapılanlar Sur’u kaybettirir. Sur sadece buraya değil, tüm Bölgeye merkezlik etmiştir. 100-200 yıllık esnaflar vardır Sur’da. Şimdi bu esnaflar, kimse Sur’da ne olacağını bilmiyor. Sur’dan gideyim mi, kalayım mı, bilmiyorlar.
Siz iş dünyası olarak hükümetin Sur’da ne yapmaya çalıştığını, Sur projesini biliyor musunuz?
Hayır, kimse bilmiyor. “İyi bir şey yapacağız, bekleyin” diyorlar, öte yandan yanlış uygulamalar yapılıyor. Oysa biz çatışmaların en yoğun olduğu 2015-16’da bile bir Esnaf Platformu kurup, Vali ile görüşebiliyorduk ve bazı konularda dönemin valisi ile yol alabiliyorduk.
Şimdi ise 2 yıl geçti, hala kimse Sur’a ne yapılacağını bilmiyor. Bir proje yapılınca önce orada yaşayanların görüşü alınır, kent paydaşlarına danışılır, sonra proje hayata geçirilir. Toplum bundan rahatsız. Çatışmaların sebebi bu halk değil ki.
Ama dönüp baktığınız zaman bu halk cezalandırılıyor. Hükümet sürekli, halk kalkışmaya destek vermedi, o nedenle bastırılabildi diyor. Evet, doğru, insanlar kent çatışmasına destek vermedi. Peki, o zaman neden sebebi halkmış gibi insanları dışlıyorsunuz?
Sizce bu dışlamanın sebebi nedir?
Güvenliği öne çıkaran bir politika izleniyor olması. Sanki Sur’da yeniden yapılar yapılsa, yeniden içerde örgütlenme olacak gibi düşünülüyor. Her şey güvenliğe endekslenmiş. Oysa böyle bir ihtiyaç yok bence. Hala geçmişten ders alınmıyor.
Bölgede birçok sivil toplum örgütü projelerini azaltır ve sessizliğe gömülürken, DİTAM son zamanlarda çalışmalarını hızlandırdı. Birkaç yıldır yürüttüğünüz Toplumsal Barış Ağı Projeniz de var. Toplumun bu kadar ayrıştığı bir dönemde, insanları “barış” için bir araya getirmek mümkün mü?
DİTAM bağımsız bir yapı ama tarafsız değiliz. Sonuçta Bölgede yaşanan hak ihlalleri var, taraf olmak zorundasınız. Bu sivil toplumun olmazsa olmazı. Önemli çalışmalar yaptık. Bölgede yaşanan farklı konuları, daha çok hükümet yetkilileri ile paylaşarak yol alıyoruz.
Erken yaşta evliliklerin nedenlerine ilişkin çalışma yapıp, Aile Bakanlığı ile paylaştık. Teşviklere ilişkin araştırma yapıp, ekonomistlerle paylaştık. Bir düşünce kuruluşu olmaya çalışıyoruz. Son dönemlerde de barış ağı projemiz var.
DİTAM sivil yaşamı önceleyen ve sivil siyasetin olmazsa olmazına inanan bir yapı. Sivil toplum çok önemli. 2000’lerin başlarında askeri vesayetin kaldırılmasında sivil toplumun desteği olmasa bu iktidarın başarılı olma şansı yoktu, ki bunları kendileri de ifade ediyor.
Bunları yaşamış bir hükümetin bugün sivil topluma karşı tutumunu anlamak kolay değil. 2000’den fazla sivil toplum örgütü kapatıldı. Kapatılmayanların üzerinde de korkunç bir baskı var. Ne yapalım? Balinaların nasıl doğurduğu ile mi uğraşalım?
Bize bu işlerle, barışla uğraşmayın diyorlar, peki, kim uğraşsın bu işlerle? Bu ülkeye barış gelecekse savaş çığırtkanlığı ile gelmeyeceğini herkesin görmesi lazım.
Sivil toplumun böyle günlerde ayakta durması gerektiğine ve doğru konumlanması gerektiğine inanıyoruz. Barış ağını önemsiyoruz. Bunu Türkiye’de nasıl yaygınlaştırıp geliştirebiliriz bunun çalışmalarını yapıyoruz.
Bakıyoruz bu süreçler birçok ülkede yaşanmış. Birçok ülkede öyle bir hale gelmiş ki çatışmalar, barıştan söz ettiğiniz zaman terörist damgası yemişsiniz, içeri atılmışsınız. Ama bakıyorsunuz yine aynı kişi ve kurumlar, o barışı sağlamakta önemli bir aktör haline gelmişler.
Evet, derneğiniz kapatılabilir, gözaltına alınabilirisiniz, bunlar bu tür durumlarda başınıza gelebilecek şeyler. Ama ilerde hem sizin, hem çocuğunuzun, hem toplumun yaşamını etkileyecek daha büyük olayların olmasını istemiyorsanız, biraz da bunları göze alacaksınız.
Ama çok az insan göze alıyor, çok büyük bir sessizlik var. İnsanlar ölüyor, çocuklar ölüyor, bu kadar büyük bir sessizliği anlamak benim gibi biri açısından çok kolay değil. Siz bu sessizliği neye yoruyorsunuz? Röportaja başlamadan konuştuk ya, 20 yıl sonrayı görecek miyiz, keyifle oturup bir çay içerek bugünleri anabilecek miyiz, ben emin değilim.
Özellikle bizim kuşak, 90’lı yılları yaşamış kuşak, biz 90 sonrasını gördük ama bunun sonrasını görecek miyiz diye büyük bir karamsarlık var hepimizde. Bu artık düzelmeyecek, çocuklarımıza çatışmalı kargaşalı bir ortam bırakıp dünyadan göçeceğiz algısı çok güçlü.
90’larda her şeye rağmen bu yoktu, bu düzelecek diyorduk, geleceğe dair bir umudumuz vardı. 90’larla bugünün en önemli farkı bu. Bugün çözümü göremiyorsunuz. Sivil topluma da baskı çok. Ama bu dönemde sadece ayakta durup, bu yanlış demek de yeterli bence. Bu bile yapılamıyor şuan. Bu yapılmalı.
Herkes oturduğu zaman ayakta kalanlar da ister istemez hedef oluyor. Senin gibi. İnsanlar çökerek ayakta duran arkadaşlarını da hedef haline getiriyorlar. Herkes ayakta durup, bu yanlış demiyor, deseydi süreç daha kolay atlatılacaktı. Ama herkes çöktü.
O zaman savaş, ölüm cümlelerini daha çok duyuyor insanlar. Bunları da duyunca herhalde bu iş artık bir daha Türkiye’de hiç düzelmeyecek diye düşünüyor insanlar.
Bu sessizliği iyi okumak lazım. İşin kötü tarafı bu sessizliği halen 90’lı yıllardaki gibi okuyan bir bakış açısı var. Sessizlik bu politikalara destek anlamını taşıyor sanıyorlar. Kesinlikle bu değil. Sessizlik daha büyük kırılmalar yaratıyor.
Bugün hala devlet “beka sorunumuz” var diyor. Türkiye’de beka sorunu hiç bitmiyor. Ben kendimi bildim bileli, Türkiye’de beka sorunu var. Beka sorunlarını çözmenin yöntemi bu değil. Mayınlı tarlalar var, kaldıracağız derken, şimdi sınıra 3,5 metre duvar örülüyor.
Gün gelecek bu duvara güleceğiz, kim, nasıl yaptı diye. Bu ülkede insanlar barış çalıştılar, olabileceğini gördüler. AKP’nin bu anlamda kadroları da var. Bugün bu kadrolar sessizler ve yanlış yapıyorlar. Bugün iç politika Türkiye’nin barış sürecini etkiliyor.
Türkiye’nin bundan çıkması lazım. AKP içerisinde de bunun böyle gitmeyeceğini bilen güçlü bir omurga olduğuna inanıyorum. Bunların da artık bu konuda seslerini yükseltmesi gerekiyor. Bu çözüm değil, bunun başka bir yöntemi var demeleri gerekiyor. Böyle devam ederse biz zaten güzel günleri göremeyeceğiz ama çocuklarımızın da ne göreceği konusunda gözümüz açık gideceğiz.
Son olarak DTSO seçimlerini sormak istiyorum. Seçimler yaklaşıyor, siz de adaysınız. DTSO seçimleri hep çok çekişmeli geçmiştir. DTSO’nun bu kent için önemi nedir ve siz ne vaat ediyorsunuz?
Siyasetin çok fazla karıştığı seçim dönemleri yaşadık. Ülkenin genel koşulları da belki bunu dayatıyordu. DTSO’nun biraz da siyasete giden kapı gibi kullanılması ciddi çekişmelere neden oldu.
Doğrusu son iki dönem sağlıklı bir yapı çıkmadı. Yapılacak çok şey var. Sadece Diyarbakır’ın kendi dinamiği ve sivil toplum birlikteliği ile yapabileceği çok şey var. Biz iş insanlarının birlikte hareket edeceği bir yapı kuracağız. Siyasi alanı buraya sokmayacağız.
Burayı bir kişi olarak değil, Diyarbakır olarak yöneteceğiz. O nedenle iş dünyası olarak ortak açıklama yaptık. Diyarbakır’ın artık hata yapma şansı yok. O nedenle birlikte yönetim diyoruz. Birlikte güçlü olacağımızı biliyoruz.