Bugün Diyarbakır!
As published in Radikal 2 newspaper on 03/01/2010
Panzerler, Diyarbakır sokaklarının ayrılmaz bir parçası oldu.
Panzerler, Diyarbakır sokaklarının ayrılmaz bir parçası oldu.
2010 yılına girmeye 2 gün kaldı. Bugün Diyarbakır çok hüzünlü.
Öğlene dek çalıştım ofiste, öğlen arası çocuklara yeni yıl hediyesi almak için çarşının yolunu tuttum. Lise caddesinden Ofis semtine doğru uzandım. Ofis her zamanki gibi kalabalıktı, ama şehirde genel bir moral bozukluğu hissediliyordu. Bu yılbaşı Diyarbakır’da yeni yıl neşesi yok…
Yürürken birkaç çocuk etrafımı sardı, sakız satıyorlardı.”Abla sakız, abla sakız al”. Baktım onlara ; “sen okuyor musun?” Diye sordum, “he” abla dedi.
“Ne kadar bu sakız”,
“100 kuruş abla”,
“günde kaç tane satıyorsun?”
”genelde beş tane abla, ama iyi gündeysem 10 tane satıyorum”
“Ne yapıyorsun kazandığın 500 kuruşla”
“ekmek alıyorum abla…”
Baran Bingöllüymüş, ailesi zorunlu göçle gelmiş Diyarbakır’a. Baran’a ve diğer çocuklara 1’er lira verip yoluma devam ediyorum. Arkadaşlarımın “Sen böyle yaptıkça onları sokakta kalmaya teşvik ediyorsun” diyen sözlerini duyar gibiyim. Ben bir umut belki bugün bir çocuğun aç kalmasını önlerim diye her gün çocuklara para dağıtmaya devam ediyorum…
Sonunda bir oyuncakçı gördüm, dalıyorum içeri. Oyuncaklar hep plastik. “Yine bu plastikleri getirmişsiniz, gerçekleri fiyatına satıyorsunuz” diye sitem ediyorum. “Abla, gerçekleri çok pahallı, kim alacak onları Diyarbakır’da” diyor. Ben bilmiş bilmiş “iyi bir oyuncak firmasının bayiliğini getirmek ne iyi olurdu, niye bu işi düşünmüyorsun” diye devam ediyorum. “Abla, ben 18 yıldır bu işi yapıyorum, Diyarbakır’da kimde para var çocuğuna oyuncak alsın” diye beni azarlıyor haklı olarak. Baran’ı tekrar düşünüyorum, elim bir türlü iyi oyuncaklara gitmiyor, en sonunda çocuklarıma 2 tane plastik Ben 10 gözlüğü alıp çıkıyorum oyuncakçıdan. Baran hala köşede sakız satıyor.
Hızla dişçime uğruyorum karşı caddede, Ekinciler caddesinde Aynur çalıyor …
Ez heyran le le ez qurban daye rojek te,
Bexem beşer welat azad rojek te…[1]
Benim gibi asimile olmuş,Kürtçe bilmeyen bir Kürt nasıl olur da bu şarkıları anlar diye hep düşünmüşümdür. Sanırım şarkılarımız hep aynı hüzünden, ayrılıktan, savaştan ve ölümden bahsettiği için… Biran neşeli bir Kürtçe şarkı bilmediğimi fark ediyorum. Rojek te Rojek te[2]… diye mırıldanarak giriyorum dişçiye, karnım da çok aç, “burada içli köfte var, Ergani’den getirdi hastam”, diyor… “her hastam bana yiyecek bir şeyler getirir”. Ne güzel bir gelenek, umarım kaybetmeyiz diye düşünüyorum içli köfteleri yerken.
Ofise dönmeden bir de İHD’[3]ye uğramaya karar veriyorum, Elazığ caddesi üzerinden yürüyorum, nedense panzerler var caddelerde, ürperiyorum, içindekinin nişan alanında kim var diye düşünmeden edemiyorum. Büyükşehir Belediyesinin önünden geçerken kalabalığı görüyorum, herhalde bir gösteri olacak. Yürümeye devam, panzerler artıyor, ben de daha hızlı yürüyorum. İHD’nin sokağında da epey polis aracı var, herkesin bu şehirde gözetlendiğini düşünmeye başlıyorum. Derneğin camına büyük siyah bir bez asılmış. Dernek Başkanı Muharrem Bey birkaç gün önce içeri alındı. Neyse kendimi Derneğe attım, herkes üzgün, garip bir durum telaş da yok, bu sefer sanki artık tekrar ayağa kalkacak güç de yok kimsede. Belediye başkanları ve diğer arkadaşların nasıl tutuklandıklarını anlatıyorlar. Bazılarının aileleri madden de zor durumdaymış. Çocuklar perişanmış, herkes konuşuyor, ne oluyor bu ülkeye, geriye mi dönüyoruz diye, umutlar yine tükenmiş. Tutuklanan başkanların elleri kelepçeli resmini düşünüyorum, yutkunuyorum. Çok endişeliyim. Çocuklarını, çocuklarımı, sokaktaki Baran’ları düşünüyorum. Savaş bizle bitecek diye düşünürdüm, bitmedi, çocuklarımıza yetişti, çocuklarımız büyüyor, soruyorlar, sorguluyorlar, panzerlerin arasında bakıyorum başka Baran’lar sakız satıyor.
Bugün 29 Aralık 2009, Diyarbakır çok hüzünlü…
Nurcan Baysal