1996’dan bugüne, Kürdün otobüsünü taşlamak!
1996 yazıydı. Ankara’da öğrenciydim. Her tatil fırsatında olduğu gibi okul kapanır kapanmaz ilk işim memleketim Diyarbakır’a dönmekti. Diyarbakır firmalarından birinden biletimi aldım ve hep annemin tembihlediği gibi 1 numaralı koltuğa oturdum. Ankara’dan otobüs hareket edeli henüz birkaç saat olmuştu ki, otobüsümüz Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinde karşıdan gelen araba ile çarpıştı. Arabaya önden çarpmıştık. Otobüsün ön camları benim gibi ön koltuklarda oturanların üzerine yığılmıştı. Çarptığımız araçtaki 2 kişi olay yerinde ölmüştü, otobüsteki insanlar çığlık çığlığaydı.
Şereflikoçhisar’ın ana yol güzergâhında yaşandığı için kaza, bir müddet sonra ilçeden insanlar otobüsün başına toplandılar. Otobüsteki insanların çoğu ağlıyordu, bir kısmı da şoktaydı. Otobüste 8 aylık hamile Urfa’ya gelin gitmiş bir Alman kadın ve birçok küçük çocuk vardı. İnsanların bize yardıma geldiğini düşündük. Henüz üzerimdeki cam kırıklarını bile toplamamıştım ki, birden kafama bir taş geldi, sonra bir taş daha… Otobüste bir ses duydum “yere yatın” diye… Bize yardıma geldiğini düşündüğüm ilçe sakinleri, meğer bizi taşlamaya gelmişler! Otobüsün üzerinde “Diyarbakır” yazısını gören bir grup Şereflikoçhisarlı bizi taşlıyordu. Kendimizi koruyacak durumda değildik. Otobüsün kazadan sağlam kalan diğer camları da gelen taşlarla kırılıyordu. Birkaç kişi taşlardan yaralandı.
Otobüste soğukkanlığını koruyan bir iki kişi, o dönemler çelikten yapılan, her sıranın ucunda olan çöp kutularını tek tek çıkarıyor, başımıza geçiriyorlardı. Bir müddet sonra dışarıdaki kalabalıktan “yakalım” sesleri gelmeye başladı. Yanımdaki arkadaşım şoförle kavga ediyordu, şoföre burayı hızla terk etmesini söylüyordu. Ama şoför de şoktaydı. 2 kişi ölmüştü. Ölüler hala yerdeydi, ve gitmek istemiyordu. Otobüste ciddi yaralanan var mı yok mu bilmiyorduk, sadece karanlık, çığlık ve dışarıda bizi linç etmek isteyen, yakmak isteyen bir güruh vardı.
Kısa bir müddet içerisinde polis aracı geldi. Otobüsü taşlayanlarla konuşmaya çalıştılar, bir polis kafasına taşı yiyerek yaralandı. O sırada sıkı sıkıya kapattığımız otobüsün kapısını hızla açtık, yaralı polis otobüse girdi. Polis ve otobüstekiler şoförü ikna ettiler, o sırada gelen jandarmanın da desteğiyle otobüs alandan çıkarıldı ve Şereflikoçhisar’ın küçük karakolunun bahçesine park etti. Ön koltuklarda oturan görgü tanıkları olarak bizlerin ve şoförün kazaya ilişkin ifadeleri alındıktan sonra, otobüsteki diğer 40 yolcu gibi karakolun küçük bahçesinde beklemeye koyulduk.
Henüz 1 saat geçmişti ki, bu sefer ellerinde bayrak ve taşlarla bir grup karakolu bastı. “Teröristleri bize verin” diye bağırıyorlardı. Uzun uğraştan sonra polisler ve jandarma grubu uzaklaştırmayı becerebildiler. O dönemler cep telefonu yaygın olmadığı için, karakolun telefonundan otobüsteki birkaç yolcu Ankara’dan Bölge milletvekillerine ulaşmaya çalışıyorlardı. Herkes korkmuştu, sabaha kadar Şereflikoçhisar’da kalamazdık, bizi öldürebilirlerdi. Ancak buradan çıkmak için yeni bir otobüs gerekiyordu, yeni otobüs de bir türlü gelmiyordu. Telefonla konuştuğumuz otobüs firması üzerinde Diyarbakır yazan başka bir otobüsü daha Şereflikoçhisar’a yollamak istemiyor, zaten ilçeye sokulmayacağını düşünüyordu.
Saatler geçti, sabaha doğru, insanlar uyanmadan ilçeden çıkmanın daha iyi olacağı söyleniyordu ama 40 kişiydik ve 40 kişiyi alabilecek kapasitede bir otobüs ilçede bulmak çok zordu. En sonunda emniyet Şereflikoçhisar’dan daha ufak bir otobüs buldu, 40 kişi tıkış tıkış yerlere oturarak, bu küçük otobüsle ilçeden ayrıldık. Saatler sonra Diyarbakır’a geldiğimizde, haberi duyan ailelerimizin otogarda bizleri bekliyordu.
O gün sıradan insanların nasıl canilere dönüşebileceğini gördüm. Caniliklerini ellerindeki bayrakla örtmeye kalkmışlardı. O gün bugündür Şereflikoçhisar’dan geçmem! O gün bugündür elinde bayrak olan insanlardan korkarım! O gün bugündür kendilerine “vatansever” diyenlerden uzak dururum!
İçinden geçtiğimiz bugünler, bana 1996 yazını hatırlattı…
Geçen hafta yakılmaya çalışılan, taşlanan Diyarbakır otobüslerine ilişkin haberleri izleyince, 19 yıl sonra bu ülkede bir arpa boyu yol kat edilmemiş olmasını görmek canımı yaktığı gibi, bu ülkeye ilişkin umutsuzluğumu da arttırıyor.
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 23.09.2015