Ezidiler: 74. Ferman; Bizi sadece IŞİD değil, komşularımız katletti

Ezidiler: 74. Ferman; Bizi sadece IŞİD değil, komşularımız katletti

Irak Kürdistan’ına ilk kez araçla geçeceğim. Sınıra çok rahat ulaşıyoruz, hiç trafik yok. Yanımdaki arkadaşım İŞİD saldırılarından önce burada uzun tır ve kamyon kuyrukları olduğunu ve kapıda en az 4-5 saat bekletildiklerini söylüyor.
Sınırdaki tek kadınım. Burada olmamı garipseyen bakışları üzerimde hissediyorum. İşlemlerimizi hızla yaparak, arabamla sınırın Türkiye tarafını geçiyorum. Irak Kürdistan’ına geçtiğim anda sınırda ve güvenlikte çalışan birçok kadını görmek beni rahatlatıyor. Kadın güvenlik görevlileri de benim gibi Amed’den kendi arabasıyla gelmiş bir Kürt kadını görmekten memnun olarak işlemlerimi hızlandırıyorlar. Beni bekleyen Asayiş Müdürünün yanına geçiyorum.
Müdür İŞİD ile savaştan dolayı sınırda işlerin çok azaldığını, yoğunluk kalmadığını söylüyor. “Peki ya İŞİD ile savaşmak için Türkiye’den geri dönen Êzidîler” diye soruyorum. “Haftada 7-8 kişi ya geri dönüyor ya da dönmüyor” diye cevaplıyor. Irak Kürdistan’ına yapacağım seyahat boyunca bana eşlik etmesi için yanıma mihmandar olarak Camîr’i veriyor.

Camîr 30’lu yaşlarda. Türkçe biliyor. Halepçe katliamı sırasında, 1988’de, 9 yaşındayken geldiği Diyarbakır’da 4 yıl kalmış. 1 yıl da okula gitmiş. O yıllar aklıma gelince utanç içerisinde kalıyorum. Diyarbakır sokaklarında, Halepçe’den kaçarak yığınla gelmiş, yerde bir şeyler satarak geçinmeye çalışan Kürtlerin görüntüsü aklıma düşüveriyor.  Sonra “Onlar Kürt değil Peşmerge. Peşmergece konuşuyorlar, onlara yaklaşmayın, dikkatli olun” diye bizi uyaranlar ve çocuk aklıyla buna inanmamız. O dönem Türkiye’deki Kürtler  Halepçe’den gelenlerin Kürt olduğunu anlamasın diye her şey yapılıyordu, “Peşmergece” diye bir dil bile uydurulmuştu. Uzaktan gelen bu “Peşmergeler” soğuk su içebilsinler diye Diyarbakır’ın çocukları kapı kapı dolaşarak buz topluyorlardı. Kendi coğrafyamızdaki bu mülteci tarihi aklıma geldikçe içim burkuluyor. Camîr anlıyor. “Üzülme” diyor. “Ne koşullarda, ne baskılarda yaşadığınızı biliyoruz. Bugün hala Kürt olarak kalabilmeniz bile büyük başarı”. Yine de  sızım dinmiyor.

Nurcan Baysal’ın Zaxo ve Duhok izlenimleri – Galeri
Zaxo’ya girer girmez yol kenarında, çadırlarda, inşaatların içlerinde Êzidîleri görüyorum.  Zaxo’da her boş inşaata Êzidîler sığınmışlar.
Bir inşaatta duruyorum. Bu inşaatta 30 Êzidî aile kalıyormuş, inşaat kalıntısının içinde en az 200-250 kişi var. İçlerinden bir adam konuşmaya başlıyor. İlk etapta uluslararası bir yardım kuruluşundan geldiğimi düşünerek, İngilizce konuşmaya başlıyor. Musul Kolejinde okumuş. “Her şeyimizi kaybettik, çocuklarımızı, kadınlarımızı. Dönmek istiyorum ama bizi koruyacak birine ihtiyacımız var” diyor. Başka biri “Artık umudumuzu yitirdik. Yıllardır savaşların içinde yaşıyoruz. İran-Irak savaşı, Saddam ve şimdi de İŞİD. Umutsuzuz” diye ekliyor.
2 katlı devasa bir inşaat. Her yer çocuk. Çocuklar yalınayak. Taşlar ve kalaslarla uyku için bölümler yapılmaya çalışılmış. Yerde kalasların üzerine konulan minderlerde bebekler yatıyor. İnşaatın bir bölümünde boş paslı büyük tenekelerde yemek pişiyor. İnşaatın arka tarafı tuvalet olarak kullanılıyor. İpler gerilmiş. İplerin üzerinde battaniye ve çamaşırlar var. Herkes toz içinde, her yer moloz. Birkaç kadın leğende çamaşır yıkıyor. Molozların içerisindeki yataklarda yaşlı, hasta, sakat birkaç kişi yatıyor. Ayaklar ya çıplak ya da terlik var.
Kadınların yanına geçiyorum. Hasta bir bebeğin yanına sıkışıyorum. Bebeğin ateşi var. Sağlık hizmetlerini soruyorum. Bölgesel Kürt Hükümeti gıda ve sağlık hizmetlerini Êzidîlere ücretsiz veriyormuş. Bu koşullarda hiçbir zaman sağlıklı olmaları mümkün değil. Kadın: “Êzidîlerin çoğu dönmek istiyoruz ama orada bizi koruyacak bir hükümet, otorite lazım.  Dağda halen kalanlar var. Amca çocuklarımızı öldürdüler”.
Bu inşaatta kalanlar Şengal’in  Hanasol köyünden gelmişler. Hanasol Köyündeki Êzidîler Duhok Süleymaniye Erbil gibi tüm bölgeye yayılmışlar.  18 gün yolda kalmışlar sonra YPG’nin açtığı koridordan Zaxo’ya ulaşmışlar. “İŞİD ovada her yerde” diyor başka bir kadın. “Bir sürü kadın İŞİD’in eline geçmemek için intihar etti” diye ekliyor bir genç kız.  Korkuları yüzlerinden anlaşılıyor.
İnşaatlarda durum içler acısı… Taleplerini sorduğumda herkes“kışı geçirecek bir yere ihtiyacımız var” diyor. Herkese tek tek  gelecek planlarını, dönmeyi düşünüp düşünmediklerini soruyorum. Kimse dönmeyi düşünmüyor. Çoğunluğu Avrupa’ya göç etmek istiyor.  Arapların içinde yaşayamayacaklarını belirtiyorlar. Arap komşularının İŞİD ile işbirliği yaptıklarını dile getiriyorlar. Yaşlıca bir adam son sözü alıyor:
“Artık dönemeyiz kızım, bizi sadece İŞİD değil, komşularımız katletti”.

“Al bak, işte Rojava!”

Zaxo’da sıcak bir gün. İnşaatların içinde Ezidiler yaşam mücadelesi verirken Zaxo suyunda çocuklar serinlemeye çalışıyor. Lüks arabalar yanımızdan geçiyor.  Önümüzdeki arabanın arkasında “Allahım Sen Peşmergeyi Koru” yazıyor. Mihmandarım Camîr’e “Peşmerge neden savaşmadı?” diye soruyorum. “İlk günler Peşmergenin geri çekildiği doğrudur. İŞİD gelince, Peşmergeler İŞİD’’in elindeki zırhlı tanklara silah sıkıyorlar, bakıyorlar ki silah işlemiyor tanklara, savaş olmuyor diyerek geri çekiliyorlar” diye anlatıyor Camîr. İŞİD’in ilk günler 5-6 Peşmerge mevzisine intihar saldırısı yaptığı ve bir Bölgeye kesilmiş Peşmerge başları koyarak korku saldıkları da duyduklarım arasında. Camîr: “Ama şimdi Peşmerge gerillalarla beraber savaşıyor İŞİD’e karşı. Hatta açıktan olmasa da gerillayla fişeğini de paylaşıyor” diye ekliyor.
Yollarda Türk mağazaları, dönerciler var. 21 Diyarbakır plakamızı  gören  herkes kardeşleri gelmiş gibi sevinip yardımcı oluyorlar. Zaxo’da her yerde yol yapım çalışması devam ediyor. Yollarda, çadırlarda, pis suların içinde Êzidî çocuklar var. Yollarda Êzidîler için yardım dağıtma noktaları oluşturulmuş.
Peşhabur’a geliyoruz. Êzidîler’in İŞİD’den kaçarken sıklıkla kullandığı Peşhabur Köprüsünü görmek istiyorum. Köprüye dışarıdan giriş çıkışları kapatmışlar. Güvenlikte uzunca bir süre bekletiliyoruz. Peşhabur köprüsüne gitmemizi istemiyorlar.
Irak Kürdistan’ı (Başur) ve Suriye Kürdistanı’nı (Rojava) birbirine bağlayan 2 köprü var. Peşhabur ve Sehele Köprüleri. 2 köprü arası sadece 10 dakika. İŞİD’den kaçan Êzidîler YPG’lilerin açtığı koridordan Rojava’ya sonra da bu köprüler aracılığıyla Güney’e ulaştılar. Sıkı bir sorgudan ve Erbil’de birkaç yer telefonla arandıktan sonra, yanımıza verdikleri özel bir güvenlik elemanı ile her iki köprüye de gitmeme izin veriliyor.
Rojava’yı göreceğim için kalbim hızlanıyor. Köprüye yaklaşırken her tarafta inek ve hayvan taşıyan kamyonlar var. Hayvanların hepsi Rojava’dan geliyor. Rojava’nın zengin olduğu,  Suriye’nin üçte birini Rojava’nın beslediği söyleniyor. Güney Kürdistan’a da hayvanların çoğu Rojava ve Şengal’den geliyor.
Köprüye geliyorum. Karşımdaki manzara o kadar güzel ki dilim tutuluyor.  Dicle muhteşem akıyor ve üstünde Peşhabur Köprüsü. Bir köprü, bir köprü! Aradaki sadece bir köprü!  İşte Batı ve Güney Kürdistan böyle bağlanıyor ve böyle ayrılıyor! Güney tarafında sıkı bir güvenlik karşıda ise YPG’liler var. Heyecanım tüm yüzüme yansıyor. Yanımdaki Peşmergeler halime gülmeye başlıyorlar. “Al bak, işte Rojava” diyorlar!
Köprünün bitiminde  Peşmergelerin hemen 100 metre ötesinde YPG’liler duruyor. Sehele(Sahila) kapısında gelen Êzidîler için ambulanslar bekletiliyor. Her 2 köprüde de yoğunluk yok. İŞİD saldırılarının ilk günleri buralar can pazarıymış. Rojava’ya kısa bir giriş izni veriyorlar. Dizlerim titreyerek Rojava’ya adım atıyorum. Bu toprakları özgürleştirmek için ölen insanlara bir ağıt mırıldanıyorum[2]:
Ne kirîv
Ne cîran
Nebû dostê
Bav û kalan
Dest bide
Dest bide
Pismam
Da ku Qîrîna
Qîrîna dotmam
Bighîje ezmanê heftan
Jan gihîşt can
Can  ji  bedenê derket
Ev e dîroka Kurdistan
Ev e Fermana 74’an

“Bu Bölgede başımıza
73 Ferman geldi,
bu 74. Ferman”

Duhok’a doğru yola çıkıyorum. Yolda Birleşmiş Milletler kampından geçiyoruz. UNHCR ve UNİCEF bayrakları görüyoruz, on binlerce kişi bu kampta kalıyor.  Her yerde kampın dışında da Êzidîler var. Bazı yıkık inşaatlarda da UNHCR bayrakları görüyorum.  Êzidîler buldukları her boşluğa sıkışmış durumdalar.
Yol boyunca Êzidî ve Arami köyleri var.  Pêbiznî  de denilen bu Bölge Êzidî ve Aramilerin yerleşim yeri. Yollarda çadırlar var. Êzidî ve Arami köylerinden geçiyoruz. Tüm bu köylerin girişinde beton yükseltiler yapılmış ve her yerden görülebilecek büyüklükteki bu beton yükseltiler Kürt bayrağının renkleri ile boyanmışlar.  Mihmandarım Ezidi ve Aramilerin Kürt Bölgesel yönetimi altında çok rahat yaşadıklarını, ve köy girişlerindeki Kürt bayraklı bu beton yükseltileri bir nevi yönetime teşekkürleri gibi algılamak gerektiğini söylüyor.
Duhok girişinde büyük bir alışveriş merkezi ve eğlence merkezi yapılıyor. Arabalar daha da lüksleşiyor. Duhok’taki Êzidîler Zaxo’dakiler gibi fazla sokakta değiller, okullar ve camiler gibi kamu binaları ve kapalı yerlere yerleştirilmişler. Duhok’ta  da gıda ve sağlık hizmetleri Kürt yönetimi tarafından ücretsiz karşılanıyor. Camîr “bu yıl okullar nasıl açılacak bilmiyoruz, çünkü tüm okullara Êzidîler yerleştirildi” diyor. Okul ve camilere sığmayan Êzidîler yine inşaatlardalar. Duhok ve Zaxo’da 200 binin üzerinde Ezidi olduğu söyleniyor. Êzidîlerle dolu bir medresenin önünden geçiyoruz.  Duhok’ta lüks bir caddede içi Êzidîlerle dolu bir inşaatın yanına park ediyoruz.
Akşamüzeri, hava kararmak üzere. Lüks caddedeki kafelere lüks arabalar gelip giderken hemen yanındaki inşaatlarda Êzidî çocuklar bu arabalara ve kafeleri izlemekteler.
Karanlık inşaata giriyorum, tam göremesem de içeride en az 200 kişinin olduğunu tahmin ediyorum. Gölge gibi herkes. Bir yanımız ölüm diğer yanımız lüks. Hayatın, dünyanın vicdansızlığı, adaletsizliği karşısında ürperiyorum. İnşaattakiler yanıma toplanıyorlar, ellerindeki belki de tek mindere oturmam için ısrar ediyorlar. Oturuyorum.
Çevreme bakıyorum. İnşaatın bir kolonuna bir çocuk yaslanmış uyuyor, bir yerde 10-20 kadın boş gözlerle duvara bakıyor, birkaç çocuk çıtası olan pencereden lüks caddeyi izliyor.  İnşaatın bir odasına gıda yardımları konulmuş. Hava hafif serinliyor. Bebeler molozların arasında uyuyor.
Bu inşaatta 23 aile varmış. “Dağda kalan var mı?” diye soruyorum. Evleri korumak ve YPG’lilerle birlikte İŞİD’e karşı savaşmak için kalanlar olmuş. Herkesin  yüzünde derin bir acı var.  Bebekler, çocuklar bile gülümsemiyor. Onlarla beştaş oynamaya çalışıyorum, çeşitli oyunlar deniyorum, ama güldüremiyorum.
“Dönmeyi düşünmüyoruz, çünkü bizim köyler ve Arap köyleri yan yana komşu, en ufak şeyde tekrar saldırabilirler. Bir de dağıldık, artık akrabalarımız yok” diyor içlerinden biri.  Bir erkek: “Şengal halkının %90’ı zaten yoksul ve geri dönmek istemiyoruz. Dönecek bir şeyimiz yok. %10 geri dönmek ister, o da malı mülkü toprağı olandır. Ancak gelenler hep temsilcilerimiz ile görüşüyorlar. Bizleri temsil eden insanlar zenginler, onlar da dönmek istiyorlar. Kimse bizim gibi yoksul Êzidîlerle görüşmüyor, yoksulların fikri sorulmuyor. Biz çocuklarımızın başına aynı şey gelsin istemiyoruz. O yüzden dönmeyeceğiz. Siz bu inşaata ilk gelensiniz, geldiğiniz zaman bizim gibi garibanlarla konuşun, temsilcilerle değil”.
Kışı soruyorum, kış gelince ne olacak? “Biri gelip kapı pencere yapmazsa naylonlarla kapatacağız” diye cevaplıyorlar. “Peki ya dışarıdaki bu lüks, bundan rahatsız olmuyor musunuz?” diye soruyorum:
“Duhok halkı bize çok destek oluyor. Halk bize çok baktı, hükümet de kuru gıda getiriyor biz pişiriyoruz. Duhok halkından ve buradaki devletten bir şikayetimiz yok. Biz buradaki halkın misafiriyiz, ne yapsalar Allah razı olsun diyoruz”. Ezidilerin kanaatkarlığından bir kez daha etkileniyorum.
Çocukların okul durumunun ne olacağını soruyorum. “Zaten Kürt okullarını da biz işgal ettik artık onların da okulları açılamaz. Biz Kürtlere duacıyız” diyor biri. Bir başka Ezidi: “Okul olsa da çocuklarımızı okula yollayamayız, çünkü Şengal’de eğitim Arapçaydı, burada Kürtçe” diye ekliyor.
“73 Ferman başımıza geldi, bu 74. Ferman ve hepsi bu Bölgede başımıza geldi, artık burada yaşayamayız. Hangi milletin başına 73 ferman gelmiş, artık Irak’tan çıkmak istiyoruz” diye acıyla yüzünü buruşturuyor yaşlı bir Ezidi.
Duhok’ta hava kararıyor. Gitmek için izin istiyorum. Bir süredir güldürmeye çalıştığım ama beceremediğim çocukların yüzü karanlıkta daha da hüzünleniyor. Lüks caddedeki inşaatın içinde çocukları akşamın karanlığında açlık ve susuzlukla, yalınayak, yerde, molozların içinde bırakıyorum. O ana kadar sesleri hiç çıkmayan çocuklardan biri inşaatın içinden çıkıyor ağlamaya başlıyor. Arkamı onlara dönüp bir türlü gidemiyorum. Usulca ağlayarak inşaattan çıkıyorum.
Arabama biniyorum. Bu evsizlik o kadar tanıdık ki, hıçkırıklara boğuluyorum. Lüks kafe ve restoranlara bakarak, tüm dünyaya, tüm insanlığa ağlıyorum. Kürtlerin kaderine ağlıyorum.  Tarih boyunca kendi topraklarımızdan sürülmemize, evimizin başımıza yıkılmasına, köylerimizin yakılmasına, sürekli kendini tekrar eden evsizliğimize ağlıyorum. “Kaç kez, kaç kez” diye sayıklıyorum. Kaç kez evimiz başımıza yıkıldı ve kaç kez tekrar baştan yaptık! Çok sevdiğim, uzun yıllar önce kaybettiğim Felat Amca (Felat Cemiloğlu)[3]  bir kez daha aklıma geliyor. Her öğlen ona yaptığım kahve eşliğinde bana anlattığı, sürgünlerle geçen hayatı ve her yeni sürgünle birlikte yeniden ev kurma çabaları… Ah Felat Amca diye inliyorum! Kaç kez evimizi baştan yaptık! Bir ömürde kaç ev yapılır Felat Amca!
NURCAN BAYSAL

[1] Ezidilerde Saddam öncesi döneme kadar yapılan katliamlar, ki bunların çoğu Osmanlı döneminde yapılan katliamlardır, 71 Ferman olarak biliniyor. Saddam dönemi 72. Ferman olarak geçiyor. Bazı insanlar 2007’deki Şengal bombalı saldırısında öldürülen 500 Êzidi’yi de ekliyor ve  73 Ferman  olarak sayıyorlar. Birçok Ezidi 2014 İŞİD Katliamını 74. Ferman olarak görüyor.
[2] Bu ağıt, yazıyı okuyan Sn.Osman Baydemir tarafından o an yazılmıştır. Ağıtta bir Ezidi Rojava’ya seslenmektedir:
Ne Kirvem
Ne Komşum
Olmadı Baba ve  Dede dostum
Elini Ver
Elinizi Ver Kuzen
Elini ver ki kuzeninin çığlığı
Çığlığı göğe erişsin
Izdırap cana değdi
Can bedenden çekildi
Budur Kürdistan tarihi
Budur 74 Ferman
[3] Felat Cemiloğlu Diyarbakırlı Cemil paşazadelerdendir. 1936’da bütün Cemiloğlu ailesi, İskân Kanunu uyarınca değişik illere ve Suriye, Mısır gibi farklı ülkelere sürüldüler. Bir dönem  Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı da yapan Felat Cemiloğlu, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevinde dışkısını yemeye zorlandığı için kendi elleriyle dişlerini teker teker söktü. “Kendi elleriyle dişlerini söken adam” olarak bilindi.
***Published in T24 on 19.09.2014