Diyarbakır sokaklarında ‘barış’ seslerinin yanı sıra öfke kol geziyor!

Diyarbakır sokaklarında ‘barış’ seslerinin yanı sıra öfke kol geziyor!

Diyarbakır bir geceyi daha gaz kokusuyla geçirdi. Günlerdir devam eden gaz kokusuna sürekli kalkan jetlerin sesleri eşlik ediyor. TOMA’ların durduğu sokaklara genel olarak sessizlik hâkim. Bu sefer yüzlerde sadece acı ve hüzün yok, büyük bir öfke de var. Bir kez daha bu devlete güvenmiş olmanın ve bir kez daha hayal kırıklığına uğramış olmanın öfkesi bu…

Diyarbakır Suriçi’ndeki Dicle-Fırat Kültür Sanat Derneği’ne uğruyorum. Direne direne kendini yaşatmayı becermiş derneklerden biri Dicle-Fırat. Normalde akşam geç vakitlere kadar açık olan bu kültür merkezi, şehirdeki birçok yer gibi artık erken kapanıyor. Kürt kültürü ve sanatıyla ilgili çalışmaların yapıldığı bu merkeze daha çok Kürt gençler takılıyor.
Oturduğum masaya gelenlerle sohbete başlıyoruz. Öfke her yandan anlaşılıyor. Orta yaşlı bir adam söze giriyor:
“Biz gençleri zor tutuyoruz, TC dua etsin, şimdi bu gençleri denetim altında tutan PKK, HDP gibi güçler var. Yoksa bu gençler savaş istiyor. Bu devlet şiddeti böyle devam ederse gençleri denetlemek zaten mümkün olmayacak. Amed’de bomba patladığı gün Demirtaş kitleyi partinin önüne çekmeseydi, o gün tüm devlet kurumları basılırdı”.
O günkü öfkeyi dün gibi hatırlıyorum. Kürt siyasetçiler sokak sokak, ev ev dolaşarak halkın öfkesini soğutmaya çalışmıştı.
Ziyaret için birkaç gün önce şehre gelmiş bir kadın söz alıyor:
“Ben ne Türk ne de Kürdüm, Azeri’yim. Birkaç gündür bu şehirdeyim ve burada insanlara yapılanları görünce insan al eline bir şey bas karakolu diyor. İnsanlığa yazık. Bu ne zalim devlet. Devamlı polis, TOMA, kalaşnikof görmek birkaç gün içinde psikolojimi bozdu.”

‘Çözüm dedikleri nedir, ben anlamadım’

Gençlerle çözüm sürecini konuşmaya başlıyoruz. Bir genç söz alıyor:
“Süreç süreç diyoruz da, bu süreçte ne oldu. Kürtlerin dili mi serbest, Kürtler özgür mü oldu, öz-yönetim mi geldi, mahkemelerde bile hala anadilimizi kullanamıyoruz, hala cenazeler kapımızda. Çözüm dedikleri nedir ben anlamadım.”
Bu son aylarda en sık duyduğum cümlelerden biri. Kürtler çözüm sürecindeki “çözümü” sık sık soruyorlar. Başka bir genç cevaplıyor.
“Çözüm Kürtlerin katliamı, kuzu kuzu devletin istediği biçimde yaşamasıdır. Buna rağmen biz barış yanlısı bir halkız. Bir kuşun ölümü bile bize ağır gelir, burada insanlar ölüyor.”
Bölgede çözüm sürecinin bir yere varmayacağına ilişkin genel bir kanı zaten vardı. Barış süreci başlatıldıktan hemen sonra, 2013 Mayıs’ında bölgede yapımına başlanan karakol ve kalekollar ile yeni korucu alımları, sürece güvensizliği baştan oluşturmuştu. Öte yandan bu 2 yıl içinde Kürtlerin hak ve hukukuna ilişkin yasal bir düzenleme yapılmaması da Kürtlerde çözüm sürecinin bir aldatmadan ibaret olduğu duygusunu güçlendirdi. Bir genç şöyle devam ediyor:
“Kürtlere hiçbir şey vermemişler, yasal anlamda düzenleme yapmamışlar, her şey soyuttur, bir de utanmadan daha ne verelim diyorlar. Ne verdiniz ki siz! Bu halk kendini yarattı.”
Başka bir genç ise AKP’nin aslında bir çözüm planı olmadığından bahsediyor:
“Kürtler eski Kürtler değil. AKP’nin şu an Kürt sorununu çözmeye yönelik bir politikası yok. Sorduğunda çözümün ne diye, cevap bile veremiyorlar. Kürt sorununu çözmek için proje üreten Kürt hareketi ve Türkiye’deki demokrasi güçleridir. Oysa AKP Kürt sorununu demokrasi ve federalizm ile çözseydi tüm dünyada ve Ortadoğu’da saygınlık kazanacaktı.”

Silahsızlanma

Hükümetin sık sık süreçte önkoşul olarak öne sürdüğü PKK’nin silahsızlanması meselesine ise görüştüğüm Kürt gençlerin çoğu karşı duruyor.
Bir genç:
“Güvenlik sorunumuz var. PKK nasıl silahsızlansın. Hele ki bu devlet Kürtlere karşı IŞİD’i silahlandırırken PKK’nin silahsızlanması mümkün değil. PKK bu kararı alsa, biz Kürtler hayır deriz” diyor.
Başka biri:
“Türkiye yakında IŞİD’e kapıları tamamen açıp gel Kürtleri öldür diyebilir. Burası Suriye falan olmaz. Burada ayaklanma başladı mı sonun başlangıcı olur. Bundan kaybedecek olan da Kürtler değil Türklerdir. IŞİD Kürdistan’da yaşam bulmaz ama Türkiye’de bulur. Çünkü burada 30 yıllık direniş sonucu yaratılan bir değer var, bir örgütlülük, moral motivasyon, paylaşıma bakan bir yaşam var. Buradaki yaşam paraya, bireyselliğe bakmıyor sonuçta. Ama Batı öyle değil, IŞİD Batıda çok hızlı kök salar.”
Bu arada Azeri kadın yakın bir akrabasının IŞİD’e katıldığını, IŞİD’e katıldıktan sonra ailenin hesabına düzenli para yatırıldığını söylüyor ve ekliyor:
“Gidip kime söyleyeyim, kime şikayet edeyim, bu polise mi? Başka bir akrabamı daha İstanbul’da IŞİD diye yakaladılar, sonra doğru düzgün sorgulamadan serbest bıraktılar”.
Bir genç daha devlete güvensizliğini şu sözlerle belli ediyor:
“Türk askerinin zamanında yaptığını şimdi IŞİD yapıyor. Kürtler silah bıraksa, IŞİD tümünü keserdi. IŞİD yapmasa da bu devlet bizi keser.”

Bundan sonrası?

“Peki ya bundan sonra ne olacak” diye soruyorum gençlere. Farklı cevaplar geliyor:
“Çok önemli bir mücadele süreci başlıyor. Bu birkaç günlük sessizliğe kimse kanmasın. Toplumsal bir uyanış başlayacak, PKK’nin verebileceği bir cevap olacak tabi. Ama bizlerin de olacak” .
“Kürtlerin bu bombalamalara saldırılara karşı bir direnişi tabi ki olacak ama bu direniş demokratik mi olacak yoksa silahlı mı bu belli değil.”
“Bundan sonrası Türk devletinin ve AKP’nin tutumuna bağlı. Bundan çark eder müzakereleri başlatırlarsa tekrar farklı olur. Yoksa…”
“Türkiye bir yol ayrımına gelmiştir. Ya Kürt sorununu çözmüş demokratik bir Türkiye olacaktır, ya da IŞİD gibi canilerle işbirliği yapan, Erdoğan gibi bir Başkana sahip totaliter bir ülke olma yolunda ilerleyecektir.”
Burada dile getirilenleri yazmanın bile zor olduğunu, halklara barış umudu vermek gerektiğini söyleyince, bir kadın:
“Boynu devrilsin o yazanların. Kürdistan’a geliyorlar bir günlük, burada kimle görüşüyorlar bunlar. Yalan yanlış yazıyorlar. Tabii ki biz de barış istiyoruz ama öfkeliyiz de. Bizim vatanımız yanıyor, Kürtler buna niye sussun.”
Birçok insanın tutuklandığını, bazı sivil toplum örgütlerinin basıldığını belirten bir genç şöyle söylüyor:
“Kürtler eski Kürtler değil, bu bedelden de kaçacak değil. Türkiye’nin demokrasisi için en çok Kürtler bedel ödemiştir. Kürtler hala kültürel kırımla karşı karşıya. Şeyh Sait ile başlayan kırım hala sürüyor. Doğadan kültürel alanlara kadar.”
“Ama ödenecek bedel çok ağır” diyorum. Genç adam:
“Biz bu bedeli ödemeye hazırız. Kürtler her zulümden güçlenerek çıkmıştır. Ölenler arada olacak, bunu kimse istemiyor tabi, ama bir zulüm varsa direneceğiz, direnerek güçleneceğiz, kaybeden AKP ve zalimler olacaktır, biz değil!”

‘AKP Kürdistan’ı kaybetti’

Bir genç “bizi yadırgamasınlar” diye söze giriyor:
“Şimdi diyeceksiniz ki bu gençler niye savaş diyor. Bu yadırganacak bir durum değil. Burada birçok şey hükümetin manipülasyonu olarak görülüyor. Kendilerinden kopan kitleyi geri döndürmeye çalışıyorlar. Ama artık bu çok zor. AKP Kürdistan’ı kaybetti. Muhataplar ancak bundan sonra kendi yarattıkları birkaç Kürt olabilir. Bu hükümetin tek başına iktidar olmaktan başka şansı yok. Ne koalisyon ne de seçime hazır değil. O nedenle savaş süreciyle kendilerini iktidar kılacaklar. IŞİD’e karşı bombalar göstermelik, 3 gündür her yer yanıyor”.
Başka bir genç ekliyor:
“Bunlar son çırpınışlar. Her giden diktatör kendiyle bir sürü ölüm bırakıp gidiyor. Kenan Evren 30 yıl sonra yargılandı, ama Erdoğan’ınki çok daha yakın olacak.”
Türkiye’yi ve Kürdistan’ı ağır günler bekliyor. Gençlerin bu öfkesini soğutacak barışa yönelik adımları bir an önce atmak gerekiyor.
Masada son sözü sohbetin başından beri bir köşede sessizce bizleri dinleyen genç bir kadın söylüyor:
“Bizim için yaşamak direnmektir. Psikolojimiz güçlüdür, kolay kolay yıkılmaz!”
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 30.07.2015