Diyarbakır demek Sur demektir. Sur Diyarbakırlılar için sadece şehrin merkezi değil anıların da merkezidir, bir nevi Diyarbakırlıların kalbidir.
7000 yıllık bu “kalp” son 2,5 yıldır pervazsızca yıkılıyor. Sokağa çıkma yasağının 2,5 yıldır devam ettiği 6 mahalle dümdüz edilmiş durumda. Yasağın olmadığı Alipaşa ve Lalebey mahalleleri ise “kentsel dönüşüm” adı altında yıkıldı.
Sur Platformu son 1 yıldır, pek çok kurum ve kişinin sessizliğe gömüldüğü bir dönemde, Sur’daki yıkımı duyurmak, durdurmak için mücadele veriyor. Surluların sesine ses katıyor.
Platformun eş sözcüleri Büşra Cizrelioğlu ve Talat Çetinkaya ile Sur’da bir araya gelerek, Sur’daki yıkımı, bu yıkımı durdurmak için yapılanları ve bundan sonra yapılması gerekenleri konuştuk.
Mayıs ayında Sur Platformu kurulalı 1 yıl olacak. Platform kurulurken neyi amaçladınız ve bu 1 yılda neler yaptınız?
Büşra: Aslında platformun mücadele geçmişi çok daha eskilere dayanıyor ama platform adı altında bir araya gelişimiz geçen yıl Mayıs ayındaki sürece, yani Alipaşa ve Lalebey mahallerinde elektrik ve suların kesilmesi ile birlikte başlayan sürece tekabül ediyor.
Platform çatısı altında bir araya gelen tüm arkadaşların daha öncesine dayanan bir mücadele geçmişi var. Sur platformu bu mücadele pratiklerinin bir araya gelerek çatı şeklinde örgütlendiği bir yapı oldu aslında. Mayıs ayında Alipaşa mahallesinde mahalleliyi çıkartmak için elektrik ve sular kesilince, somut, pratik adımlar atma ihtiyacı duyduk.
Yasaklı 6 mahallede 2015’in Eylül ayından itibaren sokağa çıkma yasakları devam ediyor. Biz bu alana dair somut bir şey yapamadık, her zaman önümüzde bir güvenlik barajı vardı. Buna takılıyorduk. 6 mahalle kapsamında yürütülen çalışmalar bir şekilde gelip terörle mücadele kanununa dayandırılıyordu ve bizim de mücadelemizin önüne ket vuruluyordu.
Ama Alipaşa ve Lalebey’deki süreç farklıydı. Alipaşa ve Lalebey’e çatışmalar hiç sıçramadı ve dolayısıyla buradaki yıkım da çatışma eliyle yaşanmadı. İktidar buradaki yıkımı meşrulaştırmak için sürekli çatışmalar söylemini kullandı.
Ama Alipaşa’da farklı bir süreç yaşandı. Dolayısıyla mücadele alanı daha rahat oldu bizim için. Çünkü yasaklı alanda mücadele bir güvenlik barajına takılırken, burada ketsel dönüşüm adı altında bir yıkım olduğu için mücadele de daha meşru görünüyordu. Dolayısıyla biz buradan başladık mücadeleye.
Sur bir bütünsel anlam ifade ediyor. Sur’un bir mahallesini kurtarmak her mahallesini kurtarmak anlamına geliyor. Dolayısıyla yapabileceğimiz ne varsa bu 2 mahalle üzerinden söylemeye çalıştık. Bu 2 mahalle üzerinden söylediklerimizi Sur’un geneline yaymaya çalıştık.
Mayıs ayında Sur’daki yıkımın yüzü başka bir hal almaya başladı. Elektrik ve sular kesilerek insan hakkı ihlalleri yaratmaya başladı. Diğer yasaklı bölgelerde de ihlaller zaten yaşanıyordu ama bunları göremiyorduk, çünkü o mahalleler kapalıydı yasaktan dolayı. Hiçbir şekilde temas kuramıyorduk. Dolayısıyla görünür bir durumda da değildi yıkımlar. Alipaşa ve LAlebey’de iseherşey gözümüzün önünde oluyordu. Biz her gün oradaki yıkıma tanıklık ettik, yani bir bir azaldık her gün.
Alipaşa ve Lalebey kentsel dönüşüm projesinden dolayı yıkıldı. Bu süreç 2009’da başlamıştı. O dönem Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Sur Belediyesi, Diyarbakır Valiliği ve TOKİ ortaklığında yağılan bir protokol sonucu kentsel dönüşüm adı Suriçi’ne ilk defa girdi.
Ancak o dönemin koşulları farklıydı. Bizler de o dönemin eleştirisini yapıyoruz. Hiçbir şekilde kentsel dönüşüm Suriçi’ne gitmemeliydi, çünkü inisiyatif yerel yönetimlerden çıkıyor ve bakanlığın eline geçiyor. Yetki yerel yönetimlerin elinden gittikçe, buradaki yıkım ve talan da gün ve gün artmaya başladı.
Böyle bir süreçle biz Alipaşa’da mücadeleye başladık. Geçen yıl Ramazan ayı boyunca yeryüzü sofraları kuruldu, biz her akşam oradaydık. Her gün mahalledeki müdahale biçimini arttırdı iktidar. İlk başta elektriklerin kesintisi ile başladı, sonra muhtarlar aracılığı ile mahalleye kağıtlar asıldı, onaysız tebligatlar yapıldı.
Günden güne baskının dozu arttırıldı. Akabinde sular kesildi, iş makineleri alana girmeye başladı. Bizler bu sürecin hep tanığı olduk ve burada yaşayan insanların yanlarında olmaya çalıştık.
Surlular bu süreçte çok yalnız kaldılar gibi hissetmişlerdi, Platformun alana girmesi o insanlardaki bu hissi de biraz azalttı diye düşünüyorum.
Talat: Büşra’nın dediği gibi geçmişte, belediye HDP’de olduğu zaman da bunun mücadelesini verdik. Kentsel dönüşüm projesi başlatıldığında TMOOB, Mimarlar Odası, ekoloji dernekleri tepkilerini söyledi ve belediye ile birçok görüşme yapıldı. Bizler kentsel dönüşüme karşı çıkıyorduk.
Bunu, toplumsal yapıyı tasfiye etmenin bir aracı olarak görüyorduk, nitekim öyle oluyor. İktidarın bu projelerle amacı oraları tasfiye etmek. Bu bir güvenlik ve asimilasyon politikası aynı zamanda. Bunları anlatamadık ama bizim kurumlara.
Savaş süreci ile birlikte devlet artık her şeyi, tüm kurum ve yapıları, sivil toplum kuruluşlarını baypas ederek alana çok hızlı bir girdi. OHAL’le birlikte sivil toplum da kapatılmıştı. Ama TMOOB, KESK, Ekoloji hareketi gibi bu tartışmalara daha yatkın kurumlar hemen örgütlenebildik.
Büşra: O dönem devlet sadece Sur’a yönelmiyordu. Çok ağır baskıların olduğu bir süreçti. KHK’lar ile işten atılmalar oldu, belediyelere kayyumlar atandı, burada muhalif tüm gruplar kapatıldı, kadın örgütleri kapatıldı, yerel gazete neredeyse kalmadı, bilgi alma hakkı gasp edildi. Benzer şekilde tüm hayatlara bir müdahale ve baskı durumu söz konusuydu. Bu da her alandaki toplumsal muhalefeti bir şekilde etkiledi.
Sur’da yaşanan çatışmalı süreçte de, halk sürekli Sur’a yürümeye çalışılıyordu ve ama her eylemde birileri öldü, her eylemde gözaltılar yaşanıyordu. Her sokağa çıkan bir anlamda susturuldu. Kentin üzerinde çok büyük bir baskı vardı. Böyle bir baskı ortamında muhalefet yürütmek zordu.
Aslında bu dönemde siyasi partiler ve sivil toplumun halkla biraraya gelmesinin yolları da kesildi.
Büşra: Biz Platform olara bir manifesto çevresinde toplanmadık, çok spontane gelişti. Acil birşeyler yapmalıyız, orada bir tarih yok ediliyor dedik. İnsanlığa mal olmuş bir kültür alanı her şeyi ile, taşıyla, toprağıyla, insanıyla, sokağıyla yok ediliyor. Acilen bu yıkımı durdurmak için biraraya geldik, o insanların sesi olmaya yönelik kaygılarla bir araya geldik.
Sur’da 6 mahalle sokağa çıkma yasakları nedeniyle, Alipaşa ve Lalebey’in bir kısmı ise kentsel dönüşüm nedeniyle yıkıldı.
Toplamda alan olarak bakacak olursak Sur’un ne kadarı yıkıldı?
Talat: Sokağa çıkma yasağının devam ettiği 6 mahallenin %72’si, Alipaşa’nın hepsi, Lalebey’in de %5’i yıkıldı. Bu yıkılan alan, Sur’un alan olarak yarısına tekabül ediyor. Kentsel dönüşüm alanı olarak 11.5 hektarlık bir alan var, hepsi yıkıldı.
Kentsel dönüşüm projesi kapsamındaki tüm alan yıkıldı ise, bu şu anlama mı geliyor? Yıkım devam etmeyecek çünkü hepsi yıkıldı ve bitti. Yoksa kentsel dönüşüm projesini genişletebilirler mi?
Büşra: Proje kapsamındaki tüm alan zaten yıkıldı. Sur 1980’lerde tescillenmiş kentsel sit alanı. Ama akabinde şöyle bir süreç de yaşıyor, 2012’de burası afet riskli alanı ilan edilerek, 6306 sayılı kanun kapsamında alınıyor. Bu kentsel dönüşümün dayandırıldığı temel kanun. Dolayısıyla bu kanun olduğu sürece, buralar bu kanun gerekçe gösterilerek risk alanı ilan edilip, yıkılabilir.
21 Mart 2016 Newroz günü, bu sefer Sur’un yüzde 82’si kamulaştırıldı. Kamulaştırma henüz uygulamaya geçmedi, son durum nedir bununla ilgili?
Büşra: Süreç devam ediyor, TMOOB olarak yaptığımız başvurular oldu. Yine benzer kentsel muhalefet yürüten bazı organlar olarak bir iptal davası açtık ama dava açma ehliyetimiz olmadığı gerekçe gösterilerek davamız reddedildi.
Dava açma ehliyetini mülk sahibi olmak ya da burada haklar bağlamında bir sahiplik durumuna göre tanımlıyorlar. Bizler kurumlar olarak Sur’da mülk sahibi olmadığımız için taraf olamayacağımız gerekçe gösterildi.
Bir tek Mimarlar Odasının mülkü vardı, onların da davası devam ediyor. Bir de o dönem 750’ye yakın aile kamulaştırmanın iptali için başvurdu, o davalar devam ediyor hala. Bu ailelerin bir kısmına cevap geldi, bir kısmı toplu başvuru yapılmıştı, usulden bozdular.
Tek tek başvuru yapılması gerektiği gerekçesi ile geri gönderildi dosyaları. Tek tek başvuru yapanların da bir kısmına olumsuz cevap geldi. 30’a yakın aile şuan Anayasa Mahkemesine başvurdu. Ancak avukatlar Anayasa Mahkemesinden de geri döneceğini düşünüyorlar.
Yıkım alanına yeni evler yapılıyor. İnce bir bazalt kaplamadan, garip villalar yapılıyor. Şehirde iş dünyası dâhil kimse iktidarın bu alandaki projesini ya da ne yapmak istediğini bilmiyor, siz biliyor musunuz?
Talat: Aslında kimse bilmiyor, onlar kendileri de ne yaptıklarını bilmiyor. Bildikleri tek şey yıkacağız, yok edeceğiz, sonrası nasıl olursa olsun diye düşünüyorlar. Zaten o alanda sürekli bir şeyler yapıp, bu olmamış deyip, tekrar yıkıyorlar.
Alipaşa’da kaç kez gördüm evi yapıyor, kemer yapıyor, diğer gün gidip bakıyorsun yıkmış, sonra bir daha başka bir şey yapıyor. Amaçları orayı bozmak, yerine ne olursa olsun. Zaten herkes dalga geçiyor. Bir de Diyarbakır’ın tarihi evlerini yeniden inşa ediyoruz diyorlar. Tarih nedir, onu bile bilmiyorlar.
Büşra: Koruma amaçlı imar planında Diyarbakır’da inşa edilecek geleneksel konutların her bir ayrıntısına kadar tanımı mevcut. Mesela kemer nasıl olacak, dış cephesi nasıl olacak… gibi. İktidarın bugüne kadar diline pelesenk ettiği şey biz bu evleri plana uygun yapıyoruz idi.
Bizler bu yapılarda koruma amaçlı imar planına hiç bir şekilde uyulmadığını fark ettik ve dava aşamasına taşıdık. İktidar hemen akabinde evlerin inşaatını durdurdu, plan notlarını değiştirdi. İktidar şunu söylüyor: Olabilir yanlış yapabiliriz, biz yanlış yapsak da yasayı bu yanlışa uydururuz. Düşünün planı değiştirip yaptığı yapıya uyduruyor, böylesi hukuksuz bir süreç yaşanıyor.
Bu yıkım alanındaki projeleri yapan şirketlerden biri de Yöre Mimarlık isminde bir şirketmiş, dün röportajını okudum. Ortaklarından biri eski AKP vekili Mine Lök Beyaz. Burada belli ki ciddi bir rant da var. Röportajda yeni Sur’u nasıl yaptıklarını anlatırken, güvenlik amacını gözettiklerini açık açık söylüyorlar.
Büşra: Şehir Plancıları Odası olarak koruma amaçlı imar planının revize edilmesini dava aşamasına taşıdık. Bu plan Sur’un geleneksel dokusunu korumaya yönelik bir plan. Ama şimdi plana aykırı olarak bu alanda 20-25 metre genişliğinde yollar yapıldı, 6 tane de karakol inşa ediliyor.
Bu karakolları birbirine bağlayan geniş yollar tasarlandı. Dava sürecinde bilirkişi incelemesi talebinde bulunduk ve bilirkişilerle beraber keşfe gittik. Ben ilk defa o zaman 6 yasaklı mahalleye girdim.
O keşif boyunca sürekli bakanlıkla çatışma yaşadık. Ben bakın tescilli yapılar var burada hala ayakta duran, şimdi yeni yapılan plan yol üzerindeki tüm tescilli yapıların yıkımını öngörüyor, bunlar tescilli yapılar, korunması gerekiyor diyorum. Koruma Kurulu Müdürünün söylediği şey şu: “Tescili koruma kurulu koyar, gerekirse de kaldırır.” Yaklaşımları bu.
Bu yeni evlerin 500-700 bin TL. arasında satışa çıkacağı söyleniyor.
Büşra: Alipaşa’da 57 tane villa projesi yapıldı, sadece ilk etapta 57 villa. Ben o dönem şantiye şefi ile gidip görüştüm, ne yapılacak diye, kimisi ev, kimisi butik otel olacak dedi. 2018’in Aralık ayında bitirilmesi hedefleniyormuş.
Bu evler insanlardan ağır hasarlı olarak, yıkım maliyeti de insanların üstüne yüklenerek ve hasar bedeli katsayısı en düşüğünden gösterilerek hesaplanıp alındılar.
Yeni yapıları da en yüksek mimari katmandan yaparak satışa sunuyorlar. Dolayısıyla arada 5 kat bir fiyat farkı oluşuyor. O nedenle burada yaşayan insanların bu evleri alması mümkün değil.
Surlular bu evleri alamayacak ama ben imkânı olan Diyarbakırlıların da o evlerde gidip oturacaklarını sanıyorum, kim oturacak?
Büşra: Muhtemelen bir müddet sonra çoğu işyeri olacak. Ankara Kaleiçi’nde yaptılar. Kaleiçi artık yaşayan bir mekân değil, sadece gündüz nüfusun olduğu, birkaç turistin gelip gezdiği bir yer oldu.
Asıl nüfus tamamen tasfiye oldu oradan. Biz de zaten bunu söylüyoruz iktidara. Sizin yaptığınız hamlelerle Sur, Sur olmaktan çıkıyor. Sur’daki yaşamı bitiriyorsunuz. Bu evlerde gelip oturamayacak insanlar.
Dolayısıyla yarın öbür gün bunu ticari mekâna dönüştürmek için meşruiyet zemini yaratmış olacaklar.
Sokağa çıkma yasağının devam ettiği yerlerde yağma yapıldığı haberleri çok çıktı. Ermeni Kilisesi Vakfı da birkaç kez açıklama yaptı. Nitekim çarşıda o bölgeden çıkarılan bazı şeylerin satıldığını da görüyoruz. Bir yağma ve yağmanın ticareti söz konusu. Aslında tarih satılıkta. Bunla ilgili sizin bilginiz var mı? 2,5 yıldır yasak sizce neden devam ediyor?
Talat: Artık yasaklı alanı Surların üstüne çıktığımızda görüyoruz da.Yasağın bir mantığı yok. Bu nedenle ister istemez farklı şeyler akla geliyor, şehir efsaneleri artıyor. Oralarda hazineler, gömüler var, onlar çıkarılıyor… gibi.
Tarihi bölge sonuçta, her şey olabilir. Yasağın bir diğer devam nedeni de, katliamlarla ilgili hala yok etmedikleri deliller olabilir. Alipaşa da yıkılıyor, ama yasak yok. Hem yıkılıyor hem inşa ediliyor. Bu 6 mahalle de böyle olabilirdi.
Gerçekten de bu yasak neden devam ediyor, kimsenin aklı almıyor. Tarihi eserler zaten gözümüzün önünde satılıyor. Bir sabah bakıyoruz tarihi taşlar, kapılar yığılmış, diğer sabah gidiyorsun taşlar, kapılar yok.
Büşra: Ben devletin, insanların anılarıyla yüzleşmelerinden korktuğunu düşünüyorum, çünkü henüz yüzleşme olmadı. Yani insanlar gidip enkazlarını görmediler. İnsanlar gidip evlerine veda edemediler, gidip kalan eşyalarını alamadılar.
İnsanlar o kayıpla yüzleşemedi, çok büyük bir birikmiş acı var şuan açığa çıkmayan. Ailelerin çoğu geri dönüşü bekliyor. Hala umutları var. Ve hala onların gözünde o yaşam alanları onlara ait, bizim gözümüzde de öyle. Dolayısıyla bence devlet bu yüzleşmeden korkuyor.
O nedenle Sur’u kısmi açarak, yavaş yavaş, parça parça açarak insanların bu duygularını kontrol etmeye çalışıyorlar. Bu şekilde toplumdaki refleksi minimalize etmeye çalışıyorlar.
Sur’dan çıkan 30 binden fazla insan nereye gitti?
Büşra: Önceki süreçlerde yaşananlar gibi dışarıya bir göç olmadı. İnsanlar burada kaldılar, kimisi bir mahalle ötesine gitti, kimisi Surdan ayrıldı ama, hemen Sur dibinde başka yere taşındı. Öyle çok uzağa giden olmadı. Genelde içte bir göç yaşandı.
Sur Platformu olarak herkesin sessizliğe gömüldüğü bir dönemde siz ses çıkarıyorsunuz. Baskılar olmuyor mu?
Talat: Bireysel olarak hepimize soruşturmalar açıldı. Bir hafta önce mesela beni yine çağırdılar bir dosya koydular önüme, şu eylemlere katılmışsın diye, platformun çalışmaları da vardı işin içinde. Büşra’nın da platform çalışmalarından açılan soruşturmaları var. Mahalledeki ailelere de çok ciddi baskılar oldu, ozellikle evlerden çıkarılma döneminde çok tehdit edildiler. Kaymakam, emniyet müdürü bile aradı aileleri.
Büşra: Mahallede aileleri tehdit ediyorlardı bizden sonra, niye onlara su verdiniz diyorlardı. Mahalle bizi çok sahiplendi, yoksa orada rahat rahat kalamazdık. Bizim mahallede olduğumuz süreçte etrafımızda hep bir akrep, toma, gözaltı aracı vardı. Bir dönem mahallede nöbet kararı almıştık, müsaade etmediler, biz de evlerde kaldık. Bizim orada olmamız ilk başlarda müteahhitlerin alana girişini engelledi.
Bu müteahhitler kimler, yerel firmalar mı?
Dışarıdan firmalar ama yerel taşeronları var.
Alipaşa yıkıldı, Sur Platformu bundan sonra ne yapmayı planlıyor?
Talat: Şuan platform hukuksal süreci toparlamaya çalışacak, daha profesyonel bir yapı oluşturmaya çalışıyoruz. Bir de raporlarımızı uluslararası kuruluşlar ve mahkemelere sunuyoruz, bu devam edecek. Yapılan bu evler bu mahalleden çıkan ailelere verilsin diye uğraşacağız. Diğer tüm ailelerin de geri dönmesi söylemine devam edeceğiz.
Büşra: Sur’da 1 yıllık mücadele pratiği yaşadık. 1 yıl deyince kısa geliyor kulağa ama dolu dolu geçen bir yıldı. Bu 1 yıl içerisinde mücadeleyi başka yönlere evriltmek durumunda kaldık. İlk başta elektrik ve su kesintilerine karşı acil müdahale etmek için girdik. Suç duyurularında bulunduk, savcılığa gittik.
Sonraki süreçte şiddet arttı. Bir ara Alipaşa tamamen polis bariyerleriyle çevrilmişti. O dönem oradaki insanlar dışarı çıkmaya korkuyorlardı, çıkarsam bir daha evime giremem diye. Çok hak ihlalleri yaşandı. Çocuklar eğitim haklarından oldular, sular kesildi, tankerle su verildi, çocuklar zehirlendiler, başka okullara gitmek zorunda kaldılar, gittikleri okulda ayrı bir sosyal dışlanma durumu yaşadılar…vs.
Biz her dönem mücadeleyi biraz daha direngen tutmaya çalıştık. Bir dönemin mücadele ruhu sürekli mahallede olmaktı, çünkü insanlar vardı ve direniyorlardı. Ama evlerin içinde insanlar yaşarken bile kolonlara kepçe vurarak insanları çıkardılar.
Artık son noktada çıktı insanlar, bıçak kemiğe dayandıktan sonra çıktılar. Onlar çıktıktan sonra biz de daha çok raporlamaya geçtik, bir yandan da hukuk ayağını işletmeye çalıştık. İnanılmaz bir şekilde hukuksuz bir süreç işledi, dava süreçleri devam ederken insanların evleri yıkıldı.
Bir yandan hukuki süreci işletmeye, bir yandan diplomasi çalışması yürütmeye çalıştık, bir yandan sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanmaya çalıştık, buradaki insanların sesi olmaya çalıştık. Ulusal ve uluslararası çapta etki uyandırmaya çalıştık. BM’ye birçok rapor yazıldı, sunumlar yaptık. UNESCO’ya defalarca çağrılarda bulunduk, mektuplar yazdık.
İstanbul’da bizimle eşzamanlı çalışma yürüten, Surla Dayanışma Platformu kuruldu, onların çok destekleri oldu. Avrupa temsilciliğimiz var.
Bir arşivleme yapmaya çalıştık, bu kısa tarihin, belleğin hafızasının oluşması adına. Bir yayın çalışması başlattık şimdi, geçmişte neler yaşandı, unutmamak için yazmaya çalışıyoruz. Bu süreçte kentin birçok bileşeninin katkısı oldu.
TMMOB, DİSK, KESK, Eğitim Sen’in ve sizin Sur’un sesini duyurmada çok katkınız oldu. Burada çok kollektif şekilde mücadele ettik. Hepimiz hayatları Sur’a değmiş insanlarız. Ben İskenderpaşalıyım. Babam orada doğup büyümüş. Dolayısıyla ayrı bir aidiyet hissediyoruz buraya ilişkin. Kendimize ait olanı savunuyoruz, en meşru hakkımız bu.
Seçimler geliyor. Surlular mekân değiştirdiler, oy kullanmalarında sizce bir sıkıntı olacak mı? İktidar Diyarbakır’daki seçim propagandasında en çok Sur’u işliyor. Bu seçimler Sur’a ve Surlulara bir şey vaat ediyor mu?
Talat: Türkiye 100 yıllık bir baskıcı, tek tipleştirici bir devlet, ekseni bu. Bu seçimden sonra da değişmez. Ama seçimler durduğumuz yeri, iradeyi göstermek açısından önemli. İktidar Sur’u temizledik, Sura altyapı götürdük diyor. Sadece ekonomi ile işleyen bir kafaları var. İnsanların kendi kimliklerinden, özgürlük mücadelelerinden vazgeçeceklerini hiç sanmıyorum. Oy kullanma meselesi nasıl olacak onu bilmiyorum. Çünkü şuan Surluların çoğunun adresleri ortada yok.