Alipaşa ve Lalebey yıkılıyor: “Sanki biri ölmüş gibi”

Alipaşa Diyarbakır’ın üzerine şarkılar, türküler, şiirler yazılmış en eski mahallerinden biri.  2010 yılında Büyükşehir Belediyesi, Sur Belediyesi ve Bakanlık arasında yapılan protokol ile Suriçi’nin bu tarihi bölgesi kentsel dönüşüm kapsamına alındı.  Sonradan Alipaşalıların boşaltmaya karşı direnişi ile geri adım atıldı ve kentsel dönüşüm projesi durduruldu. O dönem mahalledeki yapıların bir kısmı boşaltıldı ve yıkıma terk edildi. Bu boşaltılan yapılar kimi zaman mahalle için de tehlike arz etti.
Sokağa çıkma yasakları sırasında Sur’un bir kısmının yıkılmasıyla birlikte, 21 Mart 2016’da Suriçi’nin yüzde 82’si çıkarılan bir Bakanlar Kurulu kararı ile kamulaştırıldı. Bu karara karşı Danıştay’a başvurulmasına rağmen kamulaştırma itirazları kabul edilmedi.
Şimdi Alipaşa ve Lalabey mahalleri boşaltılıyor. Tam da sizlere şu satırları yazdığım bugün mahallede yıkım başlayacak. Bilmeyenler için yazayım, Bu mahalleler Suriçi’nde çatışmaların olduğu mahalleler değil. Yani, evlerde bomba kalmıştır, “kamu güvenliği”ni korumak için binaları yıkıyoruz bahanesine başvurulacak mahalleler değil.
Devlet mahalle sahiplerine evlerini boşaltmayı kabul etsinler ya da etmesinler çeşitli miktarlar da paralar veriyor. Hatta bazı mahalle sakinleri istemeseler de paranın hesaplarına yatırıldığını söylüyorlar. Avlulu geniş evler için 33.000 TL, işyerleri için 11.000 TL, daireler için 3.600 TL. ye kadar inen oldukça düşük miktarlar bunlar.
Mahallede konuştuğum fırıncı şöyle söylüyor:
“Ben 20 yıllık fırınım bu mahallede, yanımda 10 kişi çalışıyor, devlet bana 11.000 TL. veriyor ve çık diyor. 11.000 TL. ile ben ne yapayım? Bir fırın kurmanın maliyeti milyonları buluyor.  Bu kentsel dönüşüm lafı çıktığından beri zaten, son 6-7 yıldır hep zarardayız. Ben 40 yıldır bu mahallede oturuyorum aynı zamanda. Açıkçası yarın yıkıma geldiklerinde ne yapacağımı bilmiyorum. Bir de bizler buraya alışmışız. Burası hoştur. Bizi de gömsünler buraya.”
Fırıncıdan içlere doğru ilerliyoruz. Alipaşalılar sokak aralarında sohbetteler. Bu mahallelerde zaten yaşam küçelerde geçiyor. Çocuklar yakan top oynuyor. Gençler sohbet ediyor. Kadınlar kapı önünde yemeklerini yapıyor…
Bir zamanlar Ermeni ve Süryanilerin de yoğun yaşadığı mahalleler bunlar. Meryem Ana Kilisesi’nin burada. Bazı kilise kalıntıları da önüne tel örgü çekilerek koruma altına alınmaya çalışılmış.
Mahallede top oynayan çocuklarla konuşuyoruz. “Biz mahallemizden çıkmayacağız, isterlerse gelip yıksınlar” diyor içlerinden bir tanesi. Diğeri “Biz Bağlar’da ev tuttuk, gideceğiz, ama gitmek istemiyorum” diye ekliyor.

Altın efsaneleri…

Mahallenin çocukları bu yıkımın nedeni olarak Ermeni ve Süryanilerden kalan bu evlerin altında altınlar olduğunu ve devletin bu altınları almaya çalıştığını söylüyorlar. Altın meselesi son bir yıldır Diyarbakır’da şehir efsanesine dönüşmüş durumda. Sur’un diğer tarafında, sokağa çıkma yasağı sonrası yıkılan 6 mahalle için de çokça dile getirilen konulardan biri. Birçok Surlu, kendilerinin giremediği bu mahallelerde yıkım sırasında kamyon kamyon altınlar bulunduğunu söylüyor. Geçenlerde Fatihpaşa’dan çıkmak zorunda kalan bir genç, yıkım alanında bulunan bir tünele girebilmek için muska yaptırmak istediklerini ve bir muskacı aradıklarını söylüyordu. Denilen o ki tünel Ermenilerden kalan altınlara çıkarmış! Katledilen bir halkın malına ulaşmak için Tanrı’dan yardım dilenmek diye düşünüyorum. İçim sızlıyor…
O genç, muskacı buldu mu bilinmez, ama yıkımı yapan güvenlik güçlerinin kutu kutu altını götürdüğü söylentisi tüm şehre yayılmış durumda. Bu altın efsanesinin şöyle bir temeli var elbet. On yıllar önce Balıkçılarbaşı’ndaki pasaj yapılırken temelinde altın çıkmış olması, o gün bugündür belli ki Sur’u yıkmak isteyenlerin de iştahını kabartıyor.

Ne “kamu güvenliği” ne de kentsel dönüşüm adına bir şehir yıkılamaz!

Bu mahallelerin bir diğer özelliği sokak ortalarında tandırların olması, insanların günlük geçimlerini mahalleden karşılayabilmesi, dayanışmanın yoğun olması… Tandırda ekmek pişiren kadınlarla karşılaşıyoruz. Sohbet edip ekmek yiyoruz. Biraz ilerde yaşlı bir teyze bir evin önünde oturmuş, derin düşüncelere dalmış. Hatırını soruyoruz, acaba onun da mı evi yıkılacak?
“Yok, benimki yıkıldı zaten” diyor. Teyze kentsel dönüşüm ilk başladığı zaman evinden ayrılmak zorunda kalmış. Şuan önünde oturduğu ev oğlunun eviymiş. Birkaç günlüğüne gelmiş. Onun evini yarın yıkmaya başlayacaklarmış. O nedenle oğlu kapı, pencereleri sökmeye gitmiş.  Onun evi sokağın sol tarafında. “O tarafa bakamıyorum” diyor. “Kaldıramıyorum. Sanki biri ölmüş gibi, sokağın o tarafına bakamıyorum artık. İncir ağaçlarım vardı bahçemde, her bir incir kocamandı…”
Teyzenin bakamadığı tarafa doğru giriyoruz. Yıkıntı haline gelmiş evlerin yanı sıra gayet sağlam, içinde ailelerin oturduğu evler de var.  Mahallenin içindeki bir parkta piknik yapan geniş bir aileye rastlıyoruz. “Bizim birliğimizi bozmak için devlet bu mahalleri boşaltıyor, bizi savurmaya çalışıyorlar” diyor kadınlardan biri. Bir erkek “Biz birlik olsak bunlar yaşanmazdı” diye ekliyor.
Suriçi’ne bakıyorum, şehrimin kalbine, Amedlilerin kalbine, Kürtlerin kalbine… Ve gittikçe artan bir düzlük görüyorum. Alipaşa ve Lalebey’de gerçekleştirilen yıkım bu kadarla bitmeyecek. Suriçi’nin diğer mahallerine de genişleyecek. Ne kentsel dönüşüm, ne de “kamu güvenliği” adına bir şehir yıkılamaz.  Bir kentin en tarihi yeri herhangi bir şey için dümdüz edilemez. Bunun dünyada bir örneği yok.
Mahalledeki hiç kimse bu mahallelere ne yapılacağını doğru dürüst bilmiyor. Kendilerini ortada kalmış gibi hissediyorlar. Açıkçası Kürt siyasi hareketinin bu işe daha çok müdahil olmasını, Surlulara, Amedlilere bu yıkıma nasıl direnecekleri konusunda liderlik etmesini beklerdim.
Muhteşem güzellikteki Alipaşa’nın ve Lalebey’in mahallelerinde, belki de son kez görüyorum hissiyle, hüzünle dolaşıyorum. Her bir sokağı, her bir taşı, her bir evi hafızama kaydetmeye çalışıyorum. Şehitlik’te geçen çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biriydi yanı başımızdaki Alipaşa’ya gelmek, bu mahallenin dar küçelerinde oynamak, her 2 kolumu kocaman açarak, dar küçelerin 2 yanındaki duvarlara değmeye çalışmak, eğer değiyorsa parmaklarım, büyüdüğümü anlamak…
Biz büyüdük. Hayat daha güzelleşir sandık. İnsanlar yıkımın, yok etmenin ne anlama geldiğini öğrenir sandık.  Değişen bir şey yok. Sanırım en çok da içimi bu acıtıyor.
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 04.05.2017