Yıl 2016, Türkiye, bir cenaze hikâyesi

Yıl 2016, Türkiye, bir cenaze hikâyesi

29 gün Diyarbakır Suriçi’inde cenazeleri yerde kalan İsa Oran ve Mesut Seviktek’in hikâyesi bu.
Öncelikle şunu söyleyeyim; bu yazıyı yaşananlar kayıt altına alınsın diye yazıyorum, 2016’nın Türkiye’sinde yaşananlar unutulmasın, tarih kaydetsin diye yazıyorum!
İsa Oran’ın babası Mehmet Oran ve Mesut Seviktek’in abisi İhsan Seviktek ile 30 Aralık 2015 günü  tanıştım.

O gün Diyarbakır’a gelen bir gurup aydın, sanatçı, çeşitli meslek guruplarından 106 kişiden oluşan Barış Savunucuları’nın programını yerelde organize ediyordum. Bir genç kız yanıma geldi, ağlıyordu. Suriçi’nde iki cenazenin yerde olduğunu ve ailelerinin perişan olduğunu söyledi ve yardımcı olmamızı istedi. Programa ekleme yaparak, o gün Barış Savunucuları’nın Diyarbakır toplantısında ailelerin yaşananları anlatmasını sağladık ve yine aynı gün bir grup aydın, Diyarbakır Valisi’ni ziyaret ederek cenazelerin yerden kaldırılması için destek istedik.

Bundan sonra yaşananları özetleyeyim. Ailelerle neredeyse her gün görüştüm, zaten hemen birkaç gün sonra aileler İHD Diyarbakır şubesinde açlık grevine başladılar. Bu arada bir yandan konuyu gündeme taşımaya çalışırken[1], bir yandan da  İHD Diyarbakır Başkanı Raci Bilici ile aşındırmadığımız kapı kalmadı. Kurumlar arasında mekik dokuduk. Cenazelerin Yavuz  Sultan Selim Okulu’nun bahçesinde olduğu ve oraya güvenlik güçlerinin giremeyeceği, oranın hendeklerin arkasında bulunduğu belirtildi. En son yaklaşık 10 gün önce Diyarbakır Valisi ile tekrar görüştük, sokağa çıkma yasağına 2 saatlik  ara verilmesini, bu arada özel timlerin çekilmesini ve belediye cenaze aracı ile birlikte aileler ve sivil toplumdan oluşturulacak bir heyetin alana giderek cenazeleri alabileceği bir plan üzerinde anlaştık.
Bu arada 2 hafta önce Ankara ziyaretimizde Sayın Ahmet Davutoğlu ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya da durumu ilettik.
Ondan sonra yaşananları basından biliyorsunuz zaten. 12 Ocak günü sokağa çıkma yasağına 2 saatlik bir ara verildi. Özel timlerin çekileceği söylenmesine rağmen, heyet Suriçi’ne gittiğinde, yüzlerce özel tim etraftaydı, daha sonra çatışma yoğunlaştı ve aileler cenazeyi alamadan Suriçi’nden döndü.  O gün güvenlik güçlerinin ailelere ve giden heyete söylediği bir bilgi ise beni ve birçok kişiyi şaşırttı. Meğer zaten cenazelerin bahçesinde bulunduğu okulun içinde de özel timler varmış. Yani aslında cenazeler baştan beri özel timlerin bulunduğu mekânda imiş!
Ailelerin açlık grevi devam ederken, 2 gün önce, savcılık Diyarbakır İHD’yi arayarak, cenazelerin getirildiğini, morgda olduğunu ve teşhis için ailelerin morga gelmesini söylüyor.
Parçalanmış cenazeler
Baba Mehmet Oran ve abi İhsan Seviktek cenazeleri teşhis etmek için morga giderler.
Bundan sonrasını baba Mehmet Oran’dan dinleyelim:
“Savcılık ‘Sen gitme, morga girme bayılırsın’ dediler, ben de ‘Sizin vahşetinizi görmek için ayakta duracağım’ dedim. Morga girdim. Oğlumun kafası yerinde değildi, yakılmış, bir kimyasal madde dökülmüş gibi… Karnı deşilmiş, bağırsakları dışarıdaydı, paramparçaydı, et parçaları koparılmıştı, sanki bir hayvan koparmış gibi, oğlumu bir kolundan tanıyabildim, oğlumu paramparça etmişler”.
25 Yaşındaki Mesut Seviktek’in cenazesinde ise yüzlerce kurşun var. Abi İhsan anlatıyor:
“Kardeşim zaten kafatasından ve göğsünden aldığı yara ile şehit oluyor. Sonra üzerine yüzlerce kurşun sıkmışlar. Yüzü tanınmayacak hale gelmiş. Bir ölüyle böylesine uğraşmak ne demektir? Bunu yapmakla Türkiye’nin sorunu çözülmez, Kürt sorunu çözülmez.”
“93’te Lice’den nasıl bir kaşık almadan çıktıysak, 2015’te Sur’dan da öyle çıktık”
Doğrusu şaşkınım, kızgınım, öfkeliyim ve acı içindeyim. Birebir içinde olduğum, günlerce alınması için uğraş sarf ettiğimiz bu iki cenaze eğer baştan beri güvenlik güçlerinin elinde ise ya da alabilecekleri bir yerde ise neden bizi uğraştırdılar, neydi amaçlanan, doğrusu hala anlam verebilmiş değilim. Aileler baştan beri cenazelerin devletin elinde olduğunu düşünüyorlardı zaten, ben ne kadar naifmişim! Hangi sokaktan nasıl getirilebileceğinin planlarını yaparken, tamam bugün alınacaklar diye her gün içimde bir umut beklerken ne kadar naifmişim! Kamunun kapısını günlerce  aşındırırken ne kadar naifmişim!
İhsan Bey şöyle diyor:
“Biz baştan beri size söyledik, cenazeler bu devletin elinde diye. Biz ilk günden beri cenazelerin orada yattığını biliyorduk, çünkü Suriçi’nde oturuyoruz, komşularımız, arkadaşlarımızla telefonlaşıyorduk, cenazeler okulun bahçesinde, okula da özel timler yerleşmiş diyorlardı.”
Mehmet Bey ekliyor:
“Biz ilk günden biliyorduk bu cenazeler devletin elinde, biz bu devleti tanıyoruz,  ne kadar kirli olduklarını biz biliyoruz.”
İhsan Bey devam ediyor:
“Kardeşim Mesut’la 3 yıl birlikte cezaevinde yattık, o dönem kardeşimle açlık grevine girmiştim, şimdi kardeşimin cenazesini almak için annemle açlık grevindeyim”.
Yutkunuyorum.
“1993 yılında, bir bayram günüydü, devlet bizi köyden yolladı. O kargaşada Mesut’u köyde unutmuşuz, ertesi gün köyde kalan bir komşu aradı, haber verdi, gittik Mesut’u aldık. Mesut inşaatlarda çalıştı, sokaklarda boyacılık yaptı, en sonunda beraber bir market açtık Suriçi’nde. Zorla bir hayat kurduk. Şimdi o market de yok, yıkılmış. 93’te Lice’den nasıl bir kaşık almadan çıktıysak, 2015’te Sur’dan da öyle çıktık.”
“Bu siyasi bir sorundur, silahla, hendekle, imhayla çözülmez”
Biz konuşurken, İHD’de ailelerin açlık grevi yaptığı salonun duvarlarında hareketlilik var. İki genç resim daha duvara asılıyor,Turgay Girçek ve Gündüz Akmeşe’nin resimleri. Aslında 4 gün önce öldürülmüşler ama aileleri öldürüldüğünü dün haber almışlar. Ben duvarda her geçen gün artan genç resimlere bakıyorum. Sarsıldığımı fark eden İhsan Bey kolumu tutuyor, beni oturtuyor, o acılı haliyle bir yandan da bana güç vermeye çalışıyor:
“Bak sonuç budur. Devlet aylarca şehitlikleri bombaladı, Kürtlerin mezarlıklarına yapmadığını bırakmadı, sonra da sorunu hendek meselesine indirdi. Siz bu kadar mezarlık bombaladıktan sonra ne olacak sanıyordunuz, Kürt gençlerin bu yapılanları yiyip yutacağını mı sanıyorsunuz? O zamanlar hendek yoktu, mezarlıkları neden bombaladınız?
Bu siyasi bir sorundur, silahla, hendekle, imhayla çözülmez.”
“Polis, asker ailelerine sesleniyorum: Vatan sağ olsun demeyin!”
İhsan Bey’in bir de asker, polis ailelerine sözü var:
“Polis, asker anaları da bu acıları görsünler artık. Bak ben bu acılı halimle söylüyorum. Biz asker ölse de polis ölse de üzülüyoruz. Polis, asker ailelerine sesleniyorum. Evlatlarımız üzerine vatan sağ olsun demeyin, ölen evladınızı düşünüyorsanız barış için çabalayın. Empati yapın. Mesut benim kardeşimdi. Onu öldürdüler, yetmedi, üzerine yüzden fazla kurşun boşaltmışlar. Biz yine de diyoruz ki bunlar son olsun. Bizim çocuklarımız Kürt halkının Türk halkının son kurbanları olsun. Çocuklarınızı feda ettirmeyin bu kirli savaşa.
Biran önce bu akıl tutulmasından hükümet çıksın. Dönülecek yer masadır. Masadan başka yer yoktur”.
Bu arada söze giren Mehmet Bey: “Her gelen sıkmış Mesut’a, hangi din, hangi insanlık, hangi Allah’ın kitabında bu var” diyor.
Ankara ziyaretimizde, “Her cenaze ile ilgileneceğiz, bizleri bilgilendirin” diyen Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere yetkililere sormak istiyorum:
1 aydır bu cenazeler neredeydi?
Bu cenazeleri bu hale kim getirdi?
Bu cenazelere bunları yapanlar cezalandırılacak mı?
Tarih yazsın. Yıl 2016, Ocak ayı.  21 yaşındaki İsa Oran ve 25 yaşındaki Mesut Seviktek’in cenazeleri 29 gün Diyarbakır Suriçi’nde yerde kaldı, aileleri evlatlarının ölü bedenini alabilmek için açlık grevine girdi.19 Ocak tarihinde cenazeler morga getirildiğinde parçalanmıştı…
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 22.01.2016