Çocuk Hakları mı dediniz?

Çocuk Hakları mı dediniz?

Bugün 17 Kasım 2014, bu puslu Amed gününde ben Kürt çocuklarla ilgili bir yazı yazmaya çalışırken, büromun penceresinden dışarıda top oynayan çocuklar takılıyor gözüme. Yan binanın bahçesinde top oynayan 5-7 yaşlarındaki çocuklar, her gol attıklarında “Biji Apo” diye haykırıyorlar.

2006 yılı Mart sonunda Diyarbakır’da 14 PKK’linin kimyasal silahlarla öldürülmesini protesto amacıyla başlayan ve  günlerce süren sokak çatışmaları geliyor aklıma. En ön sıralardaydı çocuklar. O gün trafik kilitlenmiş, Bağlar’da çatışmanın ortasında kalmıştım. Polisler gaz ve su sıkarken, çocuklar da ellerindeki taşları panzerlere, polislere, askerlere var güçleriyle atıyorlardı. O gün daha önceden mahalle çalışmalarında tanıştığım birkaç sokak çocuğunun beni tanıması ile o çatışmanın içinden çıkabilmiştim. Bu çocuklardan ikisi arabama binerek, bana o çatışmanın içinde yol verilmesini sağlayıp evime kadar beni bırakmışlardı. Yoksa oradan çıkabilmem mümkün değildi. Nitekim eve geldikten sonra günlerce evden çıkamamıştık. Fırınlar dahi kapanmıştı koca Amed’de. Aynı akşam Başbakan Erdoğan“güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa gerekeni yapacaktır” diye buyurmuştu televizyonlardan. Bunun bilançosu çok ağır olmuştu.  O hafta 10’u Diyarbakır’dan olmak üzere, 15 çocuk sokak çatışmalarında öldürüldü.  Çoğunluğu güvenlik güçlerinin kurşunlarıyla ölmüştü.
Kürt çocuklara yine ölüm düşmüştü…
Bu çocukların ana-babaları tarafından “taş atmaya” yollandığı ve Kürt siyaseti tarafından kullanıldığını ifade eden medya, devlet eliyle katledilen 15 çocuğu ve olaylardan sonra ağır bir biçimde cezalandırılan çocukları ise görmemeyi tercih etmişti. Eylemlere katılan çocukların ailelerini cezalandırma saçmalığı  öyle bir noktaya varacaktı ki, 2 yıl sonra, bu sefer Abdullah Öcalan’a işkence yapıldığı iddiaları üzerine başlayan eylemlerde, dönemin Adana Valisi İlhan Atış, çocukları polise taş atan aileleri, yeşil kartlarını iptal etmek ve yardımları kesmekle tehdit edebilmişti.
Bu “kötü” Kürt çocuklar, 2006 olaylarından sonra gözaltına alındılar, yüzlerce çocuk mahkemeye çıkarıldı. Terörle Mücadele Kanunu’nun 9. Ve 13. Maddelerinde yapılan değişikliklerle yargılamalarının önü açılan bu “çocuk teröristler” uzun yıllar kalacakları cezaevlerinde yaşadıkları işkence, darp ile ara ara gündeme geldiler. Bu çocukların bir kısmı daha sonra dağa çıktı.

Bu çocuklar niye taş atıyor?

Oysa bu çocukların taşı ellerine almalarının nedeni ne ana-babaları, ne de Kürt siyasal hareketiydi. Bu çocukların yaşam pratiğiydi bu şiddet.
Bu çocuklar devlet şiddetinin şehirdeki yoksulluk, dışlanma ve ayrımcılıkla birleştiği bir ortamın içinde doğmuş; ölüm, işkence, zorunlu göç, köy yakma hikayeleriyle büyümüşlerdi. Her gün ana-babasının yaşadığı şiddeti gözlemleyen, kendisi de sık sık şiddet gören bu çocuklardan demokratik refleks beklenemezdi.
Yaşadıkları şiddet karşısında bu çocuklar ne yapacak? Şiddete şiddetle karşılık verecek, taşı ellerine alacaklardı.
Bir Kürt çocuğun o günlerde söylediği gibi:
“Polisler TOMA’larla bize su sıkıyor, bizi copluyorlar, ben de taş atıyorum. Hangisi suç?”

Şehîd Namirin!

Yazımı yazarken geliyor haber. Kobane’de İŞİD’e karşı mücadelede hayatını yitiren 4 gencin cenazesinin Diyarbakır, Van, Muş, Bitlis’e geldiğini öğreniyorum. Çocuk yaştaki 2’si erkek, 2’si kadın bu gerillaların resimlerine uzun uzun bakıyorum. Resimlerin altında “Şehîd Namirin” yazıyor… Bu kaçıncı şehit! Bu kaçıncı çocuk!
Nefes alamıyorum. Kendimi dışarı atıyorum. Ben yürüdükçe yağmur da hızlanıyor Amed’de. Gözyaşlarım usul usul akıyor, gittikçe hızlanan yağmura karışıyor. Sırılsıklam olmuş bir halde Fatihpaşa’ya kadar yürüyorum. Bir  bankın üstüne oturuyorum. Yitirdiğimiz tüm çocuklara ağlıyorum ağlıyorum…  Yıllarca yardım taşıdığım bu sokaklarda simit satan, hırsızlık yapan, ot satan, yük taşıyan çocuklar yine sokaktalar. Her zamankinin aksine bu sefer sessizce bakıyorlar bana. Onlar gözyaşlarıma saygı duyup sessizce bakıştıkça, ben daha da ağlıyorum.
Diyarbakır’ın birçok yeri gibi, bu mahallede de 4-5 yaşından itibaren her çocuk çalışır. Bu çocuklar açtır. Açlıklarının nedeni de Kürtlüktür. Bunu bilirler. Geçmişin yükünü üstlendikleri gibi, bugünün yükünü de üstlenirler. Çoğu babasız eve bu çocuklardır ekmeği götüren.
Bu çocuklar öfkelidir. Kaybettiklerini geri isterler. Bu çocuklar 12 Eylül’ü, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevini, kimyasal silahı bilirler. Gün geldiğinde onlar da silahı kullanmaktan çekinmezler. Kürtlüklerine, dillerine ve kimliklerine saygı duyulsun isterler.
Bu çocuklar gerçektir. Öyle lafı büyükler gibi eveleyip gevelemezler. 2 lokma ekmeğe, 1 çuval kömüre hesabı kapatmazlar. Hesap kuruşu kuruşuna ödensin isterler. 
Onlar  çocuk yaşlarına rağmen o kadar çok cenaze görmüşlerdir ki, koca bir yastır tüm hayatları…

Dünya Çocuk Hakları Günü

Çocuklarla bir müddet sessizce bankta oturduktan sonra, büroya dönüyorum.
Kendimi toparlayıp bilgisayar başına geçiyorum. Tam yazımı yazmaya başlayacağım ki, bu sefer internette bir haber görüyorum:
“Diyarbakır Valiliği ile Emniyet Müdürlüğü, il genelinde çocukları eyleme katılan ailelere para cezası kesmeye başladı” (1) yazıyor haberde. Biraz araştırınca 229 aileye 189 TL. ceza kesildiğini öğreniyorum. Aklıma İsrail’in şiddet eylemlerine katılan çocukların ailelerinin evlerini yıkması geliyor. Yutkunuyorum.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü için yazmayı planladığım yazının artık bir anlamı kalmıyor. Kürdistan’da çocukluk hiç yaşanmıyor!
Nurcan Baysal
17.11.2014, Diyarbakır
(1) http://www.imctv.com.tr/2014/11/17/cocuklari-eyleme-katilan-ailelere-para-cezasi/
*As published in T24 on 20.11.2014