Cizreli Gençlerin “Adını Bile Koyamadıkları” Devletle İmtihanı!

Cizreli Gençlerin “Adını Bile Koyamadıkları” Devletle İmtihanı!

Cizre’ye en son geçen Nisan’da gittim.
Cizre girişinde Dicle gürül gürül akıyordu.  Dicle ve kenarındaki Mir Bedirxan’ın Kasrı Birca Belek ile Cizre muhteşem görünüyordu. Mehmed Uzun’un Birca Belek’ten Dicle’yi gördükten sonra, “artık Dicle’nin romanını yazabilirim” dediği söylenir.
O gün Cizre’de görüştüğüm sivil toplum kuruluşlarından biri de Mem u Zin Kültür Sanat Merkezi idi. Merkez siyah beyaz mimarisi ve bazalt taşları ile yapılı muhteşem güzel bir binada hizmet veriyor. Bu binanın eski MİT binası olduğunu öğreniyorum. Alt kattaki bodrum odaları da MİT’in işkence odalarıymış. “Biz o odaları stüdyoya çevirdik” diye gururla anlatıyor gençlerden biri.

Bahçedeki masalarda önceki gece Abdullah Öcalan’ın doğum gününü kutlamaya gidenlerin Amara’dan getirdiği kır çiçekleri var. Bahçenin bir tarafında ölen gerilla Şervan Hewi’ye adanmış bir sahne bulunuyor. Tiyatrolar burada yapılıyor. Bir duvarda Kürt mitolojisini yansıtan resimler, başka bir duvarda Mem ile Zin’in resimleri var.
Küçük çocuklar birazdan başlayacak olan arbane derslerine gelmişler. Herkes Kürtçe konuşuyor. Türkçe sorduğunda bile Kürtçe cevap veriliyor.  Merkezdeki gençlerden biri bu durumu şöyle açıklıyor:
“Biz kültürümüzü dilimizi özgür bir şekilde yaşatmak için bunca yıl mücadele verdik, hala da veriyoruz. Biz hiçbir dili reddetmiyoruz. Buradaki koromuzda Türkçe şarkılar da oluyor. Hiçbir dili inkar etmiyoruz, tüm dillere saygımız var. Her dil bir insanlıktır, bir insandır. Sadece kendi dilimiz ve kültürümüzü de özgürce yaşamak istiyoruz.”
O gün Cizre’nin gençleri ve çocukları bende derin bir iz bırakmışlardı. Çocuklardan biri gitar hocalarının şehit düştüğünü söylüyor. Rojava’da savaşan abisini ziyarete gittiğinde öldüğünü ve merkezde çalışan 3 hocanın daha farklı yerlerde şehit düştüğünü öğreniyorum.  Görüştüğüm gençlerin hemen hepsi en az bir kez gözaltına alınmışlar, kimisi ise uzun yıllar cezaevinde kalmış. Nitekim merkezin sorumlularından biri olan Nudem, 16 yaşında 10 yıl ceza aldığından bahsediyor.
Türkiye bu gençlerin ve çocukların dilinde “T.C.”.
 Bunu  sorduğumda gençlerden biri : “T.C. mi diyeyim, bize düşmanlık eden devlet mi diyeyim bilmiyorum, ad bile koyamıyorum, ne diyeyim bu devlete” diye açıklıyor yaşadığı çelişkiyi.  “Zaten resmi işlemler dışında T.C. ile hiçbir muhataplığımız olamaz” diye ekliyor başka bir genç.
Devletin 90’larda Kürdistan’da tehdit yöntemlerinden biri olan kesik kuş başları, burada daha uzun yıllar devam etmiş. 2000’lerin ortalarında kurulan merkezin uzun süre bahçesine kesik kuş başları atılmış. “Güvercindi onlar” diyor küçük bir kız çocuğu. Başka bir genç ise, küçük kızı işaret ederek; “Şimdi sokağa çıksak, bir panzer çıksa şuradan, Cizreli çocuğun ruhunda vardır, eline taşı alır, atar panzere…”
Cizre’nin çocukları için panzer T.C;  T.C ise sevdiklerini, dillerini alandı.
Cizreli gencin deyimiyle “adını bile koyamadığı devlet” Cizrelilerin sevdiklerini almaya devam ediyor. En son geçen hafta 14 yaşındaki Ümit Kurt’u, bugün 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ı aldılar!
“T.C.” panzeriyle sokaklarına giremesin diye Cizreliler hendek kazıyor. Koca Türk devleti de bu hendeklerin kazılmasını ortadan kaldıracak koşulları yaratmak yerine, arada Kürt çocukları vurmayı da ihmal etmeyerek, hendeklerle savaşıyor!
Devlet barış süreci yürütecekse bu barış Diyarbakır’ın entel masalarında ilerlemeyecek sadece, Cizre’nin, Yüksekova’nın, Ağrı’nın sokaklarında “T.C” onlara ulaşamasın, daha fazla canlarını yakmasın diye hendek kazan bu gençlerden de geçecek!
Hendekle ya da hendeksiz devlet öldürmenin yolunu muhakkak buluyor!
Ölüyor, ölüyor, Cizre’nin çocukları ölüyor…
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 15.01.2015