Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Barış Akademisyenleri: Barış istemenin haklılığı

2015 Eylül’ünde çatışmaların ve sokağa çıkma yasaklarının başladığı dönemde en çok hissettiğim duygulardan biri yalnızlığımız ve batının bizi duymadığı hissiyatı idi. Dört-beş ay sonra Ocak 2016’da bir grup akademisyenin imzaladığı Barış Bildirisi bu hissiyatımın kırıldığı ve kardeşliği tekrar hissettiğim bir an olmuştu benim için.

Evet, Türkiye’nin batısı burada yaşananların farkındaydı ve bir ses veriyordu, bize elini uzatıyordu ve en önemlisi de gelecekte birlikte yaşayabilmek ve barış için bir sorumluluk üstleniyordu. Barış Bildirisi benim gibi sokağa çıkma yasakları ve çatışmanın olduğu illerde yaşayan insanlara bir nefes olmuştu, bir güç olmuştu.

Ama bildiri, imza atan hocalar için birçok kötü şeyin de başlangıcı oldu. Siyasilerin hedef göstermesi sonucu Barış Akademisyenleri’ne yönelik linç kampanyası başlatıldı.  Bildirinin yayınlanmasından bir gün sonra, Yeni Şafak Gazetesi “PKK’nın suç ortakları” manşeti ile çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün Barış Akademisyenleri’ni “ihanet” içinde olmakla suçladı.

YÖK Genel Kurulu basın duyurusu yayınlayarak,  “terör destekçiliğinin hiçbir şekilde hafife alınmayacağını” söyledi. Bu linçe bazı üniversite yöneticileri, meslektaşları da ortak oldu. Türkiye İçin Akademisyenler adıyla bir karşı imza kampanyası başlatıldı. Ertesi gün Akşam Gazetesinin manşeti “Aydın müsveddesi karanlıklar” idi.

Ve savcılıklar harekete geçti.  Bazı akademisyenler hakkında yakalama kararı çıkarıldı.  Kocaeli, Bursa, Bolu, Erzurum, Düzce ve Zonguldak’ta imzacı akademisyenler gözaltına alındı. Üniversitelerde idari işlemler başlatıldı.

Irkçı grupların tehdit ve tacizlerine maruz kaldılar. Kimisinin kapısına tehdit mesajları bırakıldı. Disiplin soruşturmaları başlatıldı. Barış Bildirisini bin 128 akademisyen imzalamıştı. İktidardan tehditler gelince geri adım atılmadı, hatta imzacı sayısı 2 bin 212’ye çıktı. 406 Barış Akademisyeni işinden atıldı.

İşten atılmayanların da kimisi açığa alındı, bazıları yurtdışına gitmek zorunda kaldı, bazıları ise çıkış yasağı konulduğu için bunu da yapamadı. Kimisi ailesinden oldu, kimi sevdiklerinden. Türkiye’de herhangi bir yerde iş bulmaları imkânsız hale getirildiler.

2017 yılında Barış Akademisyenleri’ne ağır ceza mahkemelerinde TCK Madde 301 (Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve devletin yargı organların alenen aşağılamak) ve TMK Madde 7/2’den (terör örgütü propagandası yapmak) davalar açılmaya başlandı. İki yıldır davalarla boğuşuyorlar. Her hafta, neredeyse her gün barış akademisyenlerinin duruşmaları var.

Bu akademisyenlerin çoğuna 15 ay hapis cezası verildi ve hükmün açıklaması geri bırakıldı. Bazı akademisyenler hükmün açıklamasının geriye bırakılmasını kabul etmeyerek istinafa gittiler. Ancak bu davalarda da hukuk yanlı davrandı.

Davalar sadece bildiriye imza atılmasına ilişkin açılmasına rağmen Gencay Gürsoy, Şebnem Korur Fincancı gibi bazı hocalara 30 aya yakın cezalar verildi. Dört gün önce ise ilk kez bir mahkûmiyet kesinleşmiş oldu. Barış akademisyenlerinden Füsun Üstel’e verilen bir yıl üç ay hapis cezası istinaf mahkemesinde kesinleşti.

Barış Akademisyenleri’nin çoğunun mahkeme savunmalarını okuyorum ve açıkçası böyle hocalara sahip olduğumuz için ne kadar gurur duyduğumu söylesem az kalır.

Ama beni en çok etkileyen ise adliye koridorlarından gelen fotoğrafları ve görüntüleri. Bu yazıyı biraz da bu nedenle yazmak istedim. Fotoğraflarda her birinin gülümsediğini görüyoruz.

Dayanışma içindeler. Mahkemelerde asla yalnız değiller, kalabalıklar. Fotoğraflarda gerginlik, endişe değil, gülen yüzler var. İşte Barış Akademisyenleri’nin o gülen yüzlerini gördüğüm zaman, bu barış istemenin verdiği haklılığın yüze yansıması diye düşünüyorum.

Barış talebi ile bir araya gelen bu akademisyenler linçler sırasında pes etmedikleri gibi, uzun dava süreçlerinde de pes etmediler.  İşten atılınca da pes etmediler. Üretmeye, yazmaya, insanları aydınlatmaya devam ettiler.

Mersin’de barış bildirisine imza attıkları için KHK ile ihraç edilen akademisyenler hem kütüphane hem de kafe olan Kültürhane’yi açtılar. Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen 19 barış akademisyeni ise Kocaeli Dayanışma Akademisi’ni (KODA) kurdular. KODA bir yıl önce dernekleşti. Türkiye’nin ve dünyanın birçok köşesinde farklı şekillerde üretmeye devam ediyor bu hocalarımız.

Tüm yaşadıklarına rağmen atıl insanlar durumuna düşmediler. Barış talebinde ısrar ettikleri gibi, doğru bildiklerini geliştirmeye, söylemeye de devam ettiler. Barış talep eden diğer gruplarla buluştular. Bugün Türkiye’de ve dünyada barış talebinin olduğu kadar bilimsel üretimin de güçlü sesleri olmaya devam ediyorlar.

Barış istemenin haklılığı ve barışta ısrar, Türkiye’nin bu karanlığında, geleceğe hala umutla bakmamızı sağlıyor.