Kategoriler
ahvalnews Yazılar

‘Anlaşılmayan dilin’ çocukları

Geçen hafta Sur’un iç sokaklarında yürürken bir grup kız çocuğuyla karşılaştım ve onlarla sohbete başladım. Online derslere katılabiliyorlar mı, IPAD’leri ya da telefonları var mı, pandemide nasıl geçiyor günleri… Benimle konuşurken bir yandan da bana hayran hayran bakan kız çocukların bu bakışlarının nedenini konuşma ilerleyince anladım:

– Abla sen ne güzel konuşuyorsun?

– Nasıl yani?

– Türkçen çok güzel.

– Öyle mi?

– Sen de güzel konuşuyorsun?

– Yok ben senin gibi güzel konuşamıyorum, işte yani, Kürtçe yüzünden.

– Kürtçe senin anadilin, sen de onu çok güzel konuşuyorsun. Kürtçe benim de anadilim ama bak ben de Kürtçeyi güzel konuşamıyorum. Yıllardır Kürtçe konuşabilmek için ders alıyorum.

– Ben Kürtçe konuşmak istemiyorum ama.

– Neden?

– Kürtçe güzel değil.

– Kürtçe neden güzel değil?

– Ne bileyim, yani, güzel olsa okulda da her yerde de olmaz mı?

– Kürtçe’nin elbette okulda da her yerde de olması gerekirdi, ama olmaması Kürtçe’nin güzel olmadığı anlamına gelmiyor ki…

– Yok yok ben yine de güzel Türkçe konuşmak istiyorum. Türkçe daha güzel.

Berivan’ın bu sözleri yüreğimi sızlattı o gün. Berivan böyle düşünen tek çocuk değil elbet. 2014 yılında Handan Çağlayan’ın yaptığı araştırma- daha sonra  “Aynı Evde Ayrı Diller” ismiyle kitaplaştırıldı- Kürt çocukların dil algısını çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyordu. Kürtçe’nin kuşaklararası nasıl aktarıldığı daha doğrusu aktarılamadığına; ve bunun kır/kent, toplumsal cinsiyet, göç ve sınıfsal konumlar açısından nedenlerini inceleyen bu araştırmada, Kürt çocukların Handan Çağlayan’ın sorduğu sorulara verdikleri yanıtlar çok çarpıcıydı:

– Türkçe konuşanlar mı daha fakir olur, Kürtçe konuşanlar mı?

– Kürtçe konuşanlar daha fakir.

– Türkçe konuşanlar nasıl giyinir?

– Güzel giyinir. Saçları düzgün taranmıştır.

– Kot pantolon gömlek falan giyinirler. Giysileri güzeldir.

– Kürtçe konuşanlar nasıl giyinir?

– Uzun etek giyinirler. Saçları topludur.

– Başları bağlıdır. Saçları düzgün değildir.

– İngilizce konuşanlar?

– Onlar çok güzeldir.

Kürtçe üzerindeki baskılar 2000 yılları ile birlikte hem Kürt siyasal hareketinin belediyelerde iktidara gelmesi hem de açılım süreci ile hafiflemişti. Bunun dile yansımaları da pozitif olmuş, daha önceden pazarın, evin  ve sokakların dili olan Kürtçe, siyasal alanın, yerel yönetimlerin, konferansların, toplantıların, üniversitelerde çeşitli birimlerin, televizyon kanallarının dili olmaya başlamıştı. Yine de diller arasındaki hiyerarşi nedeniyle Kürt çocukların dil algısındaki değişim oldukça sınırlıydı.

Belki barış süreci devam etse, bugün Kürt çocuklar için bir şeyler değişmeye başlayabilirdi. Ancak barış sürecinin bitmesi, Bölge illerinde yaşanan şiddet, Kürtçe üzerindeki baskıların artması, dilin kullanımında pozitife giden süreci keskin bir şekilde durdurdu ve Kürtçenin kullanımında gerileme tekrar başladı.

Son beş yıl içerisinde Kürtçe dil okulları kapatıldı, Kürtçe yayın yapan gazete ve dergiler kapatıldı, Kürtçe eğitim veren kreşler kapatıldı, üniversitelerdeki Kürt dili enstitüleri kapatıldı, bırakın 40 yıl geriye, neredeyse 80 yıl geriye, 1940’lara döndük. Son 5 yılda, Kürtçe, Meclis’te X’lenen dil, kimi zaman “bilinmeyen dil” olarak kayıtlara geçti.

En son 2020 Haziran  ayında Gazeteci Ferda Yılmazoğlu ile HDP Kadın Meclisi üyesi Seyhan Çiçekli’nin yargılandığı davanın duruşmasında, kimlik tespitinin Kürtçe yapılması talebi için savcılık “anlaşılmayan bir dil” diyerek reddedilmesini istedi. Mahkeme savcının talebini kabul etti. Böylece Kürtçe devlet nezdinde “anlaşılmayan dil” de oldu. “Anlaşılmayan dil” in halkının kamu politikaları ve kamusal hizmetlerde de bir kıymeti yok elbet. Bugün Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı 6 dilde çıkardığı broşürlerle hizmetlerini anlatıyor; Fransızca, Arapça, İngilizce, Rusça, Almanca ve Farsça hizmet veriyor ama bu ülkenin en az dörtte birini oluşturan Kürt vatandaşlarının dilinde hizmet vermiyor.

Bugün 21 Şubat Dünya Anadil Günü. Ama ülkemde, doğduğum ve büyüdüğüm topraklarda, benim dilim nedense “anlaşılmıyor”. Benim jenerasyon Kürt çocuklar büyük bir “dil yarası” ile büyüdük. Dedemizi, nenemizi, hatta bazen anamızı, babamızı anlamadık. Yarım kaldık, köksüz kaldık. Okullarda dersleri anlamadığımız için “geri zekâlı” addedildik. Dilimizin kıymetsiz olduğu kafamıza  öyle bir yerleştirilmişti ki, dilimizden ve o dili çevreleyen dünyadan utandık.

Ama “anlaşılmayan dilin” çocukları olarak tüm baskılara rağmen asimile olmadık, kimliğimizden vazgeçmedik. Dilimizin yasaklanması, bizlere öğretilmemesi bu ülkeyi daha çok sevmemize neden olmadı. Dilimizin bizden alınması, bu ülkeyi daha iyi, refah bir ülke de yapmadı. Berivan da çoğumuzun 80’lerde, 90’larda geçtiği yollardan geçecek. Gün gelecek, ona ne yapıldığını, köklerinden nasıl koparıldığını anlayacak. Büyüdüğünde olur da dilinden ayrı düşmüş olsa bile, başka çocuklar ayrı düşmesin diye mücadele edecek. Ta ki “anlaşılmayan dil” anlaşılır olana dek, bu ülkede “anlaşılmayan dil” in çocuklarının diline, kültürüne, kimliğine saygı duyulana dek.